LATİN AMERİKA ÇOK KISA TARİH

Latin denildiğinde eski Roma’ya ait, Katolik Kilisesine ait, eski Roma’lı kimse, Katolik Kilisesine mensup kimse demektir. 

Latin, aynı zamanda, İtalya’da, Latium bölgesi halkından olan kimse demektir, Latin Amerika, İspanyolca ve Portekizce konuşulan Amerikan memleketleri anlamına da gelir. 

1492’den sonra, Avrupa’dan göçler başladı. 

Kızılderililer (Amerikan Yerlileri) vaktiyle yüksek medeniyet kurmuşlar, ateşli silahları bilmediklerinden Avrupalılara karşı koyamamışlardır. 

15. yüzyılın sonunda, Amerikan Kıtasına ayak basan İberyalılar, daha aradan bir yüzyıl geçmeden, yerli nüfusun büyük bölümünü acımasızca katlettiler. 

Bu coğrafyalar yüzyıllarca kan ve ateşle yoğrulmuşlardır. 

Bu coğrafyalar büyük önderler çıkarmıştır. 

Simon Bolivar (1783-1830) 

Venezuela’lı, devrimci önder,1821’de, Venezuela, Ekvador, Kolombiya, Panama, Peru’nun bulunduğu bölgeyi İspanyol sömürgesinden kurtardı ve ilk başkanı oldu. 

1827’de bu birlik bölündü. 

LATİN AMERİKA’DA ÖNEMLİ EDEBIYATÇILARDAN BAZILARI

1600’lerde İspanyol, Portekiz, Avrupalı fetihler sona ermiştir. 

Avrupalı işgalciler efendi, yerliler çoğunlukla köleydi. 

Savaş yıllarında siyasal ve yurtsever edebiyat öne çıktı. 

Ekvador’lu Jose Olmedo (1780-1847); La Victoria de Junin; Canto a Bolivar (1825) adlı 

kahramanlık destanını yazmıştır. 

Simon Bolivar önderliğindeki güçlerin İspanyollara karşı kazandığı zaferin anısına yazılmıştır. 

Küba’lı Jose Marti (1853-1895) düzyazı ve şiir yazmıştır. Değişimi ve yenileşmeyi yazdı, 

bağımsızlık mücadelesi öncüsüdür. 

Şili’li şair Pablo Neruda (1904-1973) ezilenlerin ve sömürülenlerin şairidir. 

J. L. Borges (1899-1986) Arjantin’li yazar. Öykü ve denemelerinde insanın doğasını keşfetmeye çalışmıştır. 

Kolombiyalı yazar Marquez (1928-2014) Nobel ödüllüdür. 

Meksikalı Fuantes (1928-2012), romanları ile ülke insanlarını derinlemesine inceler. Yaşlı Gringo, 1910-20 Meksika devrimini anlatır. Terra Nostra (Bizim Toprak),düş ile gerçek iç içe. Meksika tarihiyle hesaplaşıyor. Artemio Cruz’un Ölümü, Meksika devrimi anlatılır, A.C. önce devrimci, sonra ihanet içinde yozlaşıyor. 

Meksikalı, Octavio Paz (1914-1998) şiirin bir uyanış olduğunu” söyler. 

Brezilyalı P. Coelho. 

Şilili İ. Allende (1942-) Salvador Allende’nin yeğeni. 

Ruhlar Evi romanında, bir ailenin üç kuşağını bir arada anlatır. Yaşayan kişilerle geçmişin ruhları iç içedir. 

Jose Saramago (1922-2010), Lizbon, Portekiz, muhaliftir, Nobel ödülü almıştır, 

1960’lardan beri Portekiz Komünist Partisi üyesidir, 

“Eskiden bana ‘iyi adam ama komünist’ derlerdi. Şimdi, ‘komünist ama iyi adam’ diyorlar.” 

Yaşamımda aldığım en büyük ödül, karım, en büyük devrim aşk’tır.” 

Tanrı istirahatte” sözünü, Vatikan hiç unutmamıştır. 

Büyülü gerçekliğin büyük kalemidir. 

Latin Amerikanın başlıca edebi akımı; büyülü gerçekçiliktir. 

Normal ya da gerçekçi kabul edilen sanat akımlarında olmaması gereken sihirli ve mantık dışı öğeleri içeren sanat akımıdır. 

Anlatıma egemen olan masal atmosferine, olaylar ve öykülerdeki doğaüstü özelliklere karşın, okuyucu gerçeklik duygusundan kopmaz. 

ARJANTİN’DE SİYASET

Arjantin Cumhuriyeti, toprak alanı bakımından Türkiye’den 3.5 kat büyüktür. 

Nüfus 42 milyon kişidir. (2014) 

İspanyolca resmi dildir. 

Adı latinceArgentum”(gümüş) kelimesinden gelir. 

İspanyol koloniciler gümüş umuduyla gelmişlerdir. 

GSYİH = 900 milyar $. 

Kişi başına 22.000 dolar /yıl geliri vardır. 

İspanyollar 1536’da geldi, yerleşim 18. yy’da oldu. 1816’da lider General Jose de San Martin bağımsızlık ilan etti. 

1946’da General Peron Cumhurbaşkanı seçildi. 

Eşi Eva Peron’la birlikte sert bir idare kurdular. 

Peron’u işçi sınıfı da sevmiştir. (Peron; komünizmi önlemenin tek koşulunun işçi sınıfının ücret ve çalışma koşullarını iyileştirmek olduğunu düşünüyordu. (sosyal adaletçi bir bakışı vardı) 

1955’te devrilmiş, 1973’e kadar sürgünde yaşamış, bu tarihte dönerek devlet başkanı olmuştur. 

1974’te öldü, yerine üçüncü karısı İsabel Peron başkan oldu. 

1976’da ordu devirdi, 1983’te seçimle siviller işbaşına geldi. 

1976-83 arası askeri idare. 

1819 yılından bu yana 46 devlet başkanından sadece ikisi, askeri darbesiz seçimle görevini devir-teslim etmiştir. 

2001’de iflas etti, 2014’te de iflas noktasına geldi. 

ARJANTİN EDEBİYATI

Büyük yazarları vardır. Borges(1899-1986), Cortazar (1914-1984), Sabato (1911-2011) 

Arjantin edebiyatı, fantastik ile gerçeği başarıyla harmanlamıştır. 

Bağımsız, özgürlükçü yazarları vardır. 

Borges yeni edebiyat akımlarını dikkatle izlemiştir. 1960’lardan sonra tüm dünya edebiyatını etkilemiştir. Faşizmle savaşmıştır. 

Şu dizeler Borges’ten; 

...Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya, 

İkincisinde, yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben, 

Ama işte 85’indeyim ve 

Biliyorum 

Ölüyorum…” 

Cortazar, “diktatörlerin yazarları yoktur, katipleri vardır” der. 

O yılların yazarları, Camus ve Sartre’ın varoluşculuklarıyla karşılaştılar. Kendilerini özdeşleştirdiler. 

Bu durum Arjantin yazınında köklü bir dönüşüm getirdi. 

CORTAZAR (1914-84)

Arjantin'in en büyük yazarlarından biri olan Cortázar, 1914'te Ixelles, Brüksel Bölgesi'nde doğdu. 

Arjantin'de eğitim gördü. 1938'de Presencia adlı şiir kitabı yayınlandı. 

Üniversitede öğretim görevlisiyken Peron yönetimine karşı girişilen eyleme katılınca hapse girdi, daha sonra üniversiteden ayrıldı. 

İlk kısa öykü kitabı Bestiario 1951'de yayımlandı. UNESCO'da çevirmen olarak çalışmak üzere Paris'e yerleşti, en ünlü kitaplarını da bu kentte yazdı. 

Öykülerinde fantastik öğelere yer veren, gerçek dünyayla olağandışı yaşantıları iç içe geçiren Cortázar'ın edebiyat dışında ilgilendiği şeyler arasında mitoloji, antropoloji, psikoloji, boks, sinema ve fotoğrafçılık da vardır. 

Julio Cortázar 1984 yılında Paris'te öldü. 

Doğum: 26 Ağustos 1914, Ixelles, Belçika. 

Ölüm: 12 Şubat 1984, Paris, Fransa. 

Filmler: Cinayeti Gördüm, Haftasonu, Der gläserne Himmel 

Ödüller: Médicis Yabancı Yazarlar Ödülü 

Eşi: Carol Dunlop (e. 1982–1982), Aurora Bernárdez (e. 1953–1967) 

Eğitimini tamamladıktan sonra bir süre ortaokul öğretmenliği yaptı, 

Fransız edebiyatı dersi verdi ve Cuyo Üniversitesi'nde John Keats üzerine bir seminer düzenledi. 

1945'te üniversitelere faşist müdahalenin başlaması üzerine Buenos Aires'e döndü; Sur, Realidad, Verbum gibi edebiyat dergilerinde eleştirel sanat yazıları kaleme aldı. 1951'de bir araştırma bursu ile gittiği Paris'te burs süresi bittikten sonra da kalarak Unesco'da çevirmen olarak çalışmaya başladı. Aynı yıl ilk öykü kitabı Bestiario'yu (Hayvan Hikâyeleri) yayımladı. 1960'ta ilk romanı Los Premios'u (Ödüller), 1963'te en önemli romanı sayılan Rayuela'yı (Seksek) yayımladı. 

1962'de Küba'ya gitti ve Casa de las Américas dergisinin editörlüğünü yaptı. 1970'te iktidara gelen Salvador Allende'yi desteklemek için Şili'ye gitti, General Pinochet'nin darbesinden sonra dünya kamuoyunda Şili davasının önde gelen savunucularından biri oldu. Las babas del diablo öyküsü, Antonioni'nin 1966 yapımı Blow Up (Cinayeti Gördüm) adlı filmine konu olmuştur. Yazarlığının yanı sıra amatör cazcı olan Cortázar, Ayakizlerinde Adımlar'da da yer alan El perseguidor (Arayış) öyküsünü Charlie Parker'a adamıştır. 1981'de Fransız uyruğuna geçtiyse de Arjantin vatandaşlığından ayrılmayan Cortázar, 1984'te Paris'te öldü. Türkçede yayımlanan kitapları: Bir Sarı Çiçek (Can, 1996), Seksek (Can, 1988), Mırıldandığım Öyküler (Can, 1985), Büyüdükçe (Alan, 1984), Lucas Diye Biri (Metis, 1996), Açıklayıcı Bilgiler Elkitabı (Altıkırkbeş, 1997), 62 Maket Seti (Ayrıntı) 

ÖYKÜ ve ROMAN ANLAYIŞI

Cortazar, öykülerinde fantastik öğelere yer vermiş, gerçek dünya ile olağandışı yaşantıları iç içe geçiren tarzda yazmayı benimsemiştir. Neredeyse tüm yazılarında, gündelik olaylardan düşsel bir dünyaya doğru bir kayma söz konusudur. Birçok öyküsüyle, okurlara adeta öykülerinin rüyada geçiyormuş hissini vermiştir. 

Ayrıca neyin doğru olduğu ve neyin doğru olmadığı sorularına yol açan üslubuyla da, okurlarda bir parça tedirginlik de yaratmıştır. Yazılarında genellikle “Varoluşçu tarz”ı benimsemiştir. 

Cortazar’ın öykü ve roman anlayışı şu alıntıda özetlenebilir: 

“...Boksu çok seven Arjantinli bir yazar, bir keresinde bana şöyle demişti: Etkileyici bir metin ve okur arasında yaşanan bu mücadeleyi roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir.”(http://www.edebiyathaber.net/julio-cortazar-oyku-uzerine/ ;16.02.2015) 

Roman daha geniş ve özgür bir alandır. Malzeme dışında sınırlılık yoktur. Öyküde fiziksel sınırlılık vardır. 

Fransa’da bir öykü yirmi sayfayı geçerse artık novella olur. 

Roman sinemaya(filme), öykü ise fotoğrafa benzetilebilir. 

Film öncelikle roman tarzında açık bir sıralamadır, fotoğraf önceden tasarlanmış tutumlu bir sınırlamayı gerektirir. Bir alıntıyla konuyu genişletelim; 

“...Sinemada da, tıpkı romandaki gibi, çok geniş ve çok biçimli bir gerçekliğin elde edilmesi, eseri doruk noktasına götüren bir sentezi dışlamadan süreç içinde bir araya getirilen dağınık bileşenlerin gelişimi aracılığıyla başarılırken, kaliteli bir fotoğrafta ya da öyküde tam tersi bir yol izlenir; yani fotoğrafçı ya da öykücü anlamlı bir olay ya da görünüm seçmek ve onunla yetinmek zorundadır, ancak bunlar sadece kendi içlerinde bir değeri olan görünümler değil, seyirci ya da okuyucuda zekayı ve duyarlılığı fotoğraf yahut öyküdeki yazınsal içeriğin ya da görsel anekdotun çok daha ötesine taşıyan bir tür zihinsel açılıma ya da mayalanmaya neden olabilecek nitelikte olaylar ve görünümler olmalıdır...” 

(http://www.edebiyathaber.net/julio-cortazar-oyku-uzerine/;16,02,2015) 

Bildiğimiz gibi batı dünyasından 1930’larda Latin Amerika’ya giren sürrealizm (gerçeküstücülük) akımı, Latin Amerika’nın kendine özgü koşullarında büyülü gerçekçiliğe dönüşmüş, fantastik dünyayla gerçeğin birbirinden ayrılmadan harmanlandığı bu akım yirminci yüzyılda Latin Amerika edebiyatına damgasını vurmuştur. İlk örnekleri 1930’lu yıllarda verilse de dünyada duyulması 1960’lı yıllarda Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanıyla olmuştur. 

Cortazar da bu akımın temsilcilerindendir ama onun yazdıklarını sadece büyülü gerçekçilikle ilişkilendirmek yeterli midir? Cortazar büyülü gerçekçiliğin verdiği olanaklarla yetinmeyip simgeleri, metaforları, dil ve kurgu oyunlarını kullanmıştır. 

Semih Gümüş şöyle der: 

“Aslında büyülü gerçekçilik içinden süzülmüş bir modernisttir Cortazar. Onun öyküleri ilk bakışta görünenin ardında anlatılanın öykülerin asıl katmanı olduğu, büyük ustalık metinleridir ki, bu özelliğini anlamak için çok yakın okumalar gerektirir. Cortazar, Latin Amerika edebiyatında ve öykücülüğünde modernizmin doruk noktasıdır.” (Notos 47) 

Deneysel bir yazın arayışı vardır. Biçim ve anlatı sürekli bir yenilik arayışı içerisindedir. Geleneksel değildir. 

Seksek bu arayışın en önemli özelliklerinden biridir. 

Anlatım bazen birinci tekil şahıs, bazen de her iki kahramanı gözleyen dışarıdan biri, anlatıyor. 

SEKSEK’te amaç bir grup insanın amacı, seksekin son halkası olan gökyüzüne ulaşmaktır. 

Okuma sırasındaki sıçramalar bir seksek oyununa benzetilebilir. 

Dil, biçem, anlatım tekniği açısından deneysel nitelikte metinlere yer verilir. 

Yeni roman, deneysel roman, geleneksel dil ve anlatım biçimlerini yadsır, mantığı ruhbilime aykırıdır. 

Gizli yaşam bağlamlarını yakalamaya çalışır. 

Yeni roman = anti-roman. 

Seksek Fransız yeni roman anlayışının izlerini taşır. 

Borges’in etkisiyle oluşmuştur. 

Bir gerilimi vardır. Anlatım ile anlatılanlar üzerinde düşünme olgusu sürekli yer değiştiriyor. 

Fantazya diyalektik kestirimlere karışır. 

Yapıtlarda, dil, kültür, tarih, toplum kuşkucu bir tutumla tartışma konusu yapılır. 

Okuma sırasındaki sıçramalar bir seksek oyununa benzetilebilir. 

Aynı zamanda bu sıçramalar insanoğlunun yaşadığı dünyanın parçalanmışlığının gizemli bir simgesi yerine de geçebilir. 

Yeni roman akımı romanı, gerçeklik ve insanoğlunun varlığı üzerine “derin düşünme”nin anlatım aracı sayar. Romanlarda “absürd” çizgiler belirgindir. 

Vargas’ın (1936, Halen Yaşıyor, 2010 Nobel ödüllü, Liberal) notu; 

“Ona göre yazmak, oynamak, eğlenmek yaşamını gelişigüzel hayal ederek özgürce çocuklar ve meczuplar gibi sorumsuzca düzenlemek demekti.” (Vargas, Notos 47) 

Adnan Özer’e göre: 

Teknik, patafiziktir.”(Notos 47) 

”Büyük yazarın büyük eseri Seksek adlı romanında bavurduğu patafiziğe dayalı tekniğinde...” diye yazar cümlesini Adnan Özer. 

Metafizik ötesindeki alemi çalışma alanı olarak seçen, modern bilimin kuram ve yöntemlerinin hicvidir ve çoğunlukla anlamsız ve deneysel bir dil kullanır. Terim ve kavram olarak Alfred Jarry tarafından üretilmiştir. Şu cümle örnektir: 

“O sabah okul yine evlerinin uzağında duruyordu.” 

Seksek romanında Kahramanlar: 

Oliveria ve Sbylle. Bir dönem Paris’te öğrenci gibi yaşamışlar. 

Oliverira, Buenos Aires’li küçük burjuva, üstelik komünal ekolden.(sf;32) 

Horacio Oliveira adındaki kahraman, ülkesi Arjantin'den Fransa'ya gelen bir göçmendir. 

Cortazar da, 1951’de Arjantin'de iktidarda olan Peronculuk anlayışıyla uyuşamadığı için Fransa'ya göç etmişti. Bu birinci kısımda, Oliveira'nın Paris'te geçen günleri, la Sbylle'le yaşadığı aşkı, arkadaşları arasındaki yoğun sanatsal, felsefi ve müzikal alışverişi ve varoluşsal arayışına odaklanır. 

Roman kahramanı Horacio Oliveira’nın sevgilisini, anıları araması. 

Sevgilisi, La Sibylle. 

İlk bölüm Paris’te geçiyor. 

Arayış, kahramanın simgesidir. 

Geceleri amaçsızların amblemidir. 

Pusulayı şaşıranların belgesidir. Yeryüzü sirk dünyasıdır 

Daha üst düzey bir kültürü bulmak üzere, Paris’e gelen Latin bir göçmen olan Horacio Oliveira(SEKSEK ‘in Arjantinli kahramanı) düş kırıklığı yaşamıştır. 

“La Sibylle ile karşılaşacak mıydım” (s;15) diye başlar romanda ilk cümle. 

La Sibylle incecik,saydam tenli yüzü var. Bilenmiş sert bir duruşu var, her zaman dalgın ve beceriksiz. 

“La Sibylle, yorulana dek, patafizik’ten söz ederdik, çünkü onun da sık sık çizgi dışına düştüğü... olurdu.” (s,20) 

“...şu yeryüzü denilen sirk dünyasının...” (s;21) 

La Sibylle’in çocuğu Rocamadour. 

Seksek, Oliveira merkezde olmak üzere, yarattığı çok sayıda kahraman ve yan kahramanıyla da ilgi çekiyor. Oliveira'nın arkadaşları la Sbylle ve oğlu Rocamadour, Etienne, Ossip Gregorovius, Ronald, Guy, Baps, Wong, Talita, Traveler (Monolo) ve Gekrepten tesadüf eseri karşılaştığı piyanist Berthe Trepat ve sokak kadını Emmanuele bu kahramanlardan birkaçı. Ayrıca, romanın klasik okuması içinde yer almadığından, yazarın önerdiği farklı okuma sayesinde keşfedilecek olan filozof Morelli. 

SEKSEK ne anlatır? 

Latin Amerikalının tradejisidir. 

Daha üst düzey bir kültürü bulmak üzere, Paris’e gelen Latin bir göçmen olan Horacio Oliveira (SEKSEK‘in Arjantinli kahramanı) düş kırıklığı yaşamıştır. 

Böylece iki dünya arasında ne yapacağını bilmeksizin bocalayan bir göçmene dönüşür. 

Bu yazgı, SEKSEK’i tek bir kişinin yaşantısı olmaktan çıkarıp, yüzyılımız insanının genel (ruhsal) konumu kılmaktadır. 

Dr. Halit Suiçmez  Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)