Kuğulu Günlükleri Depremden Sonra romanında bellek ve süreklilik krizi / Gönül Canberk
Levent Sütçügil'in 'Kuğulu Günlükleri: Depremden Sonra' romanı depremi yalnızca mekânı yıkan bir felaket olarak değil, zaman algısını kökten sarsan bir kırılma olarak ele alıyor.
Prof. Dr. Levent Sütçügil'in Kuğulu Günlükleri: Depremden Sonra romanı, depremi yalnızca mekânı yıkan bir felaket olarak değil, zaman algısını kökten sarsan bir kırılma olarak ele alan bir romandır. Eserde travma, geçmişte yaşanmış ve kapanmış bir olay değil şimdiki zamanı sürekli kesintiye uğratan, geleceği ise belirsizleştiren bir deneyim olarak konumlanır. Bu yönüyle roman, deprem sonrası hayatı “devam eden zaman” içinde değil, askıya alınmış bir şimdi içinde anlatır. Zaman burada ilerlemez; genişler, bükülür, tekrar eder ve çoğu zaman durağanlaşır. Romanın temel atmosferi, süreklilik duygusunun kaybı üzerine kuruludur. Deprem öncesi ile sonrası arasında net bir kopuş vardır; ancak bu kopuş, klasik anlatılardaki gibi dramatik bir “önce/sonra” ayrımıyla işaretlenmez. Aksine, kopuş gündelik hayatın içine sızar. Karakterler aynı işleri yapar, aynı sokaklardan geçer, aynı rutinleri sürdürür fakat zaman artık aynı değildir. Bu durum, travmanın zamansal boyutunu görünür kılar: Travma, yaşanan olaydan çok, zamanın güvenilirliğini yitirmesidir. Gelecek planlanabilir olmaktan çıkar, geçmiş ise sürekli geri dönen bir gölgeye dönüşür. Romanın anlatı zamanı doğrusal değildir. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında net sınırlar kurulmaz. Hatırlama anları, beklenmedik biçimde şimdinin içine sızar. Bu sızma, nostaljik bir geri dönüş değil aksine rahatsız edici ve kesintiye uğratıcı bir hatırlamadır. Bellek, burada düzenli bir arşiv gibi çalışmaz; parçalı, çağrışımsal ve kontrolsüzdür. Bu durum, travmatik belleğin temel özelliklerinden biriyle örtüşür: Hatırlama, bilinçli bir seçim değil, istemsiz bir karşılaşmadır. Romanın gündelik ayrıntılara verdiği önem, zamanın bu parçalanmış yapısını daha da belirginleştirir. Küçük eylemler —bir yürüyüş, bir bekleme anı, bir bakış— zamanın durduğu hissini yoğunlaştırır. Büyük olaylar yoktur; ancak tam da bu yokluk, zamanın ağırlığını artırır. Zaman geçiyormuş gibi yapar, fakat ilerlemez. Karakterler için “bugün”, “yarın”dan çok farklı değildir; her gün aynı kırılganlıkla başlar. Bu tekrar hissi, travmanın süreğen doğasını edebi düzlemde yansıtır. Kuğulu Günlükleri, geleceği de problemli bir alan olarak kurar. Deprem sonrası bağlamda gelecek, umutla değil temkinle ve belirsizlikle düşünülür. Gelecek planları ertelenir, muğlaklaşır ya da tamamen askıya alınır. Bu askıya alma, yalnızca bireysel bir ruh hâli değil; travmanın zamansal mantığının bir sonucudur. Roman, geleceğin yokluğunu dramatik bir karamsarlıkla değil, sessiz bir duraksamayla gösterir. Gelecek, konuşulmaz; konuşulmadıkça da kurulamayan bir zaman boyutu hâline gelir. Zamanın bu şekilde kırılması, karakterlerin benlik algısını da doğrudan etkiler. Benlik, süreklilik hissi üzerine kurulur; geçmişle şimdi arasında bağ kurabildiği ölçüde kendini tanır. Romanın dünyasında bu bağ zayıflamıştır. Karakterler, kendilerini “eskisi gibi” hissedemez fakat “yeni” bir benlik de kuramaz. Bu arada kalmışlık, romanın temel varoluşsal gerilimlerinden biridir. Deprem, yalnızca evleri değil, benliğin zamansal bütünlüğünü de yıkmıştır. Prof. Dr. Levent Sütçügil, Kuğulu Günlükleri Depremden Sonra, Psikonet y. 2025 Bellek, romanda hem bir yük hem de bir direnç alanı olarak işlev görür. Hatırlamak acı vericidir ancak unutmamak, sürekliliğin tek kanıtı gibi görünür. Bu ikili durum, romanın zaman anlayışını daha da karmaşıklaştırır. Bellek, geçmişi güvenli bir alan olarak sunmaz aksine, her hatırlama yeni bir sarsıntı yaratır. Buna rağmen hatırlamaktan vazgeçilemez. Çünkü hatırlamamak, yaşananların bütünüyle silinmesi anlamına gelir. Roman, bu gerilimi çözmez aksine onu metnin merkezinde tutar. Eserde mekân ve zaman arasındaki ilişki de dikkat çekicidir. Ankara, özellikle Kuğulu Park ve çevresi, değişmeden kalan bir sahne gibi görünür; ancak bu değişmezlik zamanın donmuşluğunu daha da belirgin kılar. Mekân sabit kaldıkça, zamanın kırıldığı daha çok hissedilir. Aynı bankta oturmak, aynı yolu yürümek, aynı gökyüzüne bakmak; hepsi geçmiş ile şimdi arasındaki farkı görünür kılar. Mekân, sürekliliğin garantisi olmaktan çıkar; aksine, kaybın sessiz tanığına dönüşür. Romanın dilindeki sadelik, zaman temasını destekleyen bir başka unsurdur. Uzun zaman atlamaları, büyük geçişler ya da dramatik dönüm noktaları yoktur. Dil, zamansal olarak “düz” ilerler; bu düzlüğün içinde zamanın ağırlığı hissedilir. Okur, bir sonuca doğru ilerlemez bir hâlin içinde kalır. Bu hâl, travmanın zamansal deneyimine yakındır: Travma, sona ermez; yalnızca sürer. Bu bağlamda Kuğulu Günlükleri, deprem sonrası edebiyatın sıkça başvurduğu “yeniden başlama” anlatılarını bilinçli olarak reddeder. Roman, bir toparlanma hikâyesi anlatmaz. Bunun yerine, zamanın onarılamaz biçimde değiştiği bir dünyayı kabul eder. Bu kabul, umutsuzluk üretmek için değil yaşanan deneyimin gerçekliğini inkâr etmemek için yapılır. Zamanın kırıldığı yerde, iyileşme de farklı bir anlam kazanır. İyileşme, eski zamana dönmek değil; kırık zamanla yaşamayı öğrenmektir. Sonuç olarak Kuğulu Günlükleri: Depremden Sonra romanı, travmayı zamansal bir kriz olarak ele alan, belleğin parçalanmış yapısını ve süreklilik duygusunun kaybını edebi incelikle işleyen bir romandır. Deprem, metinde bir başlangıç ya da bitiş noktası değil zamanın güvenilirliğini ortadan kaldıran bir eşiktir. Roman, okuru bu eşikte tutar; ilerlemeye zorlamaz, kapanış sunmaz. Böylece travmanın en zor boyutlarından birini —zamanın artık eskisi gibi akmamasını— görünür kılar. Bu yönüyle eser, deprem sonrası edebiyatın yalnızca “ne oldu” sorusunu değil, “zaman artık nasıl yaşanıyor” sorusunu da sorması gerektiğini hatırlatan güçlü bir örnek olarak değerlendirilebilir. Gönül Canberk
Gercekedebiyat.com


















YORUMLAR