2025’te bende kalan 5 roman / Hikmet Temel Akarsu
2025 Edebiyat ortamı açısından çok sayıda olumsuzluğun ardı ardına devreye girdiği verimsiz, tatsız bir yıl oldu.
Ekonomik ve siyasal krizlerin köşeye sıkıştırdığı yayınevleri yeni, özgün, marjinal ve ticari kaygı gütmeyen kitap basmaya son verdiler. Küçük yayınevlerinin pek çoğu kepenk indirirken az sayıdakisi de süreç dondurma ile olacakları beklemeye koyuldu. Bu durumda meydan banka ve holding yayınevleri ile dağıtım gücünü elinde bulunduran birkaç büyük yayınevine kaldı. Söz konusu bu yayınevleri ise kâr amaçlı bir yayın politikası bile gütseler razı olacaktık fakat daha ziyade edebiyatın bir manipülasyon aracı ve siyasal aparat olarak kullanıldığı kitaplara ve yazarlara ağırlık verdiler. İçerikleri doyurucu olmayan bu eserlerin ve yazarların sadece kitapları basılmadı, kuvvetli “pr” kampanyaları, medya destekleri ve cömertçe dağıtılan ödüllerle önleri açıldı. Bu yazarların ve kitapların kimler ve neler olduğunu zikretmek gereksiz ancak etnisite, cinsel kimlik, siyasal angajman vs. unsurlarının ön planda olduğunu belirtmekle yetinip geçelim. Edebiyatın dijital çağa karşı kan kaybettiği ve zaman zaman adeta itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı bu dönemde her şeye rağmen yazılı kültüre ilgi “bon pour l’orient” mahiyetinde de olsa vardı. Her emekli ikramiyesinden bir şiir kitabı, her öğretmenin yastık altından bir yapıt çıkıp kitap oluverdi ve otofinansman yöntemiyle sosyal medyayı şenlendirdi. Sosyal medyada önümüzden akıp giden kitap kapaklarını ve yazarca verilmiş pozları izlemelere doyamadık. Post-modern kültürün büyük başarısı dolayısıyla tüm eleştirmenler susturulduğu için neyin değerli neyin değersiz, neyin anlamlı, neyin manipulatif olduğunu algılayamadığımız bir toz duman bulutu ortalığı kapladı. Bu toz dumandan yola çıkan akademikler ile influencerlerin eline kaldık. Dolaysıyla edebiyatçı edebiyatta sesini duyuramaz oldu. Felaket düzeyindeki bu gelişmelere rağmen olumlu olan hiçbir şey yok muydu? Elbette ki vardı. Türk edebiyatı tüm tarihi boyunca olduğu gibi en kötü zamanlarda bile alttan alta çağlayan damarlar barındırmıştır. Bu kez de öyle oldu. Öncelikle belirtelim ki tüm dünyada edebiyat naif ve fragile(kırılgan) bir gerçekçiliğe, melankolik bir romantizme yönelirken bu dalgalar Türkiye’ye ulaşamadı. Ancak güçlü bir dalga halinde gelen “tür edebiyatı” bilhassa genç edebiyat tutkunları arasında yükselen trend oldu. B ilim-kurgu, korku, fantazi ve polisiye gibi tür edebiyatlarının yükselişine tanık olduk. Bunlar elbette ki yüksek edebiyatın yerini tutacak erginlikte eserler değildi ama önemli bir heyecan yarattıkları da varit. Bu alanda Mehmet Berk Yaltırık, Can Kantarcı, Mahir Ünsal Eriş, Alper Canıgüz gibi kalemi işlek bazı genç yazarlar okur ve ilgi derlemeyi başardılar. O GÜN İÇİN BİR ŞEMSİYE / WILHELM GENAZINO 2025 boyunca heyecan uyandıran eserler yine her zamanki gibi ağırlıkla küçük ve butik yayınevlerinden geldi. Jaguar sayesinde Wilhelm Genazino gibi çok değerli bir yazarı tanıdık. Bu, April’in Nobel’den de önce Hang Kang’ı keşfetmiş olması kadar değerliydi. Gerçek Edebiyat benim için 2025’in ilk beşini sorduğunda tereddütsüz bu değerli yazarı birinci sıraya koydum. Söz konusu kitabı okurken aldığım notları paylaşayım: “Tanrıya şükürler olsun ki zahmetli bir okuma serüveninin sonucunda yayınevi sunuş metinlerinde çağdaş Alman edebiyatının en önemli eserleri arasında gösterilen Wilhelm Genazino’ya ait O GÜN İÇİN BİR ŞEMSİYE romanını bitirmeyi başardım. Bu zorlu serüveni başarmak için çektiğim zahmetten dolayı bedbaht mıyım?! Değilim! Bilakis bahtiyarım. Peki de bu şekva tafra neden?! Anlatayım: Efendim sözkonusu roman O GÜN İÇİN BİR ŞEMSİYE öylesine bir kasvet, pesimizm ve kinizm taşıyor ki onun yanında dünyanın en pesimist ve kinik romanı Melville’in Katip Bartleby’si bile Hair Müzikali kadar yaşam dolu kalır. Tekdüze bir konu, güncel sorunsallar arasında salınan ayrıntıcı anlatı ve dramatik yapıdan uzak kaçmayı seçmiş bir yadsıyıcı “hikâye” (?!) Doğrusu 20. Yüzyıl Alman edebiyatının ilk yarısındaki yazarlara Kafka, Zweig, Thomas Mann, Hermann Hesse ne kadar hayransam, ikinci yarıda gelenler Nobelist olsalar bile ısınamamışımdır: Bunlara Heinrich Böll, Günter Grass, Elfride Jelinek, Hertha Müller dahildir. Bir ruhsuz anlatı, bir kederli serencam, bir nihilist halet, bir kasavet ve gamlı muhalefet ki sorma gitsin… Her neyse Genazino da bu ikinci ekola dahil olduğu için benimsemem pek kolay olmadı. Ama bu kısacık romanda yatan hazinelerin değerini anlayamayacak kadar edebi kavrayış yoksunu değilim. Genazino bilhassa içsel monologlarında bize Alman düşünce, duygu ve ruh dünyasının anahtarlarını sunuyor. Tekdüze gibi gözüken bezdirici anlatının satır aralarında çok güçlü edebi performanslar ve hatta yepyeni icat edilmiş edebi edim, kavram ve buluşlar yer alıyor. Konformist bir duygulanım içinde gözüken roman kahramanı bize çağdaş bireyin dramatik yalnızlığını ve ilişkilerdeki umarsız, mütereddit ve sendromlara gömük olmaktan mütevellit mecalsiz kalmış halini anlatıyor. Romanı okurken sıkılıyorsunuz ama bitirmeyi başardığınızda yaşam görüşünüzdeki varsıllaşmayı adeta elinizle tutabiliyorsunuz.” 2025’de severek ve çok beğenerek okuduğum bir roman da Richard Ford’a ait Kanada ki bu değerli roman da Jaguar’dan çıktı. Okuduğum dönemde aldığım notları aktarayım: Kanada, son yarım yüzyıldır, neo-liberal ekonomi anlayışının edebiyattaki yansıması olarak kültürel yaşamı kuşatan post-modern cambazlıkların, beyin bulanıklığı yaratan bilgiçliklerin ve küstah oyunbazlıkların tamamen dışında çok değerli bir roman. Anlatımcı bir formda, bildungsroman tekniği ile kaleme alınmış eser, roman sanatının altın çağı olan 19. Yüzyıl bilgeliğini anımsatan bir yaşam varsıllığı ve edebiyat estetiği içermekte.” BİR AYLAĞIN HAYATINDAN / JOSEPH VON EICHENDORFF 2025’de daha çok “zamansız” romanlar ilgimi çekti ve bunlar daha ziyade edebiyatın mazideki altın günlerinden kalmaydı. Can Yayınları tarafından yayınlanan Joseph Von Eichendorff’a ait Bir Aylağın Hayatından romanı da bu bağlamda derinlemesine ilgimi çekti. Yine okuduğum sıradaki notlarımı aşağı alıyorum: ../.. "Aşk - bütün bilginler şu konuda fikir birliğine varmışlardır ki - aşk, insan yüreğinin en cüretkâr özelliklerinden biridir; rütbe ve mevki kalelerini ateşli bir bakışla yerle bir eder; bu dünya ona çok dar, ebediyet ise çok kısa gelir. Evet, aşk aslında şairlerin pelerinidir, her hayal adamı bu soğuk dünyada bir kez olsun ona sarınarak Arkadya'ya göçer." ../.. (Bir Aylağın Hayatından - Joseph Von Eichendorff Sf. 121) “Günümüz telakkilerine göre ne denli naif, çocukça ve inandırıcılıktan uzak gözükürse gözüksün, bu dağdağalı, aldatmacalı, karaktersiz ve duygusuz post-modern zamanlardan kaçıp romantiklerin çağından bir yudum feyz almak bana daima iyi gelmiş; insanlığımı anımsatmıştır.” BİR OYUN BİR EĞLENCE / JAMES SALTER 2025 senesinde bende heyecan uyandıran bir başka eser yine Jaguar’dan, Amerikalı yazar James Salter’a ait savruk bir roman. Okuduğumda aldığım noktaları aşağıya alıyorum: “Jaguar Yayınları bizleri dünya edebiyatının nitelikli yapıtları ile buluşturmaya devam ediyor. Bu buluşma, bazı büyük yayınevlerinin ‘genç, bilmiş ve özenti’ editörlerinin Times Literary Supplement’in best-seller sayfalarında gördükleri her ödüllü kitabı okumadan, anlamadan, kapıp getirip alelacele çevirtip, cafcaflı kapaklarla, gürültülü bir şekilde yayınlaması gibi değil. Bir edebiyat bilinci ve duruşu taşıyor. Gösterişsiz fakat kaliteli sunumlar, nitelikli çeviriler ve gerçekten kuvvetli bir edebiyat duygusuyla seçilmiş eserler. Bunlardan en son okuduğum eser Amerikalı bir yazar olan James Salter’a ait BİR OYUN BİR EĞLENCE. Yayınevi, kendini kanıtlamış bu yazarı Amerikan edebî kanonunun önemli bir unsuru olarak tanıtıyor. Burada hangi kanondan bahsedildiği tartışmalı. Amerikan edebiyatında tek bir kanon var mı; bu nereden neşet edip nereye gider; bunlar gerçekten açıklamaya muhtaç. Ama illa bir açıklama gerekiyorsa ben bir tez atayım ortaya: BİR OYUN BİR EĞLENCE romanında gördüğüm kanon Beatnikler ya da Jazz Çağı filan değil. James Salter, Amerikalıların en sevdiği yazınsal tür olan Paris-Fransa sergüzeştli kanondan olan Henry Miller (Yengeç Dönencesi), Scot Fitzgerald (Geceler Güzeldir), Ernest Hemingway (Güneş de Doğar), Paul Auster (Cebidelik) gibi yazarların yolundan yürüyor. Ama çok çok güzel yürüyor. Romanın konusu anılmaya değmeyecek kadar sade ve sıradan. Amerikalı varsıl bir ailenin hayta evladı Fransa’ya geliyor ve 18’lik bir ‘manita’ (!) bularak gününü gün ediyor. Ancak James Salter bunu öylesine bir edebi estetik ve varsıllık içinde anlatıyor ki bu yazınsal kumaşa hayran olmamak elde değil. Kuşkusuz kitabın çevirmeninin Suat Kemal Angı gibi edebiyatın derin sularında çokça yüzmüş bir şair olması bu edebi kaliteyi algılamamızda etkili oluyor. Roman sözünü ettiğim diğer Amerikalı yazarlar gibi münhasıran Paris’e ve Riviyera’ya odaklanmıyor. Autun, Dijon, Angers, Orleans gibi taşra kentlerini de etkili bir yazınsallıkla yansıtıyor. Zaman zaman pornografiye kaçan erotik anlatı bende Philip Roth gibi cinselliği hayvani bir şekilde anlatan Amerikalı yazarlarınki gibi itici bir duygu yaratmadı. Bilakis tıpkı yazarın Fransa’yı estetize ederkenki başarısını andırır şekilde son derecede zarif ve endazesinde geldi. Kitapta anlatılan dönem olasılıkla Paris’in eksistansiyalist duygulanımlarla helak olduğu 60’lı yıllar. O yüzden Sartre’ın Ivich’i gibi, Camus’un Mersault’u gibi tavırlar içinde bohem, aykırı, özgürlükçü, avangard, eksistansiyalist, ilerici ve duygu dünyası gelişmiş kahramanların edim ve tercihlerini izliyoruz kitap boyunca. Kitapta en sevdiğim taraf ise dramatik yapı ve mantık dizgesi açısından ele alınacak olsa bizdeki Dil-Tarih Coğrafya Fakülteleri’nin yazma sanatı derslerinde kesin sınıfta kalacak olan “absürd” anlatının umursamazca yüksek edebiyat uğruna icra edilmiş olması. Daha açık anlatayım: Kitapta roman kahramanı Dave ile 18’lik Fransız sevgilisi Anne’nin aralarında geçenler kimi zaman olayın üçüncü kahramanı olan anlatıcı tarafından birinci tekil şahısla anlatılırken sonra yazar coşuyor ve yatak odalarına dalıp Tanrı yazar olarak her şeyi görüyormuşçasına anlatıyor. Bu, tabii ki bir mantık sorunu yaratıyor. Ama işte iyi edebiyatta buna hiç bakılmaz. “Absürd”ün “Absürd” olduğu o güzelim, ilerici, çılgın, özgür, avangard yıllar bir daha geri gelir mi acaba? James Salter tanışmaya, okunmaya değer, son derecede nitelikli bir yazar.” 2025’de edebiyat adına iyi bir adım olarak gördüğün beşinci ve son eser ise Ayşegül Savaş’a ait İşbankası Kültür Yayınları’ndan çıkan Beyaza Beyaz adlı roman. Roman, yazımın en başında izah etmeye çalıştığım, dünyadaki güncel edebiyat tasalarını taşıması hasebiyle önem taşıyor. Naif, duygusal, sanatsal duyarlılığa haiz, gerçekçi, son derecede zarif bir roman. Roman hakkında kaleme aldığım ve Gerçek Edebiyat sitesinde yayınlanan yazımdan notlar aktarayım: “Ayşegül Savaş'ın biyografisine haiz olduğumuz için eserin oto-kurmaca özelliklerinin ağır bastığını rahatlıkla ifade edebiliyoruz. Bundan dolayı eserden gerek akademik dünyanın sanatsallıkla ilişkisi, gerekse de sanatçı kişiliklerin obsesif, duyarlı, zengin ve bir o kadar da egosantrik dünyasına ilişkin ‘içeriden’(?!) betimlemeler, nitelikli analizler, incelikli duygulanımlar alabiliyoruz. Eser, ortalama okurun büyük zevk duyacağ; ‘okudum, çarpıldım, tokat yemiş gibi oldum, sarsıldım’ diyeceği, tipik pazarlama klişelerinin teması olabilecek yaklaşımların olabildiğince uzağında kurulmuş. Naif, duyarlı, içtenlikli, sade ve donanımlı bir kalemden çıkmış kısa bir novella. Tumturaklı, insanı çarpan, yere seren bir dramatik yapısı filan da yok. O nedenle ortalama okurun uzak durması gereken; fakat sanatsallıkla, inceliklerle, sofistike duyarlılıklarla alâkalı okurun ise iletişim kurmaya ve anlamaya çalışması gereken sade bir novella. Sanatçıların egosantrik, obsesif ve çok zaman ölçü dışı davranışlarını abartıya kaçmayan içe dönük, duyarlı hatta yer yer ‘fragile’ bir dille anlatıyor. “ İstanbul, 24 Aralık 2025 Hikmet Temel Akarsu
Gercekedebiyat.com





















YORUMLAR