II. Meşrutiyet / Mehmet Tanju Akad
Padişahın irade-i seniyyesi ile kapatılmış bulunan Heyet-i Mebusan 30 sene 5 ay ve 6 gün sonra yeniden açılınca buna II. Meşrutiyet denildi.
Bu deyim fiilen doğru olmakla birlikte durum aslında sadece 14 Şubat 1878 günü tatil edilmiş olan meclisin tekrar açılmasından ibaretti. Kanun-ı Esasi tüm bu süre boyunca her yıl düzenli olarak devlet salnamelerinde yer almış, hayat boyu kaydıyla padişah tarafından atanan Meclis-i Ayan üyelerinin adları da yayınlanmıştır. Bunlar merasimlere katılıyor ve maaşlarını alıyorlardı ama anayasaya göre Mebusan Meclisi açık olmadığı için toplanamıyorlardı. Son yıllarda bunların sadece üçü hayatta kalmıştı. Tahta çıkarken Mithat Paşa’nın anayasa yapılması koşulunu kabul eden Abdülhamit aslında meclisi tatil edip seçilmiş mebusları memleketlerine gönderirken anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanmıştı. Keza Mithat Paşa’yı sürgüne yollarken de yine bu ilk Türk anayasasının 113.maddesinin kendisine verdiği bir “hak”tan yararlanıyordu. Böylece II. Abdülhamit’in kanunlara uydurulan ama hukuka uymayan “istibdad” yönetimi başlamış oluyordu. Matbuat da “kanunlar çerçevesinde” hürdü! Bu yıl bütün Balkan topraklarında isyan ölçüsünde kaynaşmalar devam ediyor, Mayıs başında İstanbul medreselerinin talebeleri başkentte büyük huzursuzluklar çıkartıyordu. Mayıs sonunda yüksek rütbeli subaylar bir darbe yaparak Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler. Liberal fikirli olarak tanınan V. Murat tahta çıktı. Ama hasta olduğu anlaşılınca darbecilere anayasa ilan edeceği sözü veren II. Abdülhamit padişah oldu. (Bu arada Abdülaziz’in servetinin yağma edildiği konusuna birçok kaynakta yer verilmiştir ki, benzer bir yağmanın II. Abdülhamit tahttan indirilince yapıldığı da anlatılmaktadır.) Temmuz ayında Bosna ve Bulgaristan isyanları yayılırken Sırbistan ve Karadağ’da fırsattan istifade harb ilan ettiler. Büyük devletler de Rusya’nın Balkan işlerine daha çok karışacağından korkarak Osmanlı'ya ıslahat meselelerini ele almak üzere 23 Aralık günü Kasımpaşa Bahriye Nezareti’nde bir araya geldiği için Tersane Konferansı adı verilen bir toplantı düzenlediler. Böylece hem aralarında Mithat Paşa’nın bulunduğu gruba söz verildiği hem de Batılı devletlerin müdahalesinden çekinildiği için aynı gün Türkiye’nin ilk anayasası ilan edildi. İngiltere, Fransa, İtalya, Avusturya, Almanya ve Rusya delegeleri görüşmelere başlamışken gelen şiddetli top sesleriyle şaşınlığa uğradılar. Hariciye nazırı Saffet Paşa Bahriye Nezareti’ne giderek yabancılara bu top seslerinin anlamını açıkladı: “Padişah meşruti rejimi ilan etmiş, artık tüm azınlıkların hakları garanti altına alınmıştır. Binaenaleyh bu toplantıya da gerek kalmamıştır.” Yabancı delegeler “çocukça” buldukları bu sunuştan hiç etkilenmediler ve işlerine devam ettiler. Koskoca imparatorluk istemediği bu toplantıyla bile başa çıkamayacak hale düşmüştü. O gün Bab-ı ali'de küçük bir toplantı, gece de cılız bir fener alayı yapıldı. Halk böylece Kanun-ı Esasi’den haberdar oldu. ANAYASA Anayasaya gelince, Sadrazam Mithat Paşa başkanlığında ama üyeleri Padişah tarafından seçilen 28 kişilik bir kurul tarafından hazırlanmıştı. Hiçbir halk katkısı yoktu. Kurul içinde de liberal kanat padişah yanlısı muhafazakar gruba yenik düştü; “kutsal ve sorumsuz” padişaha sürgün ve iki kanatlı (ayan ve mebusan) meclisi fesh yetkileri tanındı. O da ilk fırsatta bu yetkileri kullandı. Halbuki ilk Osmanlı Mebusan Meclisi kısa süren çalışma hayatında, milliyetler ve dinler arasında çatışma alanı haline gelmeden, sorumlu ve ciddi bir çalışma sergilemişti. Mithat Paşa sürgüne gönderilirken halkın kendisine sahip çıkmasını beklemişti. Padişah da her ihtimale karşı tedbirlerini almıştı ama gemi Marmara'ya açılırken İstanbul’da tek bir ses bile çıkmadı. Abdülhamit rahat bir nefes aldı. İlk anayasa sahibini yitirmişti. İlk anayasamızda herhangi bir halk desteği ve hatta talebi bile yoktu. Bu, çok sınırlı çevrelerde tartışılan bir konuydu. Arkasında siyasi bir güç olmadığı için kısa sürede rafa kaldırıldı. Ancak olağanüstü koşulların zorlamasıyla raftan indirildi. Bu kez İttihat ve Terakki gibi bir sahibi vardı. Bu parti de aslında ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunlara yanıt verecek kadrolaşmaya ve zihinsel hazırlığa sahip değildi. Kısa sürede kontrolü elinden kaçırdı. Sonrası da, öncesi gibi, sürekli kaostu. Daha sonraki anayasalarımızın da halkın talepleri doğrultusunda hazırlandığı söylenemez. Hepsi bir süre sahiplerine hizmet ettikten sonra rafa kaldırıldı. Esasen ülkemizde anayasalara kurtarıcı rolü atfedilmesi de dar çevreler içerisindedir ve zaten anlamsızdır. Siyasi kültürün gelişmiş olduğu bir toplum en kötü anayasa ile düzgün bir yönetim kurar. Siyasi kültürün gelişmemiş olduğu toplumlar ise en iyi anayasayla bile kötü yönetilir. Bununla birlikte, her ne kadar anayasaların topluma göre kesilip biçilmiş olması elbette önemliyse de, anayasa hiçbir zaman tek başına çare değildir. Mehmet Tanju Akad
ABDÜLHAMİT YÖNETİMİNİN SONU GELİRKEN
Abdülhamit’in yönetimi altında Osmanlı devleti ömrünün sonuna yaklaşırken idealist kişiler meclisin açılması ve özgürlüklerin kullanılmasıyla bu felaketli sonucun önlenebileceğini düşünmeye başladılar.
Anayasa, dar da olsa bir kesimin gözünde –esas olarak devlet, kısmen de toplum için- sihirli bir kurtarıcı gibi görülmeye başlandı. Ancak Osmanlı ülkesi artık öylesine iç gerilimlerin ve dış baskıların içerisine girmişti ki, meşrutiyetin getirdiği karışıklık toplumu, devleti ve orduyu kutuplaştırarak sonuçta çöküşü hızlandırmış oldu.
Azınlıklar meşrutiyeti kendi amaçlarını kolaylaştıracak bir olay olarak gördüler. Türkler ise yeni gelen özgürlükleri hazmetmeye vakit bulamadılar.
II. Meşrutiyetin ilanını takip eden günler içerisinde Girit’in Yunanistan, Bosna Hersek’in Avusturya tarafından ilhaklarının ve Bulgaristan’ın bağımsızlığının resmileşmesi ise İttihat ve Terakki’nin itibarına büyük darbe vurdu.
Bu parti yine de 1908 sonbaharında uzunca bir süreye yayılan seçimleri büyük çoğunlukla kazandı ama yükselen muhalefet ve hemen arkasından gelen 31 Mart gerici ayaklanması ve Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyerek meşrutiyeti silahla korumak zorunda kalması bunalımı derinleştirdi.
Yaptığı ihtilalden sonra gelen ilk meşrutiyeti korumak için teşebbüste bulunmayan ordu yine vesile olduğu ikincisine sahip çıkmıştı. Böylece ordunun iç politikaya müdahele ve anayasa yapma geleneğindeki önemli adımlardan birisi daha gerçekleşmiş oldu.
Bu arada suikastler, idamlar, sürgünler ve darbeler birbirini izlerken imparatorluk 1911 yılında 11 yıl sürecek ve tasfiyesiyle sonuçlanacak olan son savaşlarına başladı.
TÜRKİYE’NİN İLK ANAYASASI
Türkiye anayasa konusunda batının gerisinde kalmış, ancak Rusya ve İran gibi komşularından önde olmuştur. Amerikalılar 1787 tarihinde tarihin ilk büyük yazılı anayasasını yaptıktan sonra bunu Fransızlar (1791) izlemiş ve bundan sonra anayasalar modern devlet yönetiminin vazgeçilmez koşulu sayılmaya başlanmıştır.
Her ülkede olduğu gibi Türkiye’de de anayasal düzenin kuruluş biçimi sonraki tüm gelişmeler üzerinde belirleyici bir etkide bulunmuştur. Bu bakımdan 1876 yılına kısaca bakmakta yarar vardır.
YUKARIDAN GELEN
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR