Son Dakika



Okuyucu kitabı okurken yalnızca Hilmi Yavuz’la değil, şiir ve felsefe tarihinin öne çıkan isimleriyle sohbet etme şansını elde ediyor. Zamanla kendisinin -Hölderlin’in deyişiyle- bir söyleşiye döndüğünü söyleyen yazar (“Anlam ve Yolculuk” 12), bu söyleşiye okuru da dâhil ediyor. Okura zaman zaman sorular yöneltiyor, bu da okuru düşünmeye ve sorgulamaya yöneltiyor.

Düşüncenin olduğu kadar duygunun da bir bilgeliğinin olduğunu bize kitap boyunca duyumsatan yazar, şimdiden geleceğe gidilen bu anda, şimdiden geçmişe gitmenin insani sıcaklığını duyuruyor. Fakat bu herhangi bir geçmiş değil, Türk yazın tarihine ilişkin önemli anekdotların yer aldığı, genç şairlere değerli ipuçları verebilecek bir geçmiş… Proust gibi söylersek bir Kayıp Zamanın İzinde

Hilmi Yavuz’un hüzün şairi olduğu söylenir… Bunun nedeni bana kalırsa Proust’un şu sözlerinde saklıdır: “Mutluluk beden için faydalı olsa da akıl yetisini geliştiren kederdir.” Hüznün bir sorgulama ve muhalefet olduğunu yazar kendisi de dile getirir. Hilmi Yavuz ne yalnızca bir düşünce adamı ne de yalnızca bir şairdir. O hem duyguyu hem de düşünceyi dünyayı daha iyi anlamak ve anlatmak adına “temellük” etmiştir: “Ey hüzünlere reâyâ olan derviş" (“Sırası Gelince” Bakış Kuşu 43).

Hüznün Hilmi Yavuz şiirinde hatıralarla kuvvetli bir bağı vardır. Çünkü şairin yurdu, ya hatıraları yahut hayalleri olur. Geçen zamanı kendinin kılmanın en güzel yollarıdır bunlar, en güzel şiirsel araçlarıdır. Gerçekliğin kenara itilmişliğinde, görmezliğinde yaşayan şair belleğini yeni bir mekân olarak kullanır. Gerçeğin misafirperverliğinden çok hatıraların ve hayalerin misafirperverliğini yeğler. Çünkü onlarda, Eluard’ın chaleur humain (Aktaran Yavuz 11) dediği insan sıcaklığı mevcuttur: “Bir ırmakta ikinci kez anılarla yıkanılır.” (Yavuz “Anıları Yazmak” 56).

“Tekdüzelikte imgelemi kışkırtan bir şey” olduğunu düşünen yazar, “Yaz Düşümleri” adlı yazısında semper eadem (“her şey hep aynı kalsın” 123) tutkusundan bahseder. Çünkü bellekte her şey hep aynı kalır, hep ilk edinildiği hâliyle… Geçen zaman anlar değil, hatıralar bırakır. Hatıralar da yalnızca anımsanan, gerçeklikle nüfuzlarını bellek üzerinden gerçekleştiren yalnız resim parçacıklarıdır. Hüzün, geçmişin geçmiş olmasına değil, hatıraların geçmiş olmasına yöneliktir. Bundan ötürü her biri kişisel tarihten seçilmiş “zarif tahayyül[lerdir]” bunlar… “Varlık şiirde kendi evinde barınır” (“Rilke’yi Sevmek” 19) diyen yazar gibi, varlık hatırada ve hayalde de kendi evinde barınmaktadır. Bu yüzden “hep aynı kalsın”dır her şey…

“Yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var...” diyen Sylvia Plath gibi zamanla yazar, kendisini bir söyleşi olarak kavramıştır: “Benim anlamım ne sorusunun yanıtını, kendimi bir söyleşi olarak kavradığım zaman buldum” (“Anlam ve Yolculuk” 13). Sözcüklerin, insana ulaşan sesleri arasında şair kendisini bir söyleşi olarak tanır. Çünkü şiir, tıpkı sözcükler gibi dünyayı yabancı bir yer olmaktan kurtarır. Hilmi Yavuz da, şiiri ile dünyayı yabancı bir yer olmaktan kurtarır. Yolculuk “dil evi[nde]” bilinen bir yere doğrudur: hatıralara…

Hilmi Yavuz, Proust-sever bir yazardır, tıpkı Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi. Kendisi de Tanpınar’ın “geçmiş medeniyeti” dediği bir yerde durur. Yazar, bir “gizem öğretmeni” olarak andığı annesinden (“Annemi Düşünmek” 10), gaz lambası ışığında hayal gücünü besleyen o gölgelerden, çoğunlukla yalnız çocuk olmanın, okuyan çocuk olmak anlamına geldiğinden, “bellek simge[lerinden]” (mnemic sembol), Raleigh bisikletinden, Tanpınar’ın deyişiyle “his tarihi[nden]” (“Hüzün ve Ben” 193), “belleğin ceviz sandığını süsleyen altın varakları[ndan]” (“Yaş Yetmiş Beş Yolun Neresi Eder” 201), a Dergisi serüvenlerine dair tüm anılarından dünya gözüyle değil, hayal gözüyle aktarımlarda bulunur. Yahya Kemal’in deyişiyle Hilmi Yavuz, “Hayalinden bakar puşide-i evrak olan havza” (“Bursa’da Çocuk Narkissos ve Yaşlı Dionysos” 58) bir imtidâd içinde…

Her şeyin bir geçmişe biriktiği zamanlarda, insanın sağlam bir belleği olsa gerektir. Çünkü yazara göre “Gerçeklik, artık, yaşandığı gibi değil, anımsandığı gibidir” (“Anıları Yazmak” 55). Hilmi Yavuz bu düşünceyi çarpıcı bir şekilde özetler: “Gerçeklik belleğimdi” (56). “Hayatını kasden daraltmak’tan sınırsız haz duyan biri” olarak yazar, Baudelaire gibi “mutlu zamanları yadetme sanatının bir ustası[dır]” (Je sais l'art d'évoquer les minutes heureuses). Ahmet Hâşim’in “Bize bir zevk-i tahattur kaldı / Bu sönen, gölgelenen dünyada!” dediği zamanların…

Hüzün ve Ben, Proust deyimiyle okuyucunun kendisinde birçok şeyi onsuz göremeyeceği bir çeşit “optik araç[tır]”. Bugünden geleceğe yapılan yolculuğun zorbalığına karşın, şairin zihni geçmişe doğru bir özgürlük alanı olarak belirir: “Aslında, anlam aramak da bir yolculuktur. Bu yolculuk hüznün, acının, merhametin konaklarından geçerek Anlam'a varır. Hüzünden, acıdan ve merhametten geçmeyen bir Zaman'ın Anlamı var mıdır;-yoktur!..” (“Anlam ve Yolculuk” 12)

Müesser Yeniay
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM