Hızır Paşa Gibi Zalım Var İse / Benim de Bir Ahım Var / Halit Payza
Madımak Oteli önündeki kalabalık cehennemdir ve gelen kendi ateşini kendi getirmiştir.
Sabahattin Eyuboğlu “Pir Sultan’a Selam”da, kırmızı bir gül imgesi ile betimler onu. Üstelik Anadolu halkının bağrında açmış bir kızıl gül’dür. Eyuboğlu, Pir Sultan’ın kendisini bekleyen sehpaya yürürken söylediği ileri sürülen “Ben Musa’yım, sen Firavun / İkrarsız şeytan-ı lain / Üçüncü ölmem bu hain / Pir Sultan ölür dirilir.” dizelerini ozanın değil, Pir Sultan Abdal’ı Hızır Paşa’ya inat yüreğinde dirilten halkın söylemiş olmasını akla ve halk şiir geleneklerine uygun bulur. Eyuboğlu “Pir Sultan, Anadolu halkından kopmuş, köyün köylünün dilinden anlamaz olmuş, Arabın zemzem suyunu halkın alın terinden daha kutsal sayacak kadar yozlaşmış, çıkmaz yollara sapmış, çıkarcıların çamuruna saplanmış olan Osmanlı sarayına karşı bir başkaldırmaydı. Saray, Pir Sultan'ı astırıp, halkın kanıyla beslenen yobazları tutmasaydı, astığı astık, kestiği kestik bir imparatorluk kuramazdı, ama daha uyanık, daha insanca bir devlet olma yolunu bulabilir, halkından daha az kültürlü olmak ayıbından kurtulabilirdi.” diye yazar. Buna göre, saray bilinçlenmenin önünde bir engeldir, yobazlığı besleyen bir güçtür. Dönemin eğitim kurumları da bu amaçla bilimsel bilgi yerine, dinsel inancı hurafe olarak üreten içleri boş kurumlardır. Varlıklarını sürdürebilmeleri, dinsel korkular üreterek, halkın saraya karşı uyumlu kullar yetiştirmek ve bilinçlenmenin önünü kapamaktan geçmektedir. Halk şiiri ise buna verilen dirençtir, bir başkaldırı, bir karşı koyuştur. Sarayın baskısına, değerlerin yozlaştırılmasına ve soyguna karşı koyan, ellerinde sazı, dillerinde sözü olan ozanlardır. Nitekim Eyuboğlu, İstanbul’un ortasında kurulan medreselerden yüz ağartacak tek bir insanın yetişmemiş olmasına işaret etmektedir. Pir Sultan Abdal, Osmanlı Ulema’sına göre dinsizdir. Namaz kılmamakta, oruç tutmamakta, şeriata aykırı davranmaktadır. Dinen yasaklanan şarap içmekte, Safevileri savunmakta, rafizi yasak kitapları okumaktadır. Ayrıca, semah dönmekte, çengili-çalgılı törenler düzenlemekte, haremlik-selamlık ilişkilerine boş vererek, kadınlı erkekli cem’e katılmaktadır. Bu gerekçelerle de din dışı sayılmıştır. Yukarıdaki dizelere gelince, bu anlamda 2 Temmuz 1993, Pir Sultan Abdal’ın üçüncü değil dördüncü ölümüdür! Hızır Paşa, elinden feyz aldığı ve desteğini gördüğü Pir Sultan’ı, Osmanlı’nın otoriter baskıcı yönetimine baş eğmediği, halkı ezen ve onu daha da yoksullaştıran sömürüsüne mührünü basarak onay vermediği için idam sehpasına götürmüştür. Pir Sultan Abdal, hainlerle işbirliği yapmamış, özgür aklı ve insanca bir yönetim biçimini savunduğu için asılmıştır. Bu nedenledir ki, Sivas ilinin, Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz Köyü 1989 yılından bu yana, her 2 Temmuz’da Pir Sultan Abdal’ı yeniden küllerinden doğurur. 2 Temmuz 1993 ise Pir Sultan Abdal’ın 37 canda birden yeniden küle dönüşmesinin tarihidir. Bu tarih, aynı anda Sivas’ta kurulan Cumhuriyet’in, Sivas’ta ateşe verilmek istenilmesinin de utanç yüklü tarihidir. Öyleyse iki Sivas vardır. Pir Sultan’ın yeniden küllerinden doğru Sivas, ikincisi küllerinden doğan Pir Sultan’ı yeniden küle dönüştüren Sivas. Birincisi Sivas’sa, ikincisi Sivas’tan da öte, Madımak’tır. Birincisi Musa’sına sahip çıkan Sivas, ikincisi Firavun gibi ateşlerle 33’ünü birden yakan Madımak. Daha çok olsalar, daha çok yanacaklardır. İkincisi düpedüz utançtır. Madımak Oteli önündeki kalabalık cehennemdir ve gelen kendi ateşini kendi getirmiştir. 1993’te Pir Sultan, düzenlenen kültür etkinlikleri ile küllerinden yeniden doğmak üzere, Sivas’ta, bir kültür merkezinde Kültür Bakanlığı’nın desteği ile anılmak istenildi. Anmanın, yerel olmaktan çıkarılarak, evrensel niteliklere ulaştırılması amaçlanmıştı ve bunu kazanç sayıyoruz. Giderek, ulusal olmanın da ötesinde, uluslararasılaştırılması gerektiğine de inanıyoruz. Bu insanın alın terinin, Arabın zemzem suyundan daha kutsal olduğunun ve paylaştıkça güzelleştiğinin en somut göstergesidir. Böyle de olmalıdır. Saray, Pir Sultan Abdal’ı astırıp, Osmanlı’yı utanca kesmişti, Cumhuriyet laiklik ilkesiyle din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırarak bu utancı silmek istedi. Cumhuriyet Din Devleti’ne karşılık Ulus Devleti; hukuk, eğitim, yazı, dil, çağdaş bir yaşam biçimi ve buna uygun kültür devrimlerle, halkla birlikte gerçekleştirdi. Mustafa Kemal Atatürk’e göre laiklik yalnızca din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelmiyordu. Laiklik bunun dışında bütün yurttaşların vicdan, ibaret ve din özgürlüğü de demekti. Laiklik dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlığa da karşı durma biçimiydi. Ne yazık ki onun ölümünden kısa bir süre sonra tarihin tekerleği barbarlıktan uygarlığa değil, uygarlıktan barbarlığa doğru çevrilmek istenildi. Cumhuriyetin kazanımları, özellikle 1950’dan sonra hızla aşındırıldı ve yerine yeniden Din Devleti geçirilmek istenildi. Laiklik’in de içeriği boşaltıldı, din özgürlüğü adı altında dinin yozlaştırılması süreci yaşama geçirildi. Cumhuriyet karşıtı gerici iktidarlar aklın özgürleşmesi yerine biat edilmesini, çağdaş yaşam biçimi ve kültürü yerine, Din Devleti adı altında emperyalizmle bütünselleşmiş Batıcı yaşam biçimi ve kültürünü dayatarak, utanca yeni utanç kattılar ve utancı daha belirginleştirdiler. Etkinliğin yapılabilmesi için hazırlıklara aylar öncesinden başlanıldı. Pir Sultan’a yaraşır bir etkinlik gerçekleştirilmem istenilmektedir. “Aydın” niteliğini taşımayı gerçekten hak eden sanatçılar, yazarlar bu amacın gerçekleşmesi için üzerlerine düşeni yapmaya hazırdır, canlarını verecek kadar. Hazırlananlar yalnızlar sanatçılar ve yazarlar değil. Bir de hazırlananlara karşı hazırlananlar var. Kentte, “Müslümanlar” diye başlayan bir bildiri dağıtılır. Bildiride, etkinliğe katılacak olan sanatçı ve yazarların “Müslümanlığın kutsal değerlerine hakaret ettikleri” yazılıdır ve kıyamdır. Bildiride, Müslümanlara, Müslümanlıklarını yerine getirmesi çağırısı yapılmaktadır. Kanlı 2 Temmuz’un ilk kıvılcımıdır. Kıvılcım daha sonra kora, giderek insan etinin de yandığı küle dönüşecektir. SİVAS'TA "HİCRET KOŞUSU"NU KİM DÜZENLEMİŞTİ! Sivas Belediyesi, Pir Sultan Abdal Şenliklerine karşıt, başka bir etkinliği yaşama geçirmek istemektedir. Pir Sultan o gün de saray’a, ama dinsel yozlaşmayı savunan bir yerel saraya karşıdır. Saraydaki yeni Hızır Paşa, dördüncü kez Pir Sultan Abdal’ı öldürmeye kararlıdır. “Hicret Koşusu” bunun için düzenlenmiştir. Çevre illerden Sivas’a, bu koşuya katılmak ya da izlemek isteyenler gelmektedir. Kimi yerel gazeteler de kendilerine uygun görülen kışkırtıcılık işlevini yerine getirmek için matbaaları ve kalemleriyle hazırdırlar. Ve etkinlik için gelen sanatçılar, yazarlar, aydınlar Madımak Oteli’nde konaklayacaklardır. Madımak Oteli’nin altı kebapçıdır ama otelin tamamı fırındır, henüz bilinmemektedir. Madımak Oteli’nde değil, bir başka otelde konaklasalar, olacaklar yine olacaktır. Ancak Madımak Oteli seçilmiştir ve hazırlıklar da buna göre tezgahlanmıştır. Sezgiler ve fısıltılar vardır ama henüz cinnet, daha sonra açıkça yaşanacağı gibi görünmemektedir. Kuşkusuz, ona da sıra gelecektir. Kuluçkadır, canavarın rahminde embriyo halindedir. Yerel gazetelerin de “Müslümanlar” diye başlayan, etkinliğe katılacakları “Müslümanlığa harakeretle” suçlayan ve “Müslümanlara, Müslümanlıklarını yerine getirmesini “ isteyen bildirilerden farkı yoktur. Gazeteler bildiri, bildiriler gazetedirler. Kan ve öfke yazmaktadırlar. Pir Sultan’ı bir kez daha asmaya hazırlanmaktadırlar. Üstelik buna Belediye’nin başka bir katkısı daha vardır. Otelin önünde yol çalışması yapılacağı gerekçesi ile kamyonlar dolusu taş getirilerek, göstericilerin emrine amade yığılmıştır. Namluya sürülmüş ve patlamaya hazır fişektirler. BİLE İSTEYE ALINMAYAN GÜVENLİK ÖNLEMLERİ... Sivas olaylarına baktığımızda gördüğümüz, bütün bu olumsuzluklara eklenen başka olumsuzluklardır. Bunlardan bir tanesi de güvenlik önlemlerinin alınmadığı gibi, bile isteye alınmadığıdır. Güvenlik güçleri başka gerekçelerle, kent dışındadır. Kent ölümcül safarisine hazırlanmıştır. Kıyamete beş vardır ve kıyamet için ilk kıvılcımın çakılması beklenmektedir. Pir Sultan’ı yeniden öldürmeye hazırdırlar. Meydan Cami ile Paşa Cami Cuma namazı için gelenlerle hınca hınç doludur. Namaz kılınır ve insanlar sokaklara akarlar. Atatürk Caddesinden, Vilayet binası önüne doğru bir yürüyüş başlar. Başlangıçta, sayıları beş yüz civarındadır. Yürüyüşçüler Vilayet Alanına geldiklerinde, onları orada karşılayarak, kendilerine katılanlarla sayıları beş bin olmuştur. İstasyon Caddesi güzergâhından akan kalabalık, etkinliklerin yapılacağı Kültür Merkezine ilerler. Kültür Merkezi’nin önünde Pir Sultan’ın önüne bir anıt dikilmiştir, kanlı Sivas’tan bir gün önce: Ozanlar anıtı. İlk kıvılcım çakılır, insanlar yakılmadan önce, anıt asılır. Boğazından ip geçirilir, yerinden sökülür ve hıncını alamayan kalabalıkça sürüklenilir. Kalabalık artmaktadır ve artık sayılarının on beş- yirmi bin civarında olduğu söylenmektedir. Önemsenmesi gereken bir sayısıdır bu ve cehenneme giden yol ilk adımla başlamaktadır. İkinci adım teferruattır. Madımak Oteli, feodal bey’lerin taştan surlarla çevrili kaleleri gibi sarılmıştır. İçeriye gün ışığı bile sızmamaktadır. Kalabalık, yol çalışması yapılacağı gerekçesi ile kamyonlarla getirilerek, yığılan taşlarla oteli taşlamaktadır. RECM'DİR! Recm’dir. Ve ilk taşı atanların hiçbiri günahsız değildir. Telefonlarla yardım istenilir. Erdal İnönü SHP Genel Başkanıdır, Fikri Sağlar Kültür Bakanı, Tansu Çiller Başbakan. Kültür Bakanı da etkinliklere katılmak istediğini belirtmiştir ama bir gün önce başka bir iş gerekçesi ile bundan vazgeçmiştir. İş bu çıkar da iner de! Valilik olayların istenilmeyen bir yöne gittiğini görünce, Pir Sultan Abdal Kültürel etkinliklerinin iptal edildiğini açıklamak durumunda kalır. Vali’nin sözleri dikkate alınmaz. Bu kez Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu konuşur ve cinnet’i gaza’ya benzetir. Cinnet geçiren, gözü dönmüş, eli kanlı canilere “Gazalarının mübarek olmasını” diler. Araçlar devrilir, önce araçlar, sonra otelin kırılan camlarından dışarı taşan perdeler ateşe verilir. Cehennem ateşi yakılmıştır ve kurban olarak melekler seçilmiştir. Pervane ışığa koşmaktadır: Ölmek için, yanmak için! Erdal İnönü’nün tarihe geçecek ünlü açıklaması gelir ardından. İnönü, güvenlik güçlerinin özveriliyle çalıştığını, bu çalışma ve gösterilen özveri ile vatandaşların daha fazla zarar görmesinin engellendiğini açıklamaktadır. Aziz Nesin gülmecesinden de öte gülmece örneğidir. Nasrettin Hoca fıkrasıdır, köpekleri serbest bırakmışlar, taşlardı bağlamışlardır. Yananların huzur içinde yanmaları için özverili çabalar gösterilmekte, yakmaya çalışan vatandaşların kundaklamaları sırasında zarar görmeleri engellenmektedir. Başbakan Tansu Çiller’dir. Mademki bir kez ölmece gülmecedir, o da aynı güzellikteki ünlü sözünü söyleyecektir. “Otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır.” Biz buradan vatandaşlık tanımını da çıkarıyoruz. Otelin dışında yakanlar vatandaştır, otelin içinde yananlar vatandaş değillerdir. Mesut Yılmaz’a da söz düşer elbet. Bu kanlı Orta oyunu’na o da katkıda bulunur. “Bu,” der en bilmiş haliyle, “futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır.” Engin deneyim ve tecrübelerinden anlıyoruz ki, futbol maçlarında da insanlar yakılmaktadır. Bilmediklerimizi öğreniyoruz. İtfaiye, yangını seyretmektedir. Bellek yitimi mi, sanmıyoruz. Görevlerinin yangını izlemek değil, söndürmek olduğunun bilincindedirler. Bellek yitimi bilinçle seçilidir. Görevlerinin yangını söndürmek değil, yangını gözlemek olduğu söylenebilir. İş işten geçtikten sonra, görüntüyü kurtarmak için yangın merdiveni otele uzatıldığında, yangında boğularak ölmekten ve böylelikle yanmaktan kurtulan Aziz Nesin, yanlışlıklı aşağı indirilirken dövülür, sövülür. Sivas’ta Pir Sultan etkinlikleri değil, etkinliğe katılanların yakılmaları sekiz saat sürmüştür. Nesimi Çimen, Asım Bezirci, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Behçet Aysan, Muhibe Akarsu, Edibe Suları, Uğur Kaynar, Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Sehengül Ateş, Hasret Gültekin, Muammer Çiçek, Gülender Akça, Mehmet Atay, Sait Metin, Corina Johanna, Gülsün Karababa, İnci Türk, Huriye Özkan, Murat Gündüz, Ahmet Özyurt, Handan Metin, Yeşim Özkan, Yasemin Sivri, Serpil Canik, Serkan Doğan, Belkıs Çakır, Nurcan Şahin, Özlem Şahin, Asuman Sivri, Menekşe Kaya, Koray Kaya… Bunlar Pir Sultan Şehitleri, ya da yeniden küllerine dönen Pir Sultan’lardır. Yargılama aşaması bundan sonradır. Dava Sivas’ta açıldı, güvenliğin sağlanamayacağı, yeni olayların çıkabileceği endişesi ile Ankara’ya taşındı. Adli yargı davayı örgütlü suç olarak nitelendirdi ve DGM’ye gönderdi. 1994 yılında DGM, suçluları ve suçluyu karıştırdı. Yakılarak öldürülmeye çalışılan, kurtulduğu anlaşılınca kurtarılmak istenilmeyen ve tartaklanan Aziz Nesin’i suçladı ve tahrikçi olduğu kanısını kullandı. Aziz Nesin, bundan bir süre önce Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabının bazı bölümlerini Türkçe’ye çevirmiş ve düşünce özgürlüğünü savunmak adına, günlük Aydınlık gazetesi’nde yayımlatmıştı. Mahkemeye göre bu onu tahrikçi yapıyordu ve suçlular değil, tahrikçi olan Aziz Nesin suçluydu. Yargıtay, DGM’nin verdiği kararı bozdu. Kararı hukuka uygun bulmamıştı. DGM, 28 Şubat sürecinin de rüzgarlarıyla davayı bu kez “Anayasal düzeni bozarak şeriat devleti kurma” iddiasıyla yeniden görüldü. 33 sanık hakkında idam kararı verildi. 16 Haziran 2000’de mahkeme bozma üzerine yeniden idam kararı verdi. 2002’de ceza yasalarında yapılan değişiklikle idam cezası kaldırıldı. Sanıkların cezaları ömür boyu ağır hapis olarak değiştirildi. Pir Sultan Abdal, “Hızır Paşa gibi zalim var ise / Ne yapayım benim de bir ahım var” diyor bir dörtlüğünde. Sonra sürdürüyor Hızır Paşa’nın hünkarına, “Hünkar sağır olmuş ünümü duymaz / Masumlar boğdurur padişahım var” diye. Hızır Paşa gibi Hızır Paşalar yok mu günümüzde? Yok ise Sivas’ta yaşanılanlar ne? Sağır değil mi hünkarlar? Değilse masumları yaktıran ne? Söylenceye göre Hızır Paşa, Pir Sultan’ın dergahındaki müritlerinden biridir.Pir Sultan’a bir gün gelir ve kendisine himmet etmesini ister, “İzin ver gideyim, okuyup büyük adam olayım.” der. Okuyacak, büyük adam olacak, önemli yerlere gelecek ve Pir Sultan’dan öğrendiği gibi “bozuk-düzen”e karşı koyacaktır. Pir Sultan izin vermek istemez ilkin, Hızır’ın okuyup döndüğünde, katline ferman getireceğini öngörmüştür. Atilla Özkırımlı ve Abdülbaki Gölpınarlı iki ayrı Hızır Paşa’dan söz ederler. Atilla Özkırımlı’nın Hızır Paşa’sı 1548 yılında yaşamıştır. Gölpınarlı’nınki 1560-1567’de. Ancak aynı dönemde yaşayan Hızır Paşa’ların sayısı iki değil üçtür. İnternette yapılacak bir aramada üçüncü bir Hızır Paşa’nın varlığına rastlanılır. Bu üçüncü Hızır Paşa da Ali Haydar Avcı’nın Hızır Paşa’sıdır. Mühime Defterleri Kayıtlarını çözen Ali Haydar Avcı’nın, “Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal ve Bütün Deyişleri” adlı araştırmasındaki Hızır Paşa’sı, Pir Sultan’ı ipe gönderen gerçek Hızır Paşa olarak belirtilmektedir. Biz bu Hızır Paşa’lara, yeni Hızır Paşalar ekleyebiliriz. Üç tane, beş tane, elli, yüz, bin tane değil. 2 Temmuz 1993’te Madımak Öteli önündeki kalabalıktakilerin hepsi, ayrımsız Hızır Paşa’dır. Ellerinde Pir Sultan’ların yakılma fetvaları… Halit Payza gercekedebiyat.com
DGM AZİZ NESİN'İ SUÇLUYOR!
YORUMLAR