Son Dakika



İnsanoğlunu boş bırakmayacaksın. Sürekli çalışacak. Elinden alet, çapa, testere, kalem, bıçak klavye artık her neyse eksik olmayacak. Boş kaldı mı zihninin derinliklerinden çıkanlar üzerine gelip duruyor. Bastırılmış anılar beynin kıvrımları arasından fırlayıp çıkıyor. Yolun sonuna yaklaştığını kafana vuruyor.
Gölü, demiryolunu ve körfezleri hatırlatıyor.

Bunları görmek istemesen de, "belki istiyorsundur, hatıralar çeker, onlardan kaçamazsın" diyor, öyle oyuyor. İşte, elindeki dizindeki ağrıları saymazsan, yaşlılık böyle geliyormuş demek ki.

Herkes başka şeyleri hatırlar. Ben coğrafyayı hatırlıyorum. Belki de her dağın arkasında bilinmezi bekleyerek yaptığım sayısız yolculuğun bıraktığı izlerdir.

Hayatım boyunca, (hala Ankara merkezli düşünerek) en çok batıya, sonra güneye, sonra kuzeye, en az da doğuya seyahat yaptım. Şimdi bunlar gözümün önünde dans edip duruyor. Son yıllarda seyahatten uzak durmaya çalışıyorum. Şuuraltımda yollar bitsin, sonunda sabit kalayım diyorum. Ama sabit dursam da, yollar bana geliyor.

GÖL

Gölün kıyısından onlarca kez geçtim. Artık eski göl değil, kıyısında önce tek tük evler, sonra mahalleler, nihayet kocaman bir ilçe oluştu. Her geçişimde bir sandalım olsa, bu gölde kürek çeksem, sazların arasında saklanıp bulutları seyretsem derdim. Bu hiç olmadı. İç Anadolu'da göğün mavisi bambaşkadır. Ama daha büyüyünce gölün kıyısından olta attım. Kaşıklı oltalarımız defalarca sazlara takıldı. Sonunda bir tane kızılkanat tuttum, suya atıp atmadığımı hatırlamıyorum. Ama arkadaşım o günkü avdan irice bir turnayı eli boş dönmeyeyim diye bana verdi. Çamur kokusu çıksın diye bir gün sirkede bekletip tava yaptım. Pek güzel oldu. Yolculuğu neşeli bir aile sofrasında bitti diye sevindim.

Diğer göl ise İstanbul yolu on altıncı kilometrede idi. 1960'ların sonunda ve hatta 70'lerin ilk birkaç yılında hala ördekler inerdi ve bir kez çulluk da gördük. Karamekeler ise sayamayacağın kadar. On ikilik tek kırma Huğlu tüfeğimle en çok gittiğim yer orasıydı. Tanrı bilir ya, artık göl filan kalmamıştır. Hırslı avcı değildim. Arkadaşlarım avlanırken sırt çantamdan çıkardığım örtümü yere serip uyuduğum için bozulurlardı.

DEMİRYOLU

Ankara-İstanbul arasındaki yolu yaklaşık altı yüz kez geçtiğimi hesapladım. Yanılmış olabilirim. Yüz eksik, elli fazla, ne fark eder.

Çocukken Ankara garının arkasındaki demiryolu atölyelerinin sahasında oynardık. Arkadaşımın babası Ulaştırma Bakanlığında yetkili olduğu için kimseden çekinmezdik ama hiç kimse de "hştt, burada ne arıyorsunuz" diye sormadı. Hatta birkaç kez boş servis hattına dekovil koyup ileri geri iki yüzer metre gittik. Filimlerde görmüşsünüzdür. İki kişi tahtıravalli gibi bir kolun iki ucuna geçer, biri aşağı iterken diğeri çıkar, indire kaldıra gidersiniz. Dekovilin bir de öne veya arkaya gitmesini sağlayan bir istikamet kolu vardı. Ama çabuk sıkıldık.

Buradan havagazı fabrikası yanından Kızılay'a kestirmeden çıkabilirdiniz ki, maça giderken mutlaka bu yolu kullanırdık. On altı yaşımızdayken ilk kez ailelerimizden ayrı uzak seyahate de trenle çıktık. Altı arkadaştık, sürekli görüştüğüm ikisini yitirdik. Biri yazdıklarıma sık sık itiraz eder, diğeri daha ciddi tartışırdı. Hala sanki bulutların arasında bir yerden laf atıyorlar gibi hissettiğim olur.

Askerde, Polatlı'da yatakhanede kafaları yastığa vurduktan az sonra, saat dokuzda kalkan İstanbul treni yirmi metre uzağımdan geçer, vagon restoranda biralarını yudumlayan yolcuları birer an görürdüm. Bir anda gelip kaybolan ışıklı kareler. Sabah içtimasında da Doğu Ekspresi içtima alanının yanından geçip giderdi. Sonra Mamak'ta da, yat emrini takiben sessizliğin içinden trenin düdükleri duyulurdu. Yolcular kim bilir hangi istasyona giderken biz tuvaletin en ucuna kadar en fazla on metre yürüyebilirdik. Orada kapalı avluya bakan pencerelerden sadece Ankara'nın bulutlara vuran uzaklığı yansırdı.

Geçen sene hızlı trene bindim. İzmit Körfezi'ndeki köprüyü ilk kez uzaktan gördüm. Orada da ne çok günüm geçti.

KÖRFEZ

Çocukken Körfez pırıl pırıldı. Yaz sonunda İstanbul'dan dönerken babama yalvarır, yolda durur, demiryolunu geçerek son kez kıyıya iner, denize girerdik. Bu nedenle Ankara'ya hava karardıktan sonra epey geç gelir, uzaktan önce kentin ışık kubbesini, sonra da radyo anten kulelerinin kırmızı ışıklarını görüp yolun sonunu idrak ederdik. Kırmızı ışıklar otuz kilometre kaldığını haber verirdi. Yıllar sonra Körfez kıyısında bir süre çalıştım. Çepeçevre döner, Yalova'dan Gebze'ye geçer, sonra bir daha, işyerlerine uğrayarak körfezi dolaşırdım. Gebze-Yarımca-Derince-Tütünçiftlik-İzmit-Gölcük-Ulaşlı-Karamürsel-Yalova haydii, tekrar Gebze. Veya bazen tersinden tur atardım.

1970'lerin başında Körfezde daldığımda tek bir canlı göremedim. Sonraları biraz temizlendi, dünyanın en verimli balık yatağına yeniden tek tük balık girmeye başladı. Yalova Bursa arasını da herhalde en az yüz elli kere geçmişimdir. Orada Gemlik Körfezi önemliydi. Kış ise ya Karamürsel yakınlarında, ya da Gemlik'te kiloyla kızarmış hamsi alırdık. Bu gazete kağıdı üzerinde yanında kuru soğan ve taze ekmekle servis edilirdi ki, lezzetini hiçbir başka yerde bulamazdınız. Üçüncü körfez İzmir olup, pis kokusuyla sizi karşılardı.

Bu kenti nedense hiç sevemedim. Hala da sevmem. Transit geçerken bile uğramak istemem, bazen alışveriş için girer, girdiğime kim bilir kaçıncı kez pişman olurum. Sonraları balık merakım nedeniyle Muğla'nın çoğu körfezinde daldım. Birkaç tanesinde dalamadım. Gözüm kaldı ama artık geçmiş olsun.

DİĞER GÖL

İstanbul yolundaki minik Yeniçağ gölü de, Sapanca gibi seyahatin bir aşamasını haber verir. Sapanca'da durmuşluğum çoktur ama diğerinde hiç durmadım, Ulubat gölü gibi hep uzaktan seyrettim. Ama artık Bursa bu göle iyice yaklaşmış durumda. Yakında şehrin içindeki bir parkın gölü olarak kalacak diye korkarım. Bu arada Adanalıların Seyhan Gölü'nü korumasını umarım.

Abant ise o kadar sıradanlaştı ki, artık bakmak bile istemezsin. Neredeyse elli yıl önce, orada bir gece uyku tulumunda sabaha kadar titrediğimi unutmam. Yayla soğuğu başka oluyor. Bafa gölünde fazla gezinmedim. Bütün bunlar bir yana en sevdiğim göl İznik'tir. Yirmi-beş yıldır etrafında gezmedim ama hala huzurlu köşeleri olduğunu umarım.

Son olarak hangi gölü görmek istersin diye sorsalar herhalde onu seçerdim. Başta göller yöresi, bir sürü başka göl daha var, kimileri hoştur da, ama tekrar o yollara düşmek artık zor geliyor. Ayrıca o kadar az gördüm ki, benim göllerim sayılmazlar. Denizlerin ise sahibi yok. Hepsi akşamın ufkunda aynı geliyor.

***

Peki, niçin göl? Sanırım gen hafızamda oldukları için. Atalarım Hazar ve İdil kıyısında, diğerleri de Tuna kıyısında asırlarca yaşamış. Uzun yıllar boyunca, ara sıra rüyamda bozkırda veya ormanlık bir bölgede, bir göl kenarında olduğumu görürdüm. Uzmanlar bu tür hatıraların genlerle aktarılabileceğini ileri sürüyor. Sanırım bu nedenle göl kenarında huzur buluyorum, veya orada arıyorum.

Pekala huzuru ne yapacaksın. Sıkıcı bir şey değil mi? "Hakkaten" yani.

Ne var ki, yakından görmek istediğim üç dört göl daha var. İster istemez yollara düşeceğiz, günümüz yeterse.

MEHMET TANJU AKAD

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM