Son Dakika



SİNCAN İSTASYONU ve “VİCDAN”

Topu topu 32 sayfa bir derginin içi dolu turşucuk olabileceğini kimse düşünemezdi. Ama başında Abdülkadir Budak olunca etkili ve her sayfası dolu dolu bir dergi size her ayın birinde (değil, biten ayın 31’inde!)  ben geldim, diyor.  Sincan İstasyonu nicedir edebiyatımızın önemli sorunlarına değiniyor. Bir dergi de, edebiyatımızın nereden gelip nereye gittiğine çetele tutmayacaksa, yazar ve şairleri kendi düşüncesine göre yönlendirmeye çalışmayacaksa, tartışmayacak, özgün düşünce ileri sürmeyecekse dergi olarak anılabilir mi? Öyle ya “Her dergi bir müdahaledir!” Yoksa tıngır mıngır giden bir dergi neye yarar. Çok örnekleri de var; aşağıda göreceğimiz gibi!

Dergi, başyazısında “Türk edebiyatı vicdanını kaybetti.” başlığıyla günümüz edebiyat ortamından rahatsızlığını çok sert biçimde dile getiriyor. Her ne kadar tarihsel arka planı olmayan, liberal, uydurma bir kavram olsa da “vicdan”, Budak bu karanlık anlamında kullanmıyor kavramı. “Vicdan sözünü dilinden düşürmeyen kimi şairlerin ellerine küçücük bir olanak geçtiğinde nasıl da vicdansız olduklarını görmüyor muyuz? Dünyada ve ülkesinde olup bitenlere kayıtsız kalışını… Evet şair aynı zamanda aydın olma özelliğini yitirdi. Kimi şairin muhalefeti ise siyasal erke, mevcut düzene değil; edebiyat içine yönelik sadece…”

Bu tür sert tepkilerin bundan sonra daha yüksek sesle süreceğini umuyoruz. Edebiyatımızın gidişatından aklı başında tüm yazar ve şairlerimiz rahatsız. “Homurtular” yükselecek!.. Büyük bir ayrışma yaşanacak yakın bir dönemde de. Sincan İstasyonu öncü değil ama, bu kavgaya odun atıyor azar azar; görevini yapıyor. 

Dergide Korkut Kabapalamut, kocaman aforizmalar diyeceğimiz tatlı eleştiriler içeren “değiniler”ine devam ediyor. “Bizdeki edebiyat dergilerinin sayısını öğrenen bir yabancı, dünyanın en edebiyatsever toplumu olduğumuz yargısına varır. Ardından bunların kaçar adet satıldığını da merak ederse…”

Aydoğan Yavaşlı’nın “Kültür, Sanat, Edebiyat ve Diğer Kaygılar” yazısı, geçen sayıda birinci bölümü yayınlanan Tuncer Uçarol-Eray Canberk’in “Neden Hece Şiiri ya da Serbest Şiir” başlıklı konuşma (Şu “söyleşi” sözcüğünü epey zaman kullanmamaya kararlıyım; içimi bayıyor artık; kitap eklerinin ısmarlama cahillerini anımsatıyor!) çok öğretici ve özellikle bu konularda kafası öğrenmeye aç olanlar için zevkle okunan bir konuşma. Abdülkadir Budak’ın “Kimi Günler”i (Halim Şafak’ın Emin Akdamar’la ilgili kitaptan sonra intihar eden şair Metin Akbaş için de bir kitap hazırlaması gerçekedebiyat.com için de vefanın bir örneği), Nihat Taydaş’ın “Adaş Ozanlar: Seyyid Nesimi ve Kul Nesimi” çalışması okunmadan geçil(e)meyecek yazılar.

Dergide yazıları bulunan diğer yazarlar: İbrahim Oluklu, Hüseyin Atabaş, Seda Eriş. Halil İbrahim Polat ‘ın “Apartman”, Şenol Karadeniz’in  “Senden Gitmeme Çeyrek Var” adlı öykülerini ayın ilerleyen günlerinde okuyacağım ancak.

Sincan İstasyonu’nun Temmuz 2012, 59. sayısının şairleri Ahmet Özbek, Kenan Sarıalioğlu, Halim Yazıcı, Mustafa Demircioğlu, Alper Beşe, Aydanur Saraç, Cihat Buçak, Fikret Örücü, İzzet Göldeli, Bircan Çelik Gevrekçi, Atilla Birkiye. Atilla Birkiye’nin (İlhan’ın değil:) “Çok Çalışıyorsun” adlı şiiri etkileyici ve ilgiyle okuduğum şiir oldu. Şaşırttı da; cahilliğim; böyle şiir yazabildiğini bilmiyordum. Keşke hiç eleştiri yazmasa ve hep şiir yazsa dedim içimden; niçin yalan söyleyeyim.

Buyrun, 32 sayfalık bir dergide bütün bunlar!

(Sincan İstasyonu’na bir soru: Düzyazıların başlıklarının bazıları büyük harfli, bazıları küçük harfli.  Acep nedendir?)

VARLIK DERGİSİNİ NİÇİN OKUMUYORUZ?

“Niçin okumuyorum?” yazacaktım ancak gittikçe düşen okur sayısı bir yana artık etkisi de sıfırlanmış bir dergiyi “Okumuyoruz!” diye anmak daha yerinde diye düşündüm. 1933 yılında bu yana çıkan, hepimizi “adam” eden bir dergi şimdi niçin bu hallerde? Her sayı, sayfalarca kendisini anlatan yazıları yer alan başyazar kurumundaki kişinin edebiyatçıya yakışmayan kimi ilişkileri (Biz kendi yazdıklarının yalancısıyız. Dileyen, vatandaşımızın ilişkilerini  anlamak için  Mustafa Yıldırım’ın Ortağın Çocukları kitabına bakabilir.) anlaşılan derginin ilerici/demokrat/sosyalist düşünceye yakın, aydınlanmacı, cumhuriyetçi ideolojisini de bulanıklaştırmış. Nicedir geleneksel yolunda değil Varlık. Hele kapakta Nayır’ın o temiz ve umutlu yüzünü de görünce içim yandı açıkçası.

Yaşar Nabi Nayır 2012 Gençlik Ödülleri’ne arka sayfalarda değil de ilk sayfalarda yer vermesi iyi bir tercih olmuş. (Hem Enver Ercan hem genç şair ve yazarlarımız için.)  Gençlerin şiirlerini okudum; yüzlerce türevi olan şairler kervanına yenilerini katmışlar. Umutsuzdum ki öykü dalında birinci olan Gökçe Parlakyıldız’ın “Aybastı Efsanesi” öyküsünü okudum. Tunç Kurt, Orçun Ünal,  Ali İpek başarılı birer öykü yazarı.  Yine yapmış Varlık dergisi; en kötü durumda bile bize pırıl pırıl genç yazarlar kazandırmış!

“Başyazar”ın beni –ve hiçbir Varlık okurunu!-  ilgilendirmeyen günlüklerini geçip Mustafa şerif Onaran’ın Boş Zamanlar’ında “Mersiye”yi okudum ve Kemal Özer üzerine İ. Güven Kaya’nın edebiyat üzerine de Kemal Özer’in yazılarını okumadan geçemedim. İlerleyen sayfalarda yine umutsuzluğun kuyusunda gezinirken İsmail Uyaroğlu’nun “Sivas/Madımak” için yazdığı mükemmel şiir “Utanç Ağıtı”na rastladım. Hem de çok önemli bir yazının yanında: Tahir Abacı’nın “Uydurma Bir Kavram: “Metinlerarasılık” başlıkla mükemmel yazısının.

Bu yazı nicedir düşündüğüm eleştirileri dile getiriyordu: Aslında edebiyatımızı elinde çamura çeviren akademik dünyaya büyük bir eleştiri manifestosuydu. Öyle ki zaman zaman paragraf başına geriye dönüp iyice sindire sindire okuduğum bir yazı oldu. (Edebiyat ve Eleştiri dergisinin, çıkardığım 100 sayısının-gerçek 99’dur!-  içinde tek bir “metinlerarasılık”la ilgili yazı yoktur; hiç inanmadım bu tür bulaşıklıklara.)

“Esas olarak, bir edebiyat eseri başka eserlerin ya da edebiyat pratiğinin bilgisi olmadan ortaya konamaz. (…)  Metinlerarasılık geçerken şöyle bir değinilecek sıradan bir saptama olması gerekir, üstüne teoriler kurulacak bir olgu değil”!

Edebiyat eleştirisinin ne olması gerektiği konusunda  da yıllardır savunduğum, yazdığım görüşlerin doğruluğunu gösteren saptamalar okudum: “Edebiyat eleştirisinin kurucu öğesi, ‘özgünlük araştırması’dır. Metinler ‘yeni” bir şey söyledikleri zaman ya da yeni tekniklerin ürünü oldukları, yeni biçimler içerdikleri zaman edebiyat da ilerler…”

Tahir Abacı , “metinlerarasıcılık”ın, “Taklide verdiği primle sadece edebiyat eleştirisinin (bu) kurucu öğesini değil, edebiyatın gelişim düzeyine karşı bir blok oluşturma çabasına dönüşmektedir” ağır suçlamasıyla edebiyatımıza zarar verdiğini söylüyor.

Abacı, günümüz edebiyatı için dönüm noktası sayılacak nitelikte ağır eleştiriler içeren bu yazısında “metinlerarasılık”ı “içi boş, gereksiz bir kavram” olarak niteliyor.

Sincan İstasyonu’na koşut bir önemli ses yükseltiyor Tahir Abacı bu yazısıyla.

Salt bu yazı bile Varlık’ı edinmek için yeter; Hüseyin Yurttaş, Ahmet Önel ve Yüksel Pazarkaya’nın yazılarını saymazsak bile.

Güzel şeyler oluyor.

ÖZGÜR EDEBİYAT

Dergide “Hikaye”leriyle (dergi hikaye adını kullanıyor) Zafer Doruk, Ahmet Sait Akçay, Hasan Uygun, Nazlı Karabıyıkoğlu, Bengü Vahapoğlu, Mustafa Bilgücü, öyküsünü İngilizceden Haluk Erdemol’un çevirdiği Morley Callaghan yer alıyor. Şiirleriyle Hüseyin Atabaş, Gültekin Emre, Abdullah Şevki (Hüseyin Atabaş’ın örnek veremeyeceği türden bir şiir yazmış!), Şinasi Tepe, Gökçenur Ç., Soner Demirbaş, Selahattin Yolgiden ve Kaan Koç yer alıyor. “Eleştiri-Deneme”leriyle Özdemir İnce, Abdullah Şevki, Atilla Birkiye, Kaya Tokmakçıoğlu, Azime Güç var. Baki Asiltürk-Gonca Özmen konuşmuşlar.

Özdemir İnce “Ne Var Ne Yok”unda Amiral filminden yola çıkarak Amiral Kolçak hakkında epey bilgi veriyor Hasan Aksay-solportal arasındaki tartışmaya da karışıyor.

Kaya Tokmakçıoğlu’na bir soru: Cahilliğimi bağışlayınız “siyasal roman” diye bir tanım mı var? (Benim bildiğim her roman siyasaldır da! Postmodern çağda bugünleri de mi görecektik?)

Özgür Edebiyat’da en çok garibime giden kelli felli adamların (Adnan Özer, Metin Celal, Atilla Birkiye) Müge İplikçi kardeşimizle sayfalar süren eften püften  konuşma yapmaları.  Konuşmanın ortasını geçmişiz “İlk öykünü nerede yayınladın?”la devam edip duruyor konuşma. Konuşmasının bir yerinde Müge İplikçi, ben ödül aldım ama ödül aldığım gün ödül aldığım öyküye bu öykü değil, bu kız da yazar değil yollu  ağır eleştiri yapan birisi oldu, diyor.

Ben de öyle bir şeyler yazmıştım ama acaba söz ettiği ben miydim? Başka yiğit var mıydı, merak da ettim?

ROMAN KAHRAMANLARI

Derginin Temmuz-Eylül 2012 sayısında Nikos Kazancakis’in ünlü romanı Zorba’daki Aleksi Zorba’yı Ari Çokona, İbrahim Dizman, Aslı Atasoy değerlendiriyor.

Aziz Nesin’in ünlü romanı Zübük’ü ise Prof. Dr. Semiramis Yağcıoğlu, Emre karacaoğlu, Koray Özer değerlendiriyor. Koray Özer, AST’ta Zübük romanını oyunlaştırıp sahneye koyan sevgili Dersu Yavuz Altun’la oyun konusunda konuşma yapmış.

Sayın Semiramis Yağcıoğlu ne yazık ki Zübük’ü de Aziz Nesin’i de hiç anlamamış, kavramamış. Boşu boşuna yazının sonuna kadar umudumu kırmadım, “Bugün bizi işte böyle bir halkın seçtiği böyle Zübükler yönetiyor” gibi bir şeyler yazacak diye.

Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanının kahramanı Drogo’yu Aslan Erdem, Yavuz Angınbaş, Esra Tanrıbilir anlatmışlar. Roman Kahramanları dergisinin diğer ele aldığı roman kahramanı Sema Kaygusuz’un Yere Düşen Dualar (Tam da AKP dönemine uygun bir ideolojik isim; yere dua nasıl düşüyor Sema? Ses çıkarıyor mu?) romanının kahramanı Leylan. Zarife Biliz, Elif İnce, Leylan Yener.

Şair roman kahramanları bölümünde ise Gülseli İnal, Billur Şentürk, Haydar Ergülen, Bülent Uçar, Kadir Aydemir ve Onur Behramoğlu var.

ŞİİRİ ÖZLÜYORUM

İlk çıktığında şiirimize büyük eleştiri getirecek diye beklemiştim derginin. Ama zamanla bunu yapmaya başladı. Mustafa Durak gedikli yazarlarından ve bence her derginin yazarlarının pek değişmemesi gerekir gerçeğini en iyi biçimde uyguluyor Fuat Çiftçi. Mustafa Durak, Ahmet Oktay’ın “Ölümün Bıyıklı Bir Resmi” şiirini Mehmet Yalçın ve Ece Korkut’un çalışmalarını da değerlendirerek  ele alıyor.

Lionel Ray’ın “Şiirin İşlenmesi” adlı yazısını sevgili Aytekin Karaçoban çevirmiş. Derginin Temmuz-Ağustos 2012 tarihli Şiiri Özlüyorum dergisinin ağırlık konusu “Muhafazakar Sanat” tartışmaları. Muhafazakar sanat görüşünü ileri sürenlere ve manifestosunu yazanlara en ağır eleştiriyi Şiiri Özlüyorum dergisi yapmış. (Varlık, Özgür Edebiyat gibi dergiler adını bile anmamış; ben hiç rastlamadım. Bazıları ise biz de eleştirdik hesabı bir yazıyla geçiştirmişler.) Yalnıza bu anlayış için kutlamıyorum, en kapsamlı ve ciddi eleştirileri içeren yazıları yayınladıkları için kutluyorum.

Fuat Çiftçi’nin “Muhafazakarlık Epilepsi” başlıklı yazısı kısa ama zehir gibi bir yazı:

“Muhafazakarlık, tekrarlar içinde katılaşmış mekaniğin kabuğudur. (…) Muhafazakar sanat anlayışı mağara gevezeliğidir. (…)”

Diğer kapsamlı yazı Serdar Aydın’ın “Sanatın Cellatları” yazısı. (Sevgili Serdar, bu mükemmel yazıda o girişe ne gerek vardı.)

Derginin bu konuyla ilgili diğer kapsamlı yazısı da Uluer Aydoğdu’nun. E. Bülent yardımcı bir yazıyla yer alıyor. Derginin bazı şairleri ise Hüseyin Çiftçi, Yusuf Alper, Murat Dalgın, Fuat Çiftçi, Abdurrahman Akkuş.

Bora Abdo’nun Romina adlı öyküsü ise beni çarptı. Nicedir çalışan insanlarımıza eğilmiyor öykü. (Bora Abdo’nun bir dergide daha rastladım öyküsüne; anımsamıyorum.)

SÖZCÜKLER

Sözcükler dergisinin Temmuz Ağustos 2012 sayısı okunmadan geçilmeyecek yazılar ve şiirlere yer veren ayın önemli dergilerinden biri. Dergide Mario Vargas Llosa ile yapılan söyleşi ilginç. El Pais’den Alişan Çapan’ın çevirdiği yazıda Llosa, “Tarih henüz yazılmadı, her şey sürekli değişim halinde. Gençlik günlerimde birisi çıkıp bana Sovyetler Birliği tarihe karışacak, Çin Halk Cumhuriyeti kapitalist bir ülkeye dönüşecek, Latin Amerika Ülkeleri tarihlerinin en büyük kalkınma hamlesini yakalarken Avrupa ülkeleri yüzyılın en büyük finansal krizini yaşayacak deselerdi hayatta inanmazdım” diyor.

Leyla Erbil’in “İlhan Berk’in ‘Acının Adı’ Şiiri Üstüne” başlıkla yazısını niçin yazdığını ve Turgay Fişekçi’nin niçin yayınladığını anlayamadım. Leyla Erbil de niçin yazdığını anlamamış; bunu söylüyor.  İlhan Berk’in şiirini zaten hiç anlamamış. (Bu arada; Leyla Erbil, ABD’de gördüğü yazarlık kursuna kendi parasıyla mı yoksa ABD Dışişleri Bakanlığının bursuyla mı gitmişti? Nasıl gitti, kim yardım etti, orada arkadaşları kimdi? Bunu açıklarsa çok memnun oluruz.)

Demir Özlü’nün “Şilili Doktor Carlos” başlıklı anı/öyküsü çok önemli bir öğüdü vurguluyor. Allende’nin arkadaşı doktorun Allende’yle konuşmasında Allende’nin “Seçim yoluyla olmuyor bu” demesi bence tarihi bir an ve tarihi bir deneyimin dile getirilişi. Demir Özlü bunu çok iyi yakalayıp bize sunmuş. Mutlaka okunmalı.

Emin Özdemir’in Orhan Tüleylioğlu’nun Sivas’la ilgili kitabı hakkında yazısında olayı da tartışıyor, lanetliyor; mükemmel bir deneme çıkıyor ortaya.

Cemil Kavukçu’nun nefis öyküsü denizde geçiyor ve denizcilerle ilgili yine. Joseph Conrad değil de Edgar Allen Poe’nun Arthur Gordon Pym’in Öyküsü romanının tadını verdi bana.

Günter Grass’ın tartışılan şiiri “Söylenmesi Gerekenler”i Ertuğrul Pamuk çevirmiş. (Uğur Kökden’in yazısının başlığında ismi yanlış yazılmış!)

Gürsel Korat’ın “Muhafazakar Sanat” manifestosunu eleştiren yazısı, “Manifesto’un Sefaleti”. “Acınası bir hal: Sovyetik veya Kemalist anlamda devlet patronajına itiraz eden manifesto yazarı, devleti sanata sponsor olarak önerebilmektedir.” diyor Korat.

“Sanatçının siyasal görüşleri veya dinsel inançları, sanat yapıtını doğrudan ilgilendirmez; sanat yapıtı her çağda başka bir içerik ve bağlam içinde okunabilir; siyasal yapıt ise yalnızca çağında, taraftarları tarafından algılanabilir.” diye “muhafazakar”ları aratmayacak muhafazakarlıkta buyuruyor yazısının bir yerinde.

Dostumuzla eski bir tartışmaya girmek istemiyorum ama gercekedebiyat.com sayfalarında da yer verdiğimiz George Lukacs’ın yazısından alıntıyla geçiştirelim işi. ( Estetiğe ait oluştaki nokta - Lukacs) Lukacs, Korat’ı fena halde yalanlıyor:

Petöfi, Mayakovski ya da Eluard’ın şiirlerini ve Goya’yla Daumier’nin resimlerini düşünelim; o zaman en güncel kavgalara karışma konumunun, yüksek düzeydeki bir sanatın taşıyıcısı olabileceğini görürüz. (…) Estetiğe ait oluş konusunda asıl yönlendirici nokta, yapıtın, insanın insan oluşuyla bağlantısının ne denli kapsamlı ve yoğun olduğu noktasıdır.” (Georg Lukacs, ESTETİK III, Çeviren, Ahmet Cemal, s. 43-44)

Adnan Azar’ın “Avare Çalı İçin Birkaç Saydam Eşik III” yazısında Ankara’daki yaşamımdakendimi buldum birden. Tekrar dönüp okudum. “Tunalı Caddesi’nin aykırı geometrisi. Konur Sokak kalabalığı. Çayları yarım bırakmak. Hiç kimseyi beklememek. Boşluk. Bulutların hem yüklü ve dolu oluşu; hem boş, hem güzel…”

Mehmet Serdar, Hasan Erkekli, Gün Benderli, Mehmet Fatih Özbey derginin diğer bazı yazarlarından. 

Derginin sahibi ve yöneticisi Turgay Fişekçi’nin şair oluşu dergide yer alan şiirlere yansımış sanki. Hepsi birbirinden önemli ve güzel şiirler.

Cevat Çapan’ın “Şu Nereden Tüttüğü Bilinmeyen Duman”,  Refik Durbaş’ın üç şiiri (Kahve, Horoz, Kuyu), John Berger’in “Ayrılık”, e.e. cummings’in “Hep Öyle Olmayabilir ve derim ki”, Yaşar Miraç’ın dokunaklı ve birbirini tamamlayan herkesin okuyup düşünmesi gereken  şiiri, Kenan Sarıalioğlu’nun iki şiiri, Oğuzhan Akay, Roni Margulies, Turgay Fişekçi, küçük İskender, Burcu Yılmaz, Gökhan Turgut, Ahmet Ada, Alper Beşe, Yalçın Aydınlık, Umut Ünalan, Sinan Ulakçı, Ferruh Tunç’un şiirleri mutlaka okunmalı. (Boşuna beklemeyin, hiçbir dize alıntılamayacağım; en sevmediğim şey; bu şairler dize yazmıyor baylar, şiir yazıyor; alacaksanız şiirin tümünü alın ey dize avcıları!)

(NOT: gerçekedebiyat.  her ay Türkiye’de çıkan tüm edebiyat dergilerine sayfalarında yer vermeye çalışacaktır.)

İşin özeti: ne yaptığını bilen iki hayır üç dergi var yukarıda. Onları gercekedebiyat.com okurları da anlamıştır. 

Ahmet Yıldız

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM