Demokrasi Bataklığında Biz’ler / Alp Giray
Teorik bir sorunsaldır; ancak bugünlerde konuşmak pek de olanaklı değildir. Burjuvazinin “kriz” zamanlarında, en çok sarf edilen kelime olan ve ne yazık ki, kavram ve içerik olarak, ortaya çıkışından bu yana en itibarsız günlerini yaşayan demokrasi sözcüğü, veya algısı, politikası, hedefi diyelim, solcuların dilinden neden düşmüyor, düşürülmüyor? Sağcılar bütün varlıklarını, siyasetlerini her daim bu ucu bucağı belirsiz, sınırları mülhem lafza bağladılar ve Cumhuriyet tarihi boyunca ülkemizi sömürgeleştirmenin halka mal olmuş adı olarak kodladılar, söylediler demokrasiyi; bunu biliyoruz. Ve fakat, neredeyse yetmiş senedir, sosyalist olma iddiasında bulunanlar da sıkça telaffuz ediyorlar; işte bunu bir türlü idrak ve kabul edemiyoruz.
Yalçın Küçük ve onun öğrencisi olup da bunu bugünlerde kendilerinden bile saklayan bazı kesimler dışında, kimse bu meseleyi kendine dert etmiyor. Yalçın Hoca’nın deyimi ile bir bataklıktır demokrasi. Burjuvazi dönem dönem bu alanı genişletir; karakterini teşkil eden ve yapısal bir özellik olarak her daim cebinde taşıdığı faşizmi perdelemek için kullanılan temel bir taktiktir bu.
Bataklığa gönüllü dâhil olma durumu da bir kaide değil tabii, siz farkına bile varmadan kendinizi Aydın Doğan’la yan yana bulabilirsiniz örneğin. Bir bakmışsınız ki kavga sözcüğünü unutmuşsunuz, sabah akşam “barış”tan bahsediyorsunuz; özgürlük hayalleri ve mücadelesini geride bırakmışsınız, “serbestlik” gibi “hak” gibi dilenci ağzına yakışan kelimeleri geveliyorsunuz; devrim zaten kömürlüğe atılmış eski bir sandalye…
Henüz modern Türkiye tarihinin yorumlanması konusunda dahi, solun bir ortaklığı, düşünce birliği yok. Cumhuriyet’i kuranların ilerici mi halkçı mı devrimci mi millici mi solcu mu devletçi mi olduğuna bile karar veremedik! Kemalistler milli demokratik devrim mi yaptılar, burjuva karakterli ulusal devrim mi yaptılar, bir darbe ile padişahlığın niteliğini mi değiştirdiler, Mahir'in dediği gibi "küçükburjuvazinin en devrimci unzurları" mıydı bunun yanıtını bile bulamadık! Çok partili yaşama CHP’nin lütfu ile mi geçtik, ABD’nin baskısı ile mi yoksa sağcıların büyüyen ideolojik mücadelesi ile mi, buna bile teorik izah getiremedik! Kaldı ki, daha pek çok alengirli soru var; bunları halledemeden onlara nasıl geçeceğiz…
Örnek olsun: Sabiha Sertel Hanımefendi, çıkardığı Görüşler dergisi için, neden Adnan Menderes’e, Refik Koraltan’a yazarlık teklifinde bulundu ve bunlardan aldığı olumlu yanıtı derginin ilk sayısında “flaş haber” olarak ilan etti?.. Türkiye İşçi Partisi’nin efsane lideri Mehmet Ali Aybar, neden siyaset yaşamına Demokrat Parti’de başladı ve hatta 1946’da, bu partiden Bursa vekil adayı oldu?..
Sorular çok ve ortalama otuz kırk yılda bir, sosyalistler ya da Kemalistler ya da İttihatçılar ya da Genç Osmanlılar, dönemin “ilerici” grubu her kimler ise, demokrasi, uzlaşı, reform, ıslahat, restorasyon gibi sözcüklerle yeni politik bir hat belirleyip asli hedeflerini neden geri plana atıyorlar?.. Az ya da çok fark etmez, neden öz güçlerine, ideolojik-politik hatlarına, kitleselliklerine güvenip bağımsız siyaset yapma tercihlerinden vazgeçiyorlar?..
Genç Osmanlılar çok azdılar ve ufukları fazlasıyla sınırlı idi, sadece hayal kurdular; İttihatçılar iktidar, güç, para, şöhret budalalığına kapılıp hem ülkeyi hem kendilerini mahva sürüklediler; Kemalistler, ulusal savaşın ardından, ulusal savaştan önce kurdukları ittifakları, konjonktürel çıkarlarını düşünerek sonlandırmadılar ve bu ittifakların tarafları zamanla büyüyerek Cumhuriyet’i yiyip bitirdiler; tek partili dönem’in komünistleri, tek partiye birlikte muhalefet edebileceklerini düşündükleri sağcılara fazlaca yakınlaştılar ve bu yakınlığın bedelini, yakında olmaktan kaynaklı ısırılarak ödediler…
Demokrasi bataklıktır ve yukarıda, demokratçılık oynamaya kalkanların hazin sonu özetlenmiştir ve bu özetler maalesef birkaç cümleyi geçmemektedir: Tasfiye! İsmet Paşa’nın, büyük devletlerle yatağa girme metaforunu anımsamamak mümkün mü şimdi?..
Gelelim bugüne. Bir algı, siyaset yöntemi olarak demokrasi sorunludur ve güçsüze yaşam olanağı tanımaz, evet de, yönetim biçimine dönüşmüş hali ile, yani seçimleri, sandıkları, meclisleri, koalisyonları ile iyi bir şey midir demokrasi?.. Son yılların en büyük tartışması ve ülkece utanmamız gereken konu; fazlaca sosyal yardım, erzak kutusu, kömür çuvalı ile verilen oylar meselesi… Dünyaya bakışında iyilik, zekâ, özgür irade bulunan herkesi dışlayan bir sistem ve bunun mağduru ve bileşeni olan milyonlarca insan… İzlek yanıltmasın; bu yazının içinde iktidar partisinin ve onun patronun, patronunun oyuncağı olan çakma stratejist küçük eniştenin adı geçmeyecek, zira onlara edecek lafımız kalmadı…
O halde soru şu: Sadece soyadı Öcalan olduğu için, sadece Abdullah Öcalan’ın yeğeni olduğu için, hiçbir niteliği olmayan birine oy verip onu Tbmm’ye yollamak, yollayan insanlarla aynı yerde durmak, aynı yolda yürümek neye işarettir?
Tabii mesele kişisel değil, kişilerle ilgili hiç değil, belirtmeye gerek var mı, bilmiyorum. Sorun şu, düzene devrimci itirazı olanlar, genel seçim gibi bir aracı, üstelik önemli de bir aracı tabii ki kullanmalı; ama kendisi olarak ve en azından ilkelerini koruyarak. İslamcı partinin halkımızı nasıl da kandırıp bunların yoksulluklarından istifade ettiğini söyleyen arkadaşlar, en azından bundan sonra bunu tekrarlamasın artık; Türkiye demokrasi mücadelesini Dilek Öcalan seviyesine indirenlerle yoldaşlık etmek, Türkiye sosyalizmini tabuta koymakla eşdeğerdir. Kürt hareketine sunulan en ufak eleştirinin dahi faşistlik olarak etiketlendiği, Hdp’nin seçim başarısının ardından buna hazımsızlık suçlamaları da eklendi, bir ortamda bunları söylemek artık lüks oldu, farkındayız. Ancak elinde avcunda bir tek devrim ve sosyalizm hayalleri olan insanların en azından bu kadarına da hakkı vardır, diye düşünüyorum.
12 Eylül’den bu yana devam eden geri çekilme artık son safhaya ulaştı. Bazı sol yapıların, tabii öncelikle Kürt hareketinin, Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt meselesidir, tezleri; artık büyük bir kabul ve meşruiyetle, sosyalistlerin büyük bölümünün resmi politikası haline geldi. Kürtler, otuz yıla yakındır, kurdukları tüm legal partilerinin tabelalarına demokrasi kelimesini muhakkak eklediler ve ta en başından beri, bazı sosyalistler, bu “demokrat Kürt partileri”ne, devrimci gerekçelerle destek sundular. Bugün ise iş değişmiş durumda, HDP’ye eklemlenen sol grupların hiçbiri, Hdp’ye katkı ve önerilerle girmiyor, mevcut statükoya itirazsız güç katıyor.
Şu var, evet HDP, gerçekten iyi bir örgüt modeline sahip bulunuyor ve toplumun pek çok kesimini doğrudan bağlayan konularda söz söyleme çabasına girişiyor. Bu doğru; ancak Evet’se bile Yetmez
Kendileri bizzat belirtiyor ve zaten aşikâr, HDP bir proje ve proje Abdullah Öcalan’a ait, vekil adaylarını Abdullah Öcalan belirliyor, ilke ve politikalara Abdullah Öcalan karar veriyor. Burada derdimiz Abdullah Öcalan’ın şahsı değil; tek adamlığa, yukarıdan aşağılığa, dikteye karşı olmakla övünen sosyalistler, buna nasıl fit olabiliyor sorusunun cevabıdır. Ağır biçimde Apo vesayeti altında siyaset yapmaya çalışmak, bunu yapan devrimcilerin kendi kendilerine hakareti manasına geliyor.
İslamcı partinin on üç senelik iktidarını sonlandırmak, burjuvazinin işine gelmiyor açık; ancak kısıtlamak hepsini sevindirecek. Sebep mi; sömürüyü, talanı, peşkeşi, patronu kollamayı bu partiden iyi becerecek bir alternatif şu an yok. Ancak hasta despot artık çekilir, idare edilir olmaktan uzaklaştı. Zamanında yok pahasına Petrol Ofisi’ni kapan Aydın Doğanlar, Tüpraş’ı koparan Koçlar, artık bu belaya tahammül edemiyorlar. Açıktan cephe alacak karaktere sahip olmadıklarından da CHP’ye destek vermeyi akıllarından bile geçirmiyorlar; sadece bir burun sürtme işlevi görebilecek, elinde de çözüm süreci, çatışmasızlık gibi kozları bulunan HDP’ye meylediyorlar. 2002’de yarattıklarını yok etmek isteyen ABD medyasına, Neo-Conlara da güvenerek, padişah bozuntusunun kuruttuğu bataklığı yeniden canlandırıyorlar, genişletiyorlar.
Evet, bugünlerde şartlar ağır ve devrimcilik zor. Aklımız bunu söylüyor. Fakat gönlümüzde acılara daha çok yer var. İyimseriz; zira irademiz henüz teslim alınmadı. Papaz değil devrimciyiz. Siz’ler bunda bir beis görmeyebilirsiniz; ancak Biz’ler bataklıkta sinek olmayacağız.
Alp Giray
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR