Darwin'in beş yıllık dünya yolculuğu
“Zorlu güneybatı fırtınaları yüzünden iki kez geri döndükten sonra Majestelerinin gemisi Beagle, ... Krallık Donanması kaptanlarından Fitz Roy'un kumandasında, 27 Aralık 1831'de, Devenport'tan yola çıktı. Yolculuğun amacı, Kaptan King kumandasında 1826-1830'da başlamış Patagonya ve Ateş Ülkesi incelemelerini bitirmek, Şili ve Peru kıyılarını, Pasifik'teki kimi adaları incelemek ve dünya çevresinde bir dizi kronometrik ölçümler yapmaktı." Darwin'in The Voyage of the Beagle (Beagle'ın Yolculuğu) adlı yapıtı böyle başlar. Darwin, Christ's College'ı bitirdiği yıl, Beagle adlı gemiyle uzun bir dünya yolculuğuna çıkıp beş yıl sonra, 2 Ekim 1836'da yurduna döner. Cape Verde ve öbür Atlantik adaları, Güney Amerika'nın doğu ve batı kıyıları, Galapagos Adaları, Yeni Zelanda, Avustralya, Tasmanya, Keeling Adası, Maldive Adaları, Mauritus, St. Helena, Ascension Adaları ve Brezilya, bu uzun yolculuğun uğraklarıdır. Darwin Beagle'ın yolculuğuna üstüncelikli bir kişi, fazladan, ikinci bir doğabilimci olarak katılır: O çağın İngiliz donanma geleneklerine göre kaptanlar kumanda zincirindeki kişilerle toplumsal ilişki kuramazlar; yemeklerini bile tek başlarına yemek zorundadırlar. Beagle'ın kaptanı Robert Fitz Roy (1805-1865), soyu doğrudan 11. Charles'a (1630-1685) dayanan, varlıklı, sözü geçer, kendisini öldürebileceği korkusuna kapılmış -1865'te gırtlağını keserek canına kıyacaktır- 26 yaşında bir soyludur; yıllar sürecek bu yolculukta, gemide kendisine arkadaşlık edip sofrasını paylaşacak bir gentleman bulunsun ister; bu amaçla varsıllığını ve saygınlığını kullanır. J. S. Henslow ona öğrencisi ve arkadaşı Darwin'i salık verir. Fritz Roy ile Darwin tanışırlar. Darwin yalnız yetişme biçimiyle değil, sınıfsal bakımdan da bu soylu kaptanın arkadaşlığına yaraşır 22 yaşında bir gençtir. Nisan 1832'de, yolculuğun dördüncü ayında, Beagle'ın asıl doğabilimcisi Rio de Janerio'da çürüğe çıkarılıp ülkesine gönderilir. Darwin geminin sorumlu tek doğabilimcisidir artık. Kaptanın sofrasını paylaşan bir doğabilimci. Bu üstüncelikli genç adam, böyle yolculuklara katılmış bütün doğabilimcilerden çok daha başarılı olur. Darwin yaşamının yolculuğuna çıkarken bilgice epey iyi donanmıştır. Gözlediği görüngüleri ve olguları Buffon'ın ve Lamarck'ın görüşleriyle ilişkilendirip şöyle yazabilir: "Pek büyük bir şaşkınlığa kapılmaksızın Amerika Kıtasının değişmiş durumu üzerine düşünülemez. Kıta'da eskiden iri canavarlar kaynaşmış olmalı; şimdiyse önceki hısım ırklara oranla yalnızca cüceler görüyoruz. Buffon, tembelhayvana, kemerlihayvana benzer dev hayvanları ve yitmiş kalınderilileri (Pachydermata) bilseydi, Amerika'da hiçbir zaman canlılık olmadığını söylemektense, gerçeği daha çok dile getirip, yaratıcı gücün Amerika'da egemenliğini yitirdiğini söylerdi."(2) Ve, "Tucutuco (Ctenomys Brasiliensis) ufak, garip bir hayvandır ve alışkanlıkları köstebeğinkiler gibi olan bir kemirici diye tanımlanabilir. ... Yeryüzüne hiç çıkmadığını sandığım Tucutuco'da gözler oldukça iridir, ama çoğu zaman körleşip yararsızlaşmıştır; bununla birlikte, görünüşte hayvan için hiçbir rahatsızlığa yol açmamaktadır; kuşkusuz, Lamarck derdi ki: Tucutuco, Aspalax ile Proteus'un bulunduğu duruma şimdi geçiyor. (3) Güney Amerika'da Darwin'i en çok şaşırtan, tükenmiş tür ve cinslerin çokluğudur. Bu olguyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getirir: "Yakın bir dönemde yaşayıp tükenmiş bu dörtayaklıların hepsi değilse de çoğu, bugün yaşayan denizkavkılılarının çağdaşıydı. Dolayısıyla, ülkenin biçiminde büyük bir değişme olmadan yaşadılar. Öyleyse bu birçok türü ve tümüyle cinsleri ne yok etti? İnsan usu önce, ister istemez, büyük bir âfet (catastrophe) olduğu inancına sarılıyor; ama güney Patagonya'da, Brezilya'da, Peru Cordillerasında, Behring Boğazı'na dek Kuzey Amerika'da, hem iri hem ufak hayvanları böyle yok etmek için yeryuvarlağını tümüyle sarsmamız gerekir. Üstelik, La Plata ve Patagonya yerbiliminin incelenmesi, karadaki bütün özelliklerin yavaş ve dereceli değişmeler sonucu olduğu inancına yol açar. ... Ya atın tükenmesine ne diyeceğiz? Bugün, İspanyolların getirdiği damızlıkların dölü olan yüz binlerce atın yayıldığı ovalar otsuz mu kaldı? Sonradan getirilmiş türler, önceki büyük ırkların besinini mi tüketti? İnanabilir miyiz ki Capybara, Toxodon'un; Guanaco, Macrauchenia'nın, yaşayan ufak dişsizler (Edentata) kendi dev yapılı sayısız ilkel tiplerinin besinini kaptı? Besbelli, Dünya'nın uzun tarihinde, canlıların büyük çapta ve yinelenmiş yok edilmeleri denli şaşırtıcı hiçbir şey yoktur." (4) Güney Amerika'dan sonraki uğrak Galapagos Takımadalarıdır. Güney Amerika'da tükenme olgusuyla karşılaşan Darwin, burada türeme olgusuyla karşılaşır: "Bu adaların doğal tarihi pek garip ve dikkate değerdir. Organik ürünlerin pek çoğu, başka hiçbir yerde bulunmayan yerli yaratıklardır; farklı adaların canlıları arasında bile fark vardır; bununla birlikte, hepsi de Amerika'daki canlılarla belirgin bir hısımlık gösterir. Oysa o kıtadan 500-600 mil genişlikte bir okyanus uzayı ile ayrılmışlardır. Bu adalar takımı kendi içinde bir dünyadır veya daha doğrusu, Amerika'ya bağlı bir uydudur; o kıtadan şaşkın birkaç göçmen almış, ve kendi ürünlerinin genel ırasına büründürmüştür. Bu adaların küçüklüğü göz önüne alınırsa, yerli canlıların sayısı -üstelik kendi sınırlı alanlarındaki sayısı- karşısında daha çok şaşarız. Her dağın kendi krateriyle taçlandığına, pek çok lav akıntısının hâlâ belli olan sınırlarına bakarak, yerbilimsel bakımdan yakın bir dönemde, kesiksiz ok. yanus uzayının burada püskürüp ayrıldığına inanırız. Dolayısıyla, hem uzayda hem zamanda, o büyük olguya -sırların sırrına bu yeryüzü parçasında canlıların ilk görünmesine biraz daha yaklaşmış gibi oluruz." (5) Beagle'ın Güney Amerika'dan sonra Galapagos Takımadalarına uğraması Darwin için çok güzel bir rastlantıdır. Bu adalar takımı, Darwin'in de görüverdiği gibi çok yeni bir yeryüzü parçasıdır. Burada gözlenebilir bir tükenme yoktur; tersine, göze çarpıveren bir değişim, dolayısıyla türeme vardır, işte Darwin'in gözlemlerinden bir örnek: "... ispinozgillerin sürülerle birbirine karışmış türleri, alçak bölgelerin kıraç ve verimsiz topraklarında beslenir. Hepsinin, daha doğrusu çoğunun erkekleri kapkaradır; dişileriyse (belki bir veya iki tür dışında) kahverengidir. Bu garip olgu, farklı Geospiza türlerinde, gaga iriliğinin Kocabaşınkinden ispinozunkine, ... ve giderek Çalıbülbülününkine dek yetkin derecelenmesidir... Yakın hısım olan bir kuş grubundaki bu yapı derecelenmesine ve değişikliğine bakarak, bu adalar takımında kuşların başlangıçtaki azlığından ötürü bir türün farklı amaçlar seçip onlar için biçim değiştirdiğini gerçekten göz önüne getirebiliriz."(6) Bu tür gözlemlerden sonra Darwin türlerin değişir ve kalımsız olduğu sonucuna varır. Türlerin Kökeni'ne yazdığı girişe şöyle başlayacaktır: "MAJESTELERİNİN gemisi Beagle'da bir doğa bilgini olarak bulunduğum sırada, Güney Amerika'da yaşayan organik varlıkların dağılımındaki, ve o kıtanın bugünkü ve geçmişteki canlılarının yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözüme pek çarpmıştı. Bu olgular, elinizdeki kitabın ilerdeki bölümlerinde de göreceğiniz gibi, büyük filozoflarımızdan birinin sırların sırrı dediği 'türlerin kökeni'ne ışık tutacağa benziyordu."(7) Daha önce şöyle yazmıştır: "Uzak bile olsa, Macrauchenia ile Guanaco, Toxodon ile Capybara arasındaki hısımlık; tükenmiş birçok Edentata (Dişsizler) ile yaşayan ve bugün Güney Amerika hayvanbilimine pek özgü tembelhayvanlar, karıncayiyenler ve kemerlihayvanlar arasındaki hısımlık; taşıl ve yaşayan Ctenomya ile Hydrochaerus arasındaki daha da yakın hısımlık, en ilginç olgulardır. Bu hısımlık MM. Lund ile Clausen'in Brezilya mağaralarından Avrupa'ya yakınlarda getirdiği dermede olağanüstü güzel -Avustralya'nın taşıl ve tükenmiş- keselihayvanları arasındaki denli güzel görünür. Bu dermede, mağaraların bulunduğu illerde bugün barınan karasal dörtayaklıların dördü dışındaki bütün cinslerinin (32 cinsinin) tükenmiş türleri vardır; ve tükenmiş türler, sayıca, bugün yaşayanlardan pek daha çoktur; taşıl karıncayiyenler, kemerli hayvanlar, tapirler, guanocolar, keselisıçanlar ve Amerikalı sayısız kemiriciler, gerçekmaymunlar ve başka hayvanlar vardır. Aynı kıtada ölmüş ile yaşayan arasındaki bu olağanüstü hısımlık, hiç kuşkum yok ki, organik varlıkların dünyamızda görünmesine ve dünyamızdan yitmesine ilerde herhangi bir olgular sınıfından daha çok ışık tutacaktır."(8) Görülüyor ki Darwin, yaşamının yolculuğu bitmeden, bir organik evrim teorisi geliştirmek için olguları gereği gibi değerlendirmeye çalışan genç bir doğabilimcidir. Başarması gereken ıiki iş vardır: 1) Organik evrimin oluşunu açıklayan yeni bir teori geliştirmek; 2) Organik evrimin gerçekten olduğunu gösteren kanıtları derip düzenlemek. Lyejl'in (1794-1875) The Principles of Geology (Yerbilim İlkeleri) adlı yapıtının birinci cildi, Darwin'in yolculuğu boyunca yanında bulundurduğu kitaplardan biridir. Bu yapıtta evrim kavramı vardır; ama bu evrim cansız nesnelerle, ırmaklar, göller, kayalar, dağlar, denizler, vb. ile ilgilidir. Lyell'den gereği gibi yararlanmayı bilen Darwin'in gelişme sürecinde yerbilimin özel ve önemli bir yeri olduğu görülür. Yurduna döndükten sonra yayımladığı Journal of Researches (Araştırmalar Günlüğü) ve The Siructure and Distribution of Coral Reefs (Mercan Kayalıklarının Yapısı ve Dağılımı, 1842) gibi ciltlerin konusu, uğrak ülkelerin yerbilimidir. Mercan kayalıklarının oluşumunu açıklayan, böylece yerbilimsel evriınin canlılarla ilgili bir yanını aydınlatan, bugün de geçerli ilk teori Darwin'indir. Yolculuğunun son yılında geliştirip 1837 Mayısında Geological Society'de açıkladığı bu teori, üzerinde durulmaya değer. Mercan, denizlerde kireçli alg ve mercan polipi gibi basit bitkilerin ve hayvanların taşıl iskeletlerinden oluşmuş nesnedir. Mercan yapıcı canlılar en iyi 21-32 derece sıcaklıkta ve 50 metreyi aşmayan derinliklerde gelişirler; 18 dereceden düşük, 35 dereceden yüksek sıcaklıklarda ve 90 metreyi aşan derinliklerde barınamazlar. Pasifik ve Hint okyanuslarında, 309 kuzey ve 309 güney enlemleri arasında mercan yapıcıların oluşturduğu kayalıklar, yeryüzünü çok değiştirmiştir. Mercan kayalıkları, Darwin'in sınıflamasına göre, şu üç biçimde bulunur: 1) Atol. Atol, düzensiz at nalı veya halka biçiminde mercan kayalıklarıdır. Kayalıklar bir lagün'ü (Latince lacuna: Göl, havuz) çevreler. Lagünde ada yoktur. 2) Set Kayalıklar. Bu biçimde, atolden farklı olarak, mercan kayalıklarının çevrelediği lagünde mercan kökenli olmayan bir ada vardır. Mercan kayalıkları, ada ve lagün ile deniz arasında yer alan bir set oluşturur. 3) Kıyı Kayalıkları. Bunlar bir kıtanın veya mercan kökenli olmayan bir adanın kıyılarında, saçağı andırır konumda bulunan mercan kayalıklarıdır. Bir atol olan Keeling Adası, Darwin'in anlatışıyla şöyledir: “Sabah, lagünün dışında, bizi France Adacığına götürecek geçitteydik. Bu adalara uğradığımız için sevinçliyim. Böyle oluşumlar bu dünyanın olağanüstü nesneleri arasında kuşkusuz başta gelir. Kaptan Fitz Roy, kıyıdan yalnızca 2200 yarda (2012 m.) uzakta, 7200 ayak (2195 m.) uzunluğunda bir çizgi üzerinde dibi bulamadı; Demek ki bu ada, en dik yanardağ konisinden daha sarp etekleriyle, koskoca bir denizaltı dağı oluşturuyor. Fincan tabağını andıran doruğu yaklaşık 10 mil (16 km.) çapında ve bu büyük ama öbür lagün adalarının pek çoğuna oranla küçük yığındaki en ufak kırıntıdan en iri kaya parçasına dek her atom, organik düzenlemeye boyun eğmenin damgasını taşıyor. Gezginler bize Piramitler'in ve başka büyük örenlerin dev boyutlarından söz ettiklerinde şaşakalırız; oysa onların en büyüğü bile, ince yapılı türlü hayvancıkların etkinliğiyle birikmiş bu dağlarla karşılaştırılınca anılmaya bile değmez! Bu öyle bir mucizedir ki önce insanın beden gözüne değil ama düşünüldükten sonra, us gözüne çarpar." (9) Darwin, burada, yerbilimsel evrimi ve geçmiş zamanın uzunluğunu us gözüyle görmektedir. Darwin'in mercan kayalıklarının oluşmasıyla ilgili teorisi çok yalındır: Mercan kayalıklarında biçimlenme, kıyı kayalıklarından atollere doğrudur. Önce bir adanın kıyılarında kıyı kayalıkları vardır. Sonra ada alçalmaya başlar. (Yerkabuğunda alçalıp yükselmeler olduğu Darwin'den önce bilinmektedir.) Ada alçalırken, mercan yapıcılar, etkinliklerine uygun koşullarda, kayalıkları yükseltirler. Böylece, kıyı kayalıkları set kayalıkları oluşturur. Ada tümüyle batınca, set kayalıklar, ortada kalan lagünle birlikte bir atol biçimlendirir. Kıyı kayalıkları bir kıtanın kıyılarında ise, Avustralya'nın kuzey doğusundaki gibi, çok büyük ve yüzlerce mil uzunlukta set kayalıklar oluşur. Teori, mercan kayalıklarıyla ilgili ayrıntılıları da açıklar: Lagünler neden bir veya birkaç yerde açık denizle birleşiktir? Mercan kayalıkları neden dünyanın olmaları beklenen her yerinde değil de belirli yerlerinde vardır? Yerkabuğunun salınan (bir alçalıp bir yükselen) yerlerinde mercanlı oluşumların durumu nedir? Vb. Darwin beş yıllık dünya yolculuğundan hastalıklı döner. Tanılanamayan hastalığının sağaltımı da söz konusu değildir. Hastalık belirtilerinin Chagas Hastalığına uyduğu sonradan görülecektir. Orta ve Güney Amerika'da kan emici böceklerle insana geçen bulaşıcı, öldürücü de olabilen bir hastalıktır bu. Etkeni tek gözeli bir asalaktır. Darwin hastalığı yüzünden günde ancak 3-4 saat çalışabilir. Varsıllığı onu her türlü geçim kaygısından kurtarıp bu zamanı ömrü boyunca araştırmalarına ayırmasını sağlar. Darwin türlerin kökeni veya ortaya çıkışı üzerinde daha Güney Amerika'dayken düşünmeye başlar; 1837'de yurduna dönerken kafasını kurcalayan başlıca soru budur. Konuyla ilişkisi olabilecek olguları sabırla derip karşılaştırmaya başlar. Böylece soruya eksik de olsa bir yanıt bulabileceği düşüncesindedir. Ancak beş yıllık bir çalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya başlayıp kısa notlar alır; 1844'te notlarını geliştirip kendisine olası görünen taslağı elde eder. Ama bu (Doğal Seçme Teorisi) Darwin'in ilk organik evrim teorisi değildir. Onun ilk organik evrim teorisi Monad Evrim Teorisidir. Bu teorinin taslağını 1837 Temmuzunda kısaca not etmiştir. Öylece kalmış olan bu teoriye göre, değişeduran dünyada koşullara uyarlanmış kalmak için türler de değişmek zorundadır. Yeryüzünde tür sayısı pek değişmeden kalıyorsa, yeni türler ortaya çıkınca eskiler tükenir. Monadlar (tek gözeli ilkel canlılar) çevrenin doğrudan etkilerinin sonucu olarak kendiliğinden, cansız maddeden doğarlar. Monadların ömürleri sınırlıdır. Bir monad ölünce, ondan gelmiş bütün türler de ölür. Böylece yeni monadların soylarına yer açılır. Darwin bu teoriyi not edip öylece bırakmıştır; sanki olumsuz bir organik evrim teorisi olarak tasarlamıştır. Monad Evrim Teorisi, bir organik evrim teorisini yıkmaya biri bile yeten dört varsayıma dayanır: 1) Monadlar varlıkları gözlenmiş canlılar değildir; 2) Cansızdan canlı doğduğu kanıtlanmış değildir; (Böyle olmadığı kanıtlanacaktır.) 3) İlerleyen evrim gözlemlere aykırıdır; 4) Bu teori fiziksel çevredeki değişmeleri canlılardaki değişmelerin başlıca nedeni sayar, fizikselcidir (Physicalist). Canlıların alışkanlık ve davranışlarıyla ilgili uzun ve ayrıntılı gözlemleri vardır Darwin'in. Her yerde süreduran varolma (veya yaşama) savaşını değerlendirmeye kafası iyice hazırdır, 1838 Ekiminde Thomas R. Malthus'un (1766-1834) nüfus üzerine yazdıklarını öylesine, oyalanmak için okurken, kitapta söz edilen koşullarda (geometrik oranda artan nüfus; dolayısıyla aşırı birey çokluğu, ve aritmetik diziyle artan geçim araçları; dolayısıyla yoksulluk, açlık ve bunların sonuçları diye özetlenebilecek varsayıma göre) canlılardaki elverişli değişimlerin korunacağı, elverişsizlerin yok edileceği sonucuna varıverir. Artık işleyebileceği bir teori vardır elinde: Doğal Seçme Teorisi! Darwin'in bu teoriyle ilgili çalışmalarını bilen Lyeli ve Dr. Hooker, 1844'te yazdığı taslağı okurlar. Darwin teorisini kamuya açıklamayıp çalışmalarını sürdürür: Ta Alfred Russel Wallace (1825-1913) ortaya çıkana dek... A.R. Wallace da Darwin gibi dünya çevresinde inceleme gezisine çıkar, 1855 Şubatında Borneo'dayken yazıp gene o yıl yayımladığı "On the Law Which Has Regulated the Introduction of New Species" (Yeni Türler Ortaya Çıkmasını Düzenlemiş Yasa Üzerine) adlı bir denemede, her türün, daha önce var olmuş bir türle hem zamanda hem uzayda rastlaşarak doğduğunu söyler. Bu doğumun nasıl olduğu konusu, Wallace'ın kafasını üç yıl kurcalar. 1858 Şubatında, Moluk Adalarında, yakalandığı ateşli hastalık sırasında Thomas R. Malthus'un "nüfus sorunu" ile ilgili ünlü denemesini düşünmeye başlar ve "En Uygunların Kalımı" (Doğal Seçme) düşüncesi bir şimşek gibi çakar kafasında. Darwin 1838'den beri çalışıp teorisini kamuya açıklamayı erteleye dursun, Wallace oturur, vardığı sonuçları iki gün içinde yazıp güvenilir bir doğabilimci saydığı ve öyle sayılan Darwin'e gönderir. Türlerin Kökeni'ne yazdığı girişte bunu şöyle anlatır Darwin: "Şimdi (1859) yapıtım aşağı yukarı bitti; ama tamamlanması daha birçok yılımı alacağı için ve sağlığım bozulduğu için bu özeti yayımlama zorunluğunu duydum. Şimdi Malaya Takımadalarının doğal tarihini inceleyen Bay Wallace'ın benim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucun hemen hemen aynına varmış olması da beni böyle davranmaya özellikle isteklendirdi. Bay Wallace, 1858'de, bana daha sonra Sir Charles Lyell'e vermem dileğiyle bu konudaki bir yazısını gönderdi. Sir C. Lyell'in Linnean Society'ye gönderdiği bu yazı, Derneğin dergisinin üçüncü cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir C. Lyeli ile Dr. Hooker... yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Wallace'ın değerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek bana şeref verdiler." Wallace, böylece, Darwin'in teorisine ortak olur. Teorinin arada bir Darwin-Wallace Teorisi diye anılması bundandır. Wallace'ın ortaya çıkışı, teorinin kamuya daha geç sunulmasını önleyip şunu apaçık gösterir: Birikim ve koşullar, yeni ve işleyen bir evrim teorisine varacak, başka bir söyleyişle, bir Darwin yaratacak olgunluktadır. Darwin'in, Türlerin Kökeni kısa adıyla tanınan başyapıtı Londra'da, 24 Kasım 1859'da, 1250 nüsha yayımlanır. Kitapçılar önceden 1500 nüsha parası ödemişlerdir. Kitap yayımlandığı gün tükenir. Darwin'in sağlığında altı kez basılan Türlerin Kökeni'ndeki görüşlere saldırılar kitap yayımlanmadan önce başlayıp günümüze dek sürer... Ömer Ünalan Gercekedebiyat.comDARVWIN'İN İLK EVRİM TEORİSİ
DARWIN'İN İLK ORGANİK EVRİM TEORİSİ
ERTELEMENİN BEDELİ
(Darwin Ne Yaptı? Papirüs yayınları, 2004. S. 27-37)
YORUMLAR