Son Dakika



1923'ten sonra yazılmış olan şiirler, daha önceden başlayan ve klasik şiire tepki olan edebiyat geleneğinin devamıdır. Tanzimat sonrasında Divan şiirinin yerini, yeni şiir arayışlarının alması, II. Meşrutiyet'ten sonra bu arayışları cevaplandıracak şahsiyetlerin yetişmesiyle yeni bir gelenek oluşmuştu. Bu arayışlar sırasında “Biz Nasıl Şiir İsteriz” başlıklı şiirler yazılırken, Yahya Kemal, “bizim bir şiirimiz varken böyle sorular sorulmazdı” der.(1) Yahya Kemal genelleme yapmış olmakla birlikte, Mehmet Emin manzumelerini toplumun tam ihtiyacı olduğu günlerde söylemiş ve aynı şiir anlayışını paylaşmayanların da takdirini kazanmıştı. (2) İlk yazılarını yüzyılın başında, II. Meşrutiyet döneminde yayımlayanlar 1923'te eser vermeye devam ettikleri gibi, gençler üzerinde de derin bir tesir uyandırıyorlardı. Cumhuriyet dönemi şiirini tasnife çalışırken henüz çok yakınımızda olan ve zamanın tasfiyesine uğramamış şairleri kümelendirmenin güçlüğü aşikârdır. Hele son yılların şiirlerini çözümlemek ve anlamak gerçekten güçtür. Şiirimize dikkati çeken, aldığı çeşitli tepkilere rağmen şairleri geniş bir kitleye tanıtan ve onların eserleri üzerinde ciddi olarak düşünen ve okuyucularını da düşünmeye çağıran kitap, Mehmet Kaplan'ın Şiir Tahlilleri 2 Cumhuriyet Devri Türk Şiiri adlı eseridir.(3) Mehmet Kaplan “çağdaş şiiri” tanımayan okuyucunun yeni şiirleri yadırgamasıyla ilgili şu uyarıda bulunur:

“Kendi “varlığının dar hendese'sini aşmak isteyen bir kimse, yabancı görüş ve denemeleri de tanımaya çalışmalıdır. Çevre ve insan kendi kendine, alışkanlıklarından ve basmakalıp fikirlerden bir koza örer. Hayallerin en hür şekilde geliştiği şiir, bir kurtuluş ve yeniden doğuştur. Evler gecenin içinde kendi içlerine kapanır, fakat çatıların ötesinde gidilemeyen on binlerce yıldız bilinmezin içinde döner durur.”(4)

Cumhuriyet dönemi edebiyatında ve şiirinde, çeşitli zevk ve dünya görüşlerinin ortaya konduğu orijinal, etkili nice şiir olduğu gibi —şiir söyleme geleneğinin kuvvetli olduğu veya bir alışkanlık olarak sürdürüldüğü ülkemizde— çok geniş çevrelerce okunmasalar da, şair diye anılan veya tanınmaya çalışılanların sayısı çoktur.

Cumhuriyet dönemi şiirinin panoramik görünüşünü çizerken elbette olabildiğince geniş davranmak gerekmektedir. Belirli bir tarzı, bir dünya görüşünü, hatta bir kavramı savunan şairlerin, estetik değerlendirmelerde yeri olmasa da, edebiyat tarihinde onlardan da söz etmek gerekir.

Yapılmış olan tasnif tecrübeleri göstermiştir ki, Cumhuriyet dönemi şiirimiz, tıpkı Tanzimat sonrası yenileşme dönemi şiirimiz gibi, üç gelenekle beslenmiş ve gelişmiştir: Batı şiiri, Divan şiiri, Halk şiiri.

Batı şiiri dediğimiz en güçlü tesir, aslında başlangıçtan beri Fransız şiiridir. Ancak özellikle son yıllarda Fransız etkisine İngiliz, Amerikan ve diğer ülke edebiyatlarının etkileri de katılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında o kadar ilgi uyandıran Baudelaire'den başlayarak şairlerimiz, Fransız şiirini aslından okumuşlar ve ondan yararlanmışlardır. Bu konuda henüz, geniş araştırmalar bulunmamakla birlikte, Yahya Kemal'in parnaslardan hareketle kendi şahsi şiir anlayışını geliştirmesi, Ahmet Haşim'in sembolistleri tanıtması, şiirimizde kuvvetli bir Valery tesirine yol açmıştır. Başarılı sanatçılar batı şiirini bizzat okumuş, onlardan çeviriler yapmış ve kendi güçlü şiirlerini ortaya koymuşlardır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Nazım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Asaf Halet Çelebi, Orhan Veli Kanık, Behçet Necatigil, Sezai Karakoç, Cemal Süreya ilk akla gelen adlardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca herhangi bir akım ve etki ile açıklanamayacak müstesna bir şairdir.

Sanat sadece bir ilham ve teknik maharete bağlı değildir, aynı zamanda kültür de gerektirir. Şiirimizde kalıcı olacak adlar geniş bir kültür birikimine sahiptirler.

Batıdan Dada akımının bu yıllarda bize gelmemesi, bazı yazılarda, batıyı çok geç takip etmemizin bir delili gibi ileri sürülmekte, Mümtaz Zeki Taşkın'ın (d. 1915) ilgi uyandırmaması da bir bakıma okuyucunun ve toplumun eleştirilmesine yol açmaktadır. Bütünüyle değerlerden şüphe, inançsızlık ve inkârın sonucu olan Dada akımı, yepyeni bir yaşama savaşı veren, bu yüzden yeniden destan edebiyatını canlandıran bir toplumda elbette yer bulamazdı. Batıdan gelen tesirleri, kendi ihtiyaçlarımıza göre seçtiğimizi unutmamak, bu tür değerlendirmelerde gereklidir. Türk şiirinin çeşitli meseleleriyle ilgili çok sağlam gözlemlerini aktarmış olan Turgut Uyar'ın, Mümtaz Zeki'nin “Hayti Adaları” şiiri dolayısıyla yazdıkları bu bakımdan açıklayıcıdır.

“Dada, çökmüş, yozlaşmış Batı Avrupa'nın son entelektüel çırpınışı. Boşa da gitmemiş üstelik, sürrealizmin özbeöz anası olmuş. Dada, Türkiye'de hiçbir zaman olmamış, olması imkân dışı bir değerler sisteminin karşısına dikilmiş bir akım. Karşısında eğlendiği, yıkmak istediği sağlam bir değerler düzeni var. Zaten Dada'nın çıkışı bu değerler düzeninin varlığına bağlı. Var olması, ortaya çıkması ancak bu sistemle açıklanabilir. Başka türlüsü kundakçılık olarak nitelendirilebilir. Dada, büyük çelişkinin fikri platformdaki belirtisidir. Türkiye'de tarihsel süreç bakımından yeri yoktur, anlamşızdı, hara komiktir. O yıllarda (1932-35) Nazım'ı bile fütürist kavramıyla bu akımın için, katıp ucuzlatmak eğilimi vardır. Oysa genç Cumhuriyet'in ana sütüne ihtiyacı vardır kendi sesine, kendi şarkısına. Bu bulunamaz; aranır, yöresinde dolaşılır, aslında sezilir de; Mümtaz Zeki de Dadaizm'i getirdi Türkiye'ye, Türk şiirine demiyorum. Bir toplum, bir dil örünü olan şiir, kendi organizmasını korur. Kabullenmez dokusuna aykırı düşen bir organizmayı, Atmaz bile; umursamaz.

“Yalnız Mümtaz Zeki mi? Sabahattin Tahsin Teoman'ın(6) “letrizm” denemeleri; Erci. ment Behzar'ın, Asaf Halet'in gerçekten başarılı sürrealizm-mistisizm uygulamaları bile bir yankılanma bulmaz Türk dilinde; bir yanlışlık, bir sapma olarak anılır-kalır.”(7)

Bugün sadece batı değil, bütün dünya ülkelerinin edebiyatlarından yapılan çeviriler, kültürümüzü besleyen kaynaklar arasındaki yerlerini almaktadırlar.

Gerçekten büyük bir gelenek olan Divan şiiri, Tanzimat'tan itibaren bütünüyle reddedilmesine rağmen, yine de şairlerin olgunluk çağlarında yeniden döndükleri bir kaynak olma vasfını sürdürmüşse, Cumhuriyet dönemindeki şairler için de aynı durum geçerlidir. Divan şiirinin itibar kazanmasında Yahya Kemal Beyatlı'nın rolü önemlidir. Divan edebiyatının itibari dünyası, güç anlaşılan dili, bu geleneğe karşı olanlarca daima ileri sürülmüştür. Ancak, kültürlü şairlerin Divan şiirinden vazgeçmedikleri ve bu kaynağı tanıyıp tattıkça, kendi şiirlerini de zenginleştirdiklerini görmekteyiz. Bazı yazarların sadece şekil ve vezin olarak Divan şiirini devam ettirmeleri, bir çizgi hâlinde bu tesirin varlığını göstermekten öte gitmez. Ancak onun imaj dünyasını, yapısını yorumlayarak şiirlerine katanlar Cumhuriyet dönemi şiirine katkıda bulunmuşlardır. Mehmet Çınarlı, Attilâ İlhan, Behçet Necatigil, Turgut Uyar, Edip Cansever, Ahmet Necdet, Turan Oflazoğlu, Hilmi Yavuz'a kadar ulaşan bu şairlerde şiirimizin üç geleneği de vardır. Klasik edebiyat, hiçbir yeniliğe açılmadan olduğu gibi, devam ettiren şairler de bulunmaktadır. Bunlardan Kemal Edib Kürkçüoğlu'nun bir şiirini kitabında tahlil eden Mehmet Kaplan, şiirlerini kitap olarak yayımlamamış olan şairin “sınırlı bir çevrede büyük hayranlık uyandırmış” olduğunu belirtir ve der ki:

“(...) Şiirde eski; dili, şekli, dünyaya ve insana bakış tarzı ile hemen hemen aynen devam etmektedir. Bu tutum Yahya Kemal veya Sezai Karakoç'un davranışlarından bir hayli farklıdır. Yahya Kemal, eskiyi devam ettirir gibi görünmekle beraber, onu bir malzeme olarak kullanmak suretiyle kendisine has bir hayat ve medeniyet görüşü yaratır. O eskiye, gençlik yıllarında eserleriyle beslendiği Fransız sanat ve fikir adamlarının gözü ile bakar, Yahya Kemal bir inanç adamı olmaktan ziyade bir estettir. Sezai Karakoç da maziyi yeni bir şekilde yorumlar. Fakat o maziye, Yahya Kemal gibi geniş bir açıdan değil; din, hatta fazla mistik bir zaviyeden bakar. Eski Türk medeniyetinin din kadar önemli olan cepheleri, onda önemli bir yer tutmaz. Kemal Edip Kürkçüoğlu dünyaya bir eski Mevlevi dervişi gözüyle bakar.

“Bu üç bakış tarzında da eski, içinde yaşadığımız çağın dışında ele alınmıştır. Ciddi olarak düşünülecek olursa ne eskiye dönmek, ne de onu olduğu gibi yaşatmak mümkündür.

“Fakat tarih ve kültürün eskiye bağlı olduğu ve medeni bir milletin bunların dışında düşünülmeyeceği de bir gerçektir. Bu durum karşısında yapılacak şey, maziye ait eserleri, değişen hayat şartlarına göre yeniden tefsirdir. Yorum, sadece bir anlama cehdi değil, aynı zamanda bir geliştirme metodudur.” (8)

Cumhuriyet devri şiirinin özellikle başlangıç yıllarında, en önemli kaynağı halk şiiri geleneğidir. Bu gelenek bütün nesiller tarafından ortaklaşa paylaşılmıştır. Yaşama şartları değiştiğinden halk şiiri geleneğinin devamı da mümkün değildir. Bu geleneğin son temsilcisi Âşık Veysel'dir. Halk şiiri ve kültürü, Türk şairlerinin asla vazgeçmeyecekleri besleyici kaynaklardan biridir.

Garip hareketine kadar şiirimizde hemen hemen yegâne yol olarak görülen halk şiiri geleneği Garipçiler tarafından reddedilmiştir. Ancak bir süre sonra Orhan Veli Kanık'ın “Yol Türküleri”ni yazması, bu kaynaktan vazgeçmenin kolay olmadığını açıkça gösterir. Şiirin basmakalıba düşmesine tepki olarak ortaya çıkan Yedi Meşale (1928), Garip (1940) hareketleri, sürekli birer akım olmaktan çok, birer darbe tesiri uyandırmışlardır. 

Tanzimat sonrası şiirimizde, nasıl ki didaktik, hamasi, sosyal muhtevalı şiir anlayışını, insanın iç dünyasını da ele alan kapalı şiir anlayışı takip etmiş ve bu aşırı ferdiyetçiliğe yeniden sosyal şiir anlayışıyla mukabele edilmişse, aynı dalgalanma Cumhuriyet sonrasında da görülür.

1923'ten sonra kronolojik olarak 1923-1940, 1940-1960; 1960 ve sonrası kendi içlerinde de farklılık gösterir.

Bu kronoloji siyasi tarihimiz bakımından da önemlidir. 1923-1938 (1940) yeni Türk devletinin kurulması, eskinin tasfiyesi; 1940-1960 tek partiden çoğulcu demokrasiye geçişin buhranları; 1960 sonrası ise demokrasi kavramı tartışmaları ön plandadır. Başlangıç yılları ile 1980 sonrasına bakıldığında devletin kuruluşunda yer alan değerler sisteminin alt üst olduğu görülür. Yeni düşünceler ve kavramlar tartışılırken gücünü zaman zaman ülke dışı kaynaklardan alan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun temel kavramı milliyetçiliğin reddine kadar ulaşan görüşler ortaya çıkmıştır. Bunların yankıları günümüze de ulaşır.

 

NOTLAR

  1. Yahya Kemal Beyatlı, “Biz Nasıl Şiir İsteriz”, Edebiyata Dair, Yahya Kemal Enstitüsü 1971, s. 11-16.
  2. Türkçe Şiirler'in uyandırdığı ilgi ve heyecan Ahmet Haşim (Ahmet Haşim, Bütün Eserleri, 4/88), Abdülhak Hâmit Tarhan, Recaizade Ekrem, Rıza Tevfik, Fazlı Necib gibi şairlerin mektuplarından da anlaşılabilir (Mehmet Emin Yurdakul'un Eserleri-1 Şiirler, hzl. Fevziye Abdullah Tansel, TTK 1969, s. 3-20). Ayrıca bu şiirler Türkiye dışındaki Türkler üzerinde de etkili olmuştur. Bugün Türk dünyasında yazılan şiirlerin çoğu hâlâ bu geleneği devam ettirmektedir. Ayrıca Mehmet Emin'in Türk dünyasındaki etkisi hakkında İsmail Gaspıralı'nın şaire gönderdiği mektuba bakılabilir. “Okudum, pek ziyade ferahlandım. Eseriniz hakkında edeceğim mütalâayı Ş. Sami Beyefendi yazmış, tekrarına hacet yoktur. Bir denilecek kalmışsa şiirlerinizin lisanından maada efkârı da İstanbul'un “mahitap”tan, “kara saçla mavi göz”den ibaret âsâr-ı şi'riyesinin cümlesine fâik olduğudur. Cübbeleri kıyamet olan efendilerin, bastonları, caketleri alamet olan şık beylerin usulüne muhalif, sade ve “kaba” Türkçe kalem çekmek büyük cesarettir; âsâr-ı edebiye ve şi'riye arasına böyle meslekli bir eser aralaştırmak Türk âlemine büyük bir hizmettir ki derünen tebrik ediyorum. Türk âlemine dediğim mübalâğa zannolunmasın; mübalâğayı ne severim ve ne ederim; doğrusudur, çünkü şiirlerinizi Edirne, Bursa, Konya, Ankara, Erzurum Türkleri anlayıp, lezzetlenip okuyacakları gibi, Tiflis, Tebriz, Şirvan, Horasan, Türkistan, Küâşgâr, Deşt-i Kıpçak, Sibirya, Kazan ve Kırım Türkleri de okuyacaktır ki, bu şerefe Fuzuli ve Nabi nail olamadılar. Kırk elli milyonluk ve otuz asırlık bu âleme iptida bir kaşık oğul balını yediren siz oldunuz ki size şereftir, bize saadettir... Tebrik ediyorum.. Tercüman'ın da çabaladığı bu yolda hizmettir... Sade ve “kaba” lisanıdır ki, Dersaadet'in hamal ve kayıkçılarına, Çin dahilinde bulunan Türk devecilerine gazeteyi tanıtmıştır; Kazan'da, Sibirya'da oldugu gibi, Tebriz'de ve Horasan'da da Bahçesaray dilini öğrenmeğe meyil doğurmuştur. İstanbul edebiyatının mesleksiz devamından ve dudu kuşu lisanından usanmış, kararmıştım, Şiirleriniz pek büyük teselli oldu. Bunun için de Allah sizden razı olsun...” (Kırımlı Cafer Seydahmet, Gaspıralı İsmail Bey, 1934, 8. 83-84).

(3) İlk baskısı 1965 yılında yapılan Şiir Taklilleri II'nin, yeni şairlerin eklenmesiyle genişletilmiş yeni şeklinin baskıları Dergâh Yayınları tarafından yapılmaktadır. 20 baskı 2011.

(4)ŞiirTahlilleri 2, 5.b., 1992,s.555.

(5) Mümtaz Zeki Taşkın (1915-2003). Şiir kitapları: Allo Allo (Mustafa Niyazi Ispartalı ile birlikte, 1934), Köy Melodileri (1936). bk. Sadettin Yüksel, “Mümtaz Zeki Taşkın”, http:// www.objektif17.com.

(6) Sabahattin Tahsin Teoman (4.1914) Şiir kitapları: Rıhtım Sesleri(1943), Beşinci Mevsim (1945),

(7) Turgut Uyar, Bır Şiirden, Ada Yayınları 1986, 6. 81-82.

(8) Şiir Tahlilleri, 5 b., s. 422

 

Prof. Dr. İnci Enginün
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergah Y. 24. baskı Ekim 2022. S. 25-29

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)