Son Dakika



Bir dilin içindeki lehçeler, eğer arada siyasi vs. kopukluklar olur da halklar birbirinden ayrılırsa, zaman içinde birbirinden iyice kopar ve ayrı diller hâline gelirler. Ayrılma yakın zamanlardaysa birbirlerini anlarlar. Zaman uzadıkça anlama imkânı azalır. Mesela Türkiye ve Azerbaycan 500 yıl kadar önce kesin hatlarla birbirinden koptu. Ayrı siyasi yapılar içinde ayrı kimlikler gelişti. Üstelik Azerbaycan lehçesine çok uzak olan İstanbul Türkçesi Türkiye'de resmiyet ve yaygınlık kazandı. Sonuçta araya bir kopukluk girdi. Türkiye'de Erzurum ağzı hâkim olsaydı bu kopukluk elbette daha az olacaktı. Ama yine de bir Azerbaycanlıyı rahatça anlıyoruz.

Türkmenistan’daki Türkmenlerden, yani geride kalan Oğuz boylarından ayrılış ise bin yıl önceki bir hadise. Bu yüzden onları çok daha zor anlarız. Sonuçta anlayabiliriz ama bir Azerbaycanlıyı anlama kolaylığında değil. Özbekleri bundan da zor anlarız. Kırgızlar konuşurken önce yabancı bir dil gibi gelir ama kulak kabarttığımızda bir süre sonra kelimeler seçilmeye başlar ve bir Türk dili konuştuklarını görürüz. Bu şekilde zaman ve mekândaki mesafe arttıkça diller birbirinden ayrışır. Yine bir Türk dili olan Çuvaşçayı ise ancak bilim insanları anlayabilir.

Bir örnek verirsek, bizdeki ayak (eski biçimi adak) kelimesi Çuvaşçada ura olarak geçiyor. Bunlar aslında aynı kelimedir. Bir dizi kurallı ses değişikliği bunları farklılaştırıyor. En eski biçimi muhtemelen padak olan (ve bu biçimiyle Nostratik bir görünüme kavuşan, Latince ve diğer Batı dillerinde de görülen) kelimemizde önce “p” düşüyor. Çuvaşçanın atası olan leh sondaki “k”lar nizami olarak siliniyor (hılha ~ kulak gibi). İlk hecedeki “a” seslisi “x” haline geliyor (katla ~ hutla gibi). Ortadaki d ünsüzü de iki kademe de r hâline geliyor.

Şöyle bir örnekte değişik Türk halklarının aynı şeyi nasıl söylediğini görmek mümkün:

Ey güzel kız, söyle bana nerdensin? (Türkiye)

Ay gözel kız, söyle mene hardansan? (Azerbaycan)

Ay gözel gız, mana ayt nirden bolar sen? (Türkmenistan) Ay yahşi kız, ayt meye kayerdensen? (Özbekistan)

Ey güzel kız, eytkın maya keyerliksen? (Doğu Türkistan)

Ey sulu kız, ayt magan kaydansın? (Kazakistan)

Çaraş kıs, çugaala menee kayıın sen? (Tuva)

Ey mattur hir, kala mana ışta esi? (Çuvaşistan)

Buradaki bizim kullanmadığımız kelimeler bizim Türkçemizde unutulmuş olan kelimelerdir, yabancı olanlar değil. Örneğin Yunus'un şiirinde “Çiçek eydür derviş baba” satırında eytmek “demek, söylemek?” fiili geçmektedir. Yahşi kelimesini biz sadece yakışıklıya indirgemişiz. Ka-köklü soru zamirlerinde Türkiye'de sadece hangi ve kaç kelimeleri kalmış. En eski Türkçe döneminden “konuşmak?” fiili olan kelenin hatırası olarak gelin kalmış (muhtemelen kaynanaların taktığı bir isim olarak). İşte, kimi kelimeler bir bölgede kullanımdan düşer, kimilerinin anlamı, kimilerinin telaffuzu değişir. Farklılıklar büyüdükçe ağızlar, lehçelere, lehçeler dillere dönüşür.

Sonuçta bu dil ve lehçeler toplamı, kelime hazinelerinin büyük ölçüde uyuşması ve yapısal benzerlikler sebebiyle bir aile teşkil ediyorlar. Tarihi olarak da bunların tek kaynaktan geldiğini biliyoruz. Türkiye, Azerbaycan ve Türkmenistan'da konuşulan dil veya lehçeler Oğuzların dilinden gelmektedir. Oğuzca ise genel Türkçenin bir kısmını teşkil eder.

Benzer şekilde başka aileler de vardır. Örneğin Sırpçada kurt kelimesi vuk iken, Bulgarcada vılk, Rusçada ise volk (oku valk) hâline geliyor. Bu ses değişikliklerinin yanında, belli kavramları ifade ederken farklı kelimeler de kullanılır. Bir Sırp hvala diyerek teşekkür ederken Bulgar blagodarya, Rus ise sposibo diyecektir. Böylece hem aynı kökenden gelen kelime ses değişikliğine uğruyor hem de anlam kaymaları ile aynı kelime farklı dillerde farklı şeyler ifade edebiliyor. Bu durum insanların birbiriyle anlaşmasını zorlaştırıyor, rahat anlaşma imkânının kalmadığı noktada ise başka bir dilin sınırına geçiliyor. Ama hepsi birbirinin akrabası olarak kalıyor ve bir aile teşkil ediyorlar.61

Bu durum zamanla ilgilidir. Zamanı geriye alıp insanları da atalarının yaşadıkları yerlere topladığımızda, diller ortak noktada toplanıyor. Bu yüzden 1000 yıl kadar önce şimdiki Türkmenlerin ataları olan Oğuzlarla şimdiki Kazakların ataları olan Kıpçaklar yaklaşık aynı dili konuşuyorlardı. Ve yine 1200 yıl önce bütün Slavların anladığı bir dil vardı ki bunun temelinde kilisede kullanılan dil geliştirilmiştir.

Şimdi zamanda geriye gidip Slavca çağına gidelim. Onların Hun veya Avar hâkimiyetinde yaşadıkları ve tek bir dillerinin olduğu dönemi düşünelim. Bugün Rusça, Çekçe ve Sırpçanın birbiriyle akrabalık ilişkisi gibi, o günlerde de ata dilleri olan Slavcanın başka dillerle benzer akrabalık ilişkisi olacaktır. İngilizce new “yeni” kelimesinin İtalyancada nova, Rusçada nov ve Farsçada nev olduğunu ve yine İngilizce two “iki? kelimesinin İtalyancada duo, Rusçada dva ve Farsçada olduğunu gördüğümüzde bu konuda ışıklar beliriyor.

Bir taraftan emin olmak için daha fazla kelimeyi karşılaştırıyoruz, bir taraftan da yapısallığa göz atıyoruz. Bir dili bilmek için kelime bilmek yetmez. Cümle içinde kelimeleri nasıl dizdiklerini ve dahası kelimeler üzerinde nasıl oynadıklarını da bilmeliyiz. Mesela biz gelemeyecekmiş deriz. Bir İngiliz, birkaç tane örnek haricinde, kelimenin başına veya sonuna böyle ekle; koyarak yeni anlamlar veremez. Bizim bu ‘kelime’ cümlemizi şöyle söyler:

İt has been learned that he will not be able to come.

Biz bunu şöyle çevirmeyiz:

O var idi öğrendi ki o ister hayır ol —ebilir —e gel.

Hâlbuki aynı şeyi Rusça söylediğimizde yaklaşık İngilizcedekine benzer bir yapı kurarız. Macarca söylediğimizde ise biçim Türkçeye benzer.62 Kelimeler çok benzemeyebilir ama yapısallık önemli ve belirleyicidir. Sonuçta dillerin nasıl işlediğini ve hangi kelimelere sahip olduğunu kıyaslayarak birbiriyle ilişkisini belirleriz. Ama dillerin birbiriyle kelime alışverişinin yoğunluğunu düşünürsek, incelememizde çok fazla seyahat etmeyen kelimelere öncelik veririz. Mesela sayılar, temel sıfat ve fiiller, akrabalık ve organ isimleri kolay kolay değişmez. Başka bir dilden beş, uzun, koşmak, baba ve ayak gibi kelimelerimizin yerine kolay kolay başka kelimeler almayız. Türkçedeki bu ‘kalıcı” kelimelerin bir listesi sonraki bölümde verilecektir.

Böylece, bu karşılaştırmalarla örneğin yukarıdaki incelemede İngilizcenin ait olduğu German dil ailesi, İtalyancanın mensubu bulunduğu Latin ailesi, Rusçanın geldiği yer olan Slav ailesi ve Farsçanın dâhil olduğu İran ailesi uzak bir geçmişte ortak bir noktada birleşiyor gözükmektedir. Bunlara Hint-Avrupa ailesi denir. Hemen bütün diller bu şekilde aileler teşkil etmekte, bu aileler daha üst atalarda birleşmekte, bu ataların da başka atalarla kardeş olduğu görülmektedir. Bugün gelinen noktada, makarayı geriye sardığımızda, bütün dillerin ortak bir kaynaktan çıktığına inanılmaktadır. 63

Aynı şeyi Türkçe için de düşünmek gerekir. Dünya üzerinde yalnız olamayacağına göre, Türkçenin de yakın ve uzak akrabaları olmalıdır. Sibirya'da uzun süren bir esaretten sonra ülkesine dönen İsveçli subay von Strahlenberg 1739 yılında yayınladığı bir eserde bir kısmına aşina olduğu Finceden oralarda öğrendiği Moğolcaya ve Türkçeye kadar Avrasya'nın kuzeyindeki tüm dillerin ve halkların birbiriyle akraba olduklarını öne sürmüştür. Daha sonra bir asırlık bir sessizlik hüküm sürmüş, ardından Castren adlı Fin bilgini konuyu akademik olarak ele alıp ilk söz karşılaştırmalarını yapmıştır. Ondan sonra ise konu en üst düzeyde bilimsel bir çalışma alanı hâline gelmiştir.64

Varsayılan Ön veya Ana Altay dilinin illa da Asya'nın doğusuna yerleştirildiğini düşünmek de doğru değil. Örneğin Japoncayı da ekleyerek bu aileyi kendi tasavvurunda iyice büyütmüş olan Miller'a göre Ön Altay dili Batı Sibirya'da çıkmış ve doğuya doğru yayılmıştır.65

Altay kuramındaki sıkıntı esasında araştırmaların kuramdan mı, yoksa kuramın araştırmalardan mı çıktığının belli olmamasındadır. Konu bilimsel bir üretime tabi gözükse de bu fikrin ortaya çıkışı daha çok bir algı ve hisle ilgili gözüküyor. Doğal olan şey önce araştırmaların yapılması, ardından kuramın oluşturulmasıdır ama bu örnekte kuram peşin olarak hazırlanmış, araştırmalar ona göre yapılmış gözüküyor. Böyle bir ailenin olması gerektiğine inanılıyor, bu inanç istikametinde hareket ediliyor.

Bu algının bir sebebi coğrafya ise bir sebebi de bu coğrafyaya bağlı olarak gelişen jeokültürdür ki Türk ile Moğol'u bizzat İlhanlı Moğol sarayının tarihçisi Reşidüddin'in ağzından kardeş yapar.66 Öyle ya, ortada ayrım çizgileri olmayan, sınır kavramının neredeyse bilinmediği bir coğrafya var. Burada Türkler ve Moğollar en az 2500 yıldır iç içe yaşıyorlar. Dolayısıyla birbiriyle dil ve soy akrabalığının olması beklenmelidir.

Ama bu beklenti beraberinde peşin bir kararı ve ön yargıyı getirmemeliydi. Önce Türkçe ve Moğolca, ardından Mançu-Tunguzca ve ulaşılan sonuca göre Korece ve Japonca diğer dil ailelerinin geçtiği muayeneden geçmeliydi.67 Muayene ise yukarıda bahsettiğimiz temel kelimelerin karşılaştırılmasından başlar. Tamamını olmasa da bir kısmının kıyasını biz yapalım. Aşağıdaki tabloda iki dili kıyaslarken ilk elde bakılması gereken kelimeler bulunmaktadır. Bunların elbette fazlası vardır, daha birçok kelime eklenebilir. Mesela su kelimesi çok temeldir. Ama listede fazladan bulunan bir kelime yoktur.

Dil bilimde iki dil karşılaştırılırken her ikisinde de kelimelerin en eski biçimi alınır. Mecbur kalınmadıkça günümüzdeki iki kelime karşılaştırılmaz. Mesela bugünkü Rusça moloko ‘süt’ kelimesinin malako okunuşundan da ilham alan bir Türk hemen mal ‘sığır’ kelimesinden süte bir anlam bağlantısı kurabilir.

Hâlbuki 9 asır önce bu Rusça kelime mleko biçimindeydi, bu da Almanca milch ve İngilizce milk “süt” ile bağlantılı bir kelimedir. Öte yandan bizim bugün kullandığımız mal kelimesi Arapçadan gelmiştir, bildiğimiz kadarıyla eski Türkçede geçmez.

Biz aşağıdaki tabloda önce bir anlamın bugünkü dilimizde söylenişini verdik. İkinci sütun bunun eski Türkçe biçimini veya söylenişini verir, Üçüncü sütunda ise Moğolca kelime bulunur. Eğer Türkçe kelime ile alaka kurulabilecek bir Moğolca söz varsa dördüncü satırda anlamı verilir. Öbür türlü, bir Moğolca kelimenin anlamı aynı satırın ilk sütununda verilen anlamdır. Bu aynı zamanda arada bir bağlantı olduğu anlamına gelecektir ve bu yüzden ayrıca bir işaretleme yapılmamıştır.

Tabloya geçmeden önce tarihi Türkçenin temel bir özelliğinden bahsetmek gerekir. Yukarıda aynı aileden değişik dil ve lehçeler arasında ses değişiklikleri olduğunu söylemiştik. Mesela bizde y- ile başlayan kelimeler Kazakça ve Kırgızcada J- veya c- ile başlar. Yol kelimesi sırasıyla jol ve col olur. Yazmak yerine cazmak, yurt yerine curt derler.

Bu şekilde Türkçenin iki kolu arasında öyle büyük bir değişiklik vardır ki birinde -z ile biten kelimeler diğerinde -r, birinde ile biten kelimeler diğerinde -l hâline gelir. Aynı şekilde birinde b- ile başlayan kelimeler diğerinde p- başlangıcına sahiptir. Sesli harflerde de bazı değişiklikler olur. Tarihte Bulgar/Oğur Türkleri genel Türkçeden böyle farklı kalmış bir lehçeyle konuşurken, bugün de Çuvaş Türkleri aynı dil özelliğini sürdürmektedir. Bu yüzden örneğin bizdeki baş kelimesi Çuvaşçada pıl, bizim beş Çuvaşçada pel, bizdeki kız Çuvaşçada hir ve öküz kelimesi vökür biçimindedir.68

Son araştırmalar Bulgar/Oğur Türkçesinin eskiden tüm Türklerin konuştuğu dil olduğunu, bizim lehçemizin ondan saptığını göstermiştir.69 Bu yüzden Moğol ve Macarcadaki Türkçe ile alakalı en eski kelimeler büyük ölçüde Bulgar/Oğur Türkçesine denk gelmektedir. Biz de sonraki bölümdeki tabloda dilimizdeki en eski biçimleri mümkün olduğunca Bulgar-Oğur Türkçesi, ne göre vermek isterdik ama bunlar için yazılı kayıt bulunmuyor. Bu yüzden aslında Moğolca ve daha sonraki bölümde görüleceği üzere Macarca ile kıyaslanmaması gereken Ortak Türkçenin en eski biçimlerini almak zorunda kaldık.

NOTLAR

61Dilde değişme konusunu, Almanca merkezli olsa da ilginç ve güzel örneklerle Porzig inceler: Dil Denen Mucize 11, s.71-126. Neden ve nasıl değiştiğini ise basit bir dille Ruhlen anlatır: Dilin Kökeni, s.31-33.

62Macarca zaman bakımından çok fakirdir. Dünyada ise miş'li geçmiş zaman bildiğim kadarıyla sadece (şimdiki) Bulgarcada bulunur. Bu yüzden bu örnekte Macarca cümle de aslında tam Türkçe gibi kurulamıyor ve kabiliyeti ‘bilmek’ fiiliyle anlatması dışında İngilizce ve Rusçaya daha yakın duruyor: “Azi mondta, hogy nem fog tudni jönnü” (Bunu dediler, ki (o) değil —ecek bilmek gitmek).

63Ruhlen bu fikrin dava adamıdır: Dilin kökeni, özl. s.160-162. Bu konudaki fikirlerin gelişimini ise s.65-67'de aktarır.

64Poppe, Altayistiğe Giriş, 8.187 vd.; Tuna, Altay Dilleri Teorisi, 8.7-11; Bayat, Türk Dili Tarihi, s.33-41. 65Golden, Türk Halkları, s.21.

66Bunu ünlü Ergenekon destanının anlatıldığı metnin başlarında okuruz: Gömeç, Türk Kültürünün Ana Hatları, 5.266.

67Vovin yeni bir çalışmasında Koreceyi tek başına bir aile olarak alır ve başka hiçbir bir dille akraba olmadığını iddia eder: “Korean asa Paleosiberian Language”, s.235-254.

68Bu durum R'leşme ve L'leşme diye adlanır veya bu iki denklik esas alınarak dillerden birine (bizimkine) ŞAZ, diğerine ise LİR denir. Geniş bilgi çi bkz. Tuna, 4/fay Dilleri Teorisi, s.17-19; Poppe, Altayistiğe Giriş, 8.229-230.

Osman Karatay
(Türklerin Kökeni, 24. Baskı, Kripto y. İst.2024. s. 63-72)
Gercekedebiyat.com


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM