Çamurdan paltolu kadın: Emily Dickinson / Hakkı Engin Giderer
İYİ BİR ŞİİR OKURKEN BANA NELER OLUYOR? * Eşsizliğimin somutlandığını duyduğum zamanlardır iyi şiirle karşılaştığım zamanlar. Ya siz nasıl hissedersiniz kendinizi? Hayır üzüntüden, sevinçten, kederden, korkudan ve kaygıdan söz etmiyorum. Yaşanan o görkem duygusundan... Arizona Rüyası'nı seyrettikten sonra sinemanın merdivenlerinden çıkarken beynimde yaşanan, o yoğun yalnızlık, teklik, kendime acıma, varoluşumu derinden hissetme duygularının karışımından oluştuğunu sandığım içimdeki yılbaşı çelengi beni ilgilendiren: Ruh kamaşması. O da kendisini şöyle anlatıyor: Bedenimin hiçbir ateşin ısıtamayacağı gibi üşüdüğünü hissedersem- şiirle karşılaştığımı anlarım.1 O şimdi yastığı dolgun bir yatakta yatıyor ve doğan güneşin sarı gürültüsü rahatsız etmiyor gözlerini artık. Şiir (sanat): ruh nakli. Bir insanla tekleşebildiğimizi hissetmek. Onun (şairin) duygusuna çarpmak, gerçeğini kendi gerçeğimiz gibi algılamak. Yazmak, yaratmak da öyle bir başkasıyla ya da bir şeyle kurduğumuz ilişkinin, anın dil aracılığıyla saklanması. Duygularını, sinir hücrelerinin arasındaki şimşek iletişimini, kimsenin tanıklığını yapamayacağı sıkıntılı bir gecenin sencileyin yaşanan anlarını bir konserve kutusuna koy ve yavaşça suya bırak. Biri seni bulur ve sana ait tazeliğini koruyan bu konsantre pırıltıları yeniden yaşar. Şiir belki tüm bu saydıklarımla başlıyor bende. Önce Onun yaşadığı gibi yaşıyorum sonra pırıltılar yaşamımı aydınlatmaya başlıyor, kendi gezilerime çıkıyorum. Kendi Geyikli Gece'me. Gözlerimi kapatarak en çok sevgilim ve en çok kendim olduğum ana, ikisini birden en çok olabildiğim ana, anlara... Emily Dickinson'ın yazdıklarını bulduğum kıyıda onun ruhuyla karşılaştım: Ölümle boğuşuyordu. Ölümsüzlük ve şiir arasında kurulan ilişki ironik bir buluş. Dünyayı bu denli terk etmek istemeyen birini tanımadım daha. Belki de en çok itiraz edenlerden biri içimizde: Emily Dickinson. NEREDE(N) RASTLADIM ŞU ZALIM KADINA İlk olarak yıllar önce Ankara'da Amerikan Kültür'ün sinemasında Sophie'nin Seçimi filminde. Filmin sonunda yaşamın ağırlığına katlanamayan iki sevgili ölümü seçerler. Arkadaşları olan yazar çocuk, sevgililerin ölülerini yatakta birbirine sarılmış olarak bulur ve ayak uçlarında onlara Emily Dickinson'dan bir veda şiiri okur: "Ample make this bed." (829). Her şeyi o an anladım: İlk duyuşta aşk. Darbeci bir şairdi bu kadın. Etkisi uzun süren, ilk kez duyduğum tonda ve zenginlikte sesler çıkaran bir şiir yazıyordu. Cahit'in Ingiltere'den gelirken benim için getirdiği ve kot pantolonumun kibrit cebine sığan kitabı belediye otobüslerinde avcumun içinde gezdirdim. Amerikan Kültür'ün raflarında bütün şiirlerini uyuklarken buldum. Sanırım ilk olarak 1982 yılında Fatih Özgüven2 Yazko Çeviri Dergisi'nde "Onüç Lirik Parça" başlığıyla çevirilerini yayınlamış: Daha çok şairin doğayla ilgili şiirleri. Dickinson, 1993 Kasım'ından beri elimizde: Türkçe. Benim için bu çok geç bir tepki biliyorum ama benden hızlısı var: Sennur Sezer. Bir kadın şair olarak silahına benden hızlı davranıyor tabii ki. Cumhuriyet Kitap Dergi'de (Sayı:218) çıkan, şairi ve çevrilmiş kitaplarını tanıtan uzunca bir yazı: "Beyazlı Kadın: Emily Dickinson". Fatih Özgüven de minik tanıtma yazısında beyazlı bakireden sözediyor. Korsan'ın çıkarttığı kitabın kapağında şairin elimizdeki tek fotoğrafı olduğunu sandığım portresindeki koyu renkli elbiseyi beyaza boyamış Murat Savaşkan. Bizi şiirlerinden önce trajik, gizemli, ilginç yaşam öyküsüyle kendine çeken şairlerden biri Emily Dickinson. Kendini öldüren Plath, tüm yapıtlarının yakılmasını isteyen Kafka, eşcinsel Kavafis, sokaklarda yatan ayyaş Bukowski... Bizde efsane yetersizliği var, belki de övünme ve yaşama yetersizliği. Yine de fazla ilgilendirmiyor beni beyazlı bakire efsanesi. Çünkü Emily Dickinson şiirleriyle karşımda bir dost kadar soyabildiğince soyuyor ruhunu. Dostum şimdi ve burda, yanımda bir gül şimdi. Bir gül olabilecek kadar içinde bu yaz anının. Bir içyaprak, bir dışyaprak ve bir diken Zamanlardan yaz, alelade bir gün, erken Bir küçük tas çiğ - bir iki Arı - Bir esinti -ağaçlarda bir hışırtı - Ve işte bir Gül'üm ben3 EMİLY DİCKİNSON KANIMDA NASIL DOLAŞIYOR? Dickinson şiirinin bende bıraktığı ilk izlenim kayalardan örülmüş bir duvarın bıraktığı etkiye benziyordu. Bu özellik bir şairde saygı duyduğum bir özellikti şüphesiz ama benim şairlerim tıpkı gerçek yaşamdaki gibi zayıflıkları olan, korkan, titreyen, büyük tehditler karşısında güçsüzlüğünü ve zavallılığını cesaretle örtmeye çalışan, aşk acısını salya-sümük yenmeye çabalayan, ölümü yaşamla karşılayan, saçlarını rüzgarda savuran[yani birazcık da olsa bana benzeyen(!)] şairlerdi. Emily Dickinson okundukça duvarın arkasına gizlendiği farkedilen bir şair. Bunu farketmek için ilk karşılaşmada o duvara çarpmak gerekiyor. Herkes ona utangaç, içe kapanık diyor. Sanırım şiiri kendisine benziyor. İlk tanışmada göz iletişimi kurmayan insanlara benzeyen bir şiir. Benim şairlerim dille, bir dilbilimci gibi ilgilenmezler. Şiirlerinin biçimleriyle ve diliyle uğraşarak çok zaman kaybetmezler. Kaynayan bir yeraltı suyu gibi fışkıracak en uygun ve en kısa kanalı ararlar, toprağı zorlarlar. Emily Dickinson'ın şiirindeki felsefi tavır, düşüncenin ağırlık kazandığı şiirsel form yeraltındaki şiddetli basıncın sonucu gibi geliyor bana. Şiirlerdeki yoğunluk bunun kanıtı diye düşünüyorum. Kendini tutan bir kaynak Emily Dickinson, kendini tutmasa yerin merkezine fışkıracak veya yeryüzüne çıkmadan kendini yokedecek bir kaynak. Bütün iyi şiirler gibi dramatik, saklı anlamları olan, okuyucuya bir şey öğretmeye kalkışmayan ve onun yaratıcılığını kışkırtan, düşünce haritamızda değişiklik yapan şiirler... Yalnızca yeryüzüne çıkmak isteyen güçlü su. Kanımda acıdan küreler... ŞİMDİ EMİLY DİCKİNSON OKUYORUM Kitabımı4 açıyorum, şiir :165. Bu kitapta en sevdiğim şiir. Lütfen siz de benimle birlikte okur musunuz? Sizi de titretti mi neşe sıçrayışının içeriği? Yavaş yavaş, bir başkasının dediklerinden yola çıkarak (bir doğrucu şahit yakalayarak: avcı)bizi önüne katan şaire kanıp attığınız adımla düştünüz mü benim de düştüğüm kuyuya? Kimse sezmesin diye neşe refleksini bağırmadan içinde tutan yaralı geyik ben miyim? Şüphesiz şiir yaralanan geyiğin havaya sıçramasının nedenini yalnızca ölüm coşkusuna bağlayan sarsıcı yakalamayla başlar. Sonra şair bize başka ölümcül havalara fırlama tepkilerini gösterir. Taş, çelik ve yanak (insan değil, yanak). Dünyadaki her şey ölüm çoşkusu içinde ölür. Hummalı bir yanak (insan değil) ölümle karşılaştığında daha çok kızarır. Hücreler, elementler (canlılar, cansızlar) ölürken karşılaşırlar bu çoşkuyla. Ama insan, öleceğini bilen insan (bunu ben ekliyorum) yaşarken bu çoşkuyu hep yaşar. Dickinson neşenin nedenini arayıp bulduğunu anlatır bu şiirde: Neşe, acının mektubudur. Derin ölüm acısının (öleceğim acısının) bir yansıması. Bir kandırma ve sakınma tepkisidir neşe (ağzı kapalı zarf), ölüme (belki avcı, belki tanrı) göstermez içerde yaşam belirtisi olduğunu (bir kolun içinde dolaşan kanı). Bu dizelerde ölüme karar verenlere, ölüm krallarına acı çekerken dişlerini gösteren bir karşı çıkış görüyorum. Mektup: kol, yaşam: kan. (Ya da, hem) Neşe, öldüğümüzü kendimize göstermekten kaçındığımız bir an. Kendimizi kandırıyoruz neşeyle. Ölümü(bağırma) içinde sakladığımız bir mektup. Bir trafik kazasından ölmeden kurtulan insanları görmüştüm. Katıla katıla gülüyorlardı. Bu tepkinin uç noktada bir ağlama, şok tepkisi olduğunu anlamıştım. Ben de ağlamak istemiştim. Dickinson yine de katıla katıla ağlamadan söz etmez. Neşe der. Hayatımıza yayılmış, sık sık karşılaştığımız bir duygu. Acıyı yaşamımıza yayar. Anlatmak istediği neşe, ölüm, acı değildir. Gerçekte yaşamı araştırır. Kimse sezmesin kanı dediğinde siz de benim gibi, kafanızda, ölüm acısını birbirinden saklamaya çalışan neşeli bir kalabalık canlandırıyor musunuz ve bu sizi de çok üzüyor mu? 165 nolu şiirin yapısı beni çok heyecanlandırıyor. 1. Bölüm: Avcı, vurulan geyik ve ölüm coşkusuyla sıçrayan geyik, 2.Bölüm: Canlı ve cansızların ölüm çoşkulu sıçrayışları (Şair burada avcınınkine benzer gözlemlerini aktarır bize), 3. Bölüm: Neşe acının mektubudur. Şiirdeki tüm bölümler birbiriyle ilişki (li oldukları) kurdukları gibi kendi başlarına da etkili birer şiir olmayı başarırlar. Ve şiirin tümü bölümlerin toplamından daha fazla bir enerji (içimdeki çalkantı) yaratır.Şiirin son bölümünde fışkıran lavları görürüz. Şiiri bitirdikten sonra Dickinson'ın da acısını içinde sakladığını ve bunu yalnız benimle(şiirsever) paylaştığını düşünmek beni bu ölüye öyle yakınlaştırıyor ki. Hiç Köpüklenmemiş Bir Likörü Tadıyorum Hiç köpüklenmemiş bir likörü Tadıyorum-inciden oyulmuş kadehlerden- Veremez-bütün yemişleri hatta Frankfurt'un- Böylesi bir alkolü- Açık havanın sarhoşuyum-ben Çiy damlasının sefihi- Dönerek- ışıltılı mavi hanlardan-uçuyorum Sonsuz yaz günleri boyu- Sarhoş arıyı attığında hancılar Kapısının önüne-Yüksükotu'nun Kelebekler yudumlarını bırakınca- Ben-daha da çok içeceğim- Karını silkene dek Seraflar şapkalarının Ve pencereye koşana dek Azizler-ta ki Görmek için-küçük meyhanecinin Manzanilla'dan gelişini. Bütün antolojilerde ve seçme şiirlerde yer alan ünlü şiiri "I Taste a Liquor Never Brewed"ü Oğuz Cebeci çevirmiş: "Hiç Köpüklenmemiş bir Likörü Tadıyorum" ya da "Tadıyorum Hiç Köpüklenmemiş Bir Likörden". Bu deli kız Fankfurt'ta yetişen dini Rhine şaraplarından bile daha güzel olan alkolden, çiy damlasından tadar. Meyhanelerden (kovandan) kovulan bir arı olur. Belki kiliseden kovulan bir yaşamsever. Dokuz emirdeki yüksek rütbeli melekleri bile ışıltılı mavi hanların üzerinde uçarken yaya bırakır. Çılgın bir doğa aşkı şiiridir bu, dini küçümseyerek kendine güvenmenin. Ünlü Manzanilla şerilerinden içip sarhoş olmuş bu küçük meyhanecinin (kendini seven görkemli kadın) İspanya'dan (belki Küba) getirdiği ateşi, aşkı, kilisenin penceresinden izlemek için koşturmaktadır Azizler; Seraflar şapkalarındaki karı silkelemektedir. Dickinson bu şiirde dine karşı şiirsel oklarını da kullanmaktadır. Kendisiyle alay ederken (sarhoş arı: Arı Maya), dini kişilikleri de komik duruma düşürmektedir. Protestan ilahi kitaplarıyla hiç ilgilenmemiş benim gibi sıradan bir okuyucu için bile bir haz hattı yaratan aşkın şiirsel düşünceleri sevmemek, bu humorundan esinlenmemek olası mı? 288. şiirde "Hiçkimseyim ben" dediği şiirde de kovandan kovulmuş bir arının duygularına benzer şeyler anlatır. Likörlü şiirde anlattıkları kadar neşeli değildir okuduklarımız. Biri olmayı, yazın sıcağında, bataklığın ortasında sürekli vıraklayan yalnız bir kurbağaya benzetir: yaratılan görsel imge hem komik hem de korkunçtur. Ne müthiştir (dreary=lonely=depressing) biri olmak. Durmadan onun adını sayıklamak (Bu ad Tanrının veya sevgilinin adı olabilir). Dindar ya da aşık olarak yaşamak o kadar acılı ve yalnızlık verici bir şeydir ki, kendine yabancılaşır veya tümüyle reddeder biri olmayı. Hiçkimse olmak da biri olmak kadar zordur: Sürülebilirsiniz. Korku ve yalnızlık hiçkimsenin de başındadır. En çok sevdiğim Emily Dickinson şiirleri Türkçe dans ediyorlar artık. Örneğin "Wild Nights", 445 nolu muhteşem ölüm şiiri, "I'm Nobody ! Who are you?" Sevdiklerimin arasında bir de 829 nolu şiir var: "Ample Make This Bed": "Geniş yap bu yatağı/Huşu içinde yap bu yatağı/(...)/ şiltesi düz olsun/Yastığı dolgun olsun." Maalesef Oğuz Cebeci seçmemiş bu mezar şiirini. Yaklaşık 1800 şiir arasından seçim yapmak aylarca insanın karnını ağrıtabilir. Okuduğum en güzel Dickinson şiirleri ölüm temasını işleyen şiirler. Plath'in hocası Emily Dickinson. Bir ölüm uzmanı. Öğrencisi (Plath) ölüm kompedanı, hepsinden çılgın, yıkıcı. Dickinson, Plath gibi kendine karşı acımasız değildir. Dickinson iyi bir Hristiyan değildir ama dinsiz olduğu da söylenemez. Ölüm, yaşam ve aşk konularıyla uğraşırken dinsel uygulamalardaki ve dinsel olandaki ahmaklıkları yakalayıp tepkisini olanca dürüstlüğü ile göstermiştir. Aşkı anlatırken de soluk kesicidir: Yaban Geceler... Yaban geceler-yaban geceler Seninle olsaydım eğer- Keyfimiz olurdu bizim Yaban geceler- Nafiledir rüzgarlar- Limandaki bir kalbe- Haritayla işi bitmiş! Aden'da kürek çekmek- Ah, deniz! Halat atabilseydim, tek bir- Bu gece sana- Evet, ilk bakışta incelikli, içe kapanık, gizemli bir şiir gibi gelse de şiirin yüzyıllardır araştırdığı konularda at sürüyor Emily Dickinson: Aşk, Ölüm, Tanrı, Öbür Dünya, Güzellik. Beyaz giysili bakirenin şiiri ama kavgacı bir şiir. Yaşamın en ağır yanlarını göğüsleyen (Ölüm, aşk) bir şiir. Tanrıyla kavga eden bir şiir bu. Yakınlarını kaybetmiştir, meleklere, tanrıya veryansın eder: Hırsızlar! Bankerler! Baba! Paradoxlarla uğraşan akıllı bir şiir. Kendisiyle, malzemesiyle uğraşan bir şiir (Şiir 1212,1750,1587 vs). Okuyabildiğim eleştiriler içinde, yaşamın efsanevi boyutundan çok şiirleri baz alan bir eleştiri tarzı olan Shira Wolosky5, Dickinson'ın vahşi bir şair olduğunu yazar. Eleştirmene göre şairi yalnızca utangaç ve içekapanık olarak yorumlamak yanlış olur. Dickinson'ın şiiri, yaşadığı çevrenin geleneksel kavramlarına karşı olan saklı dünyasının dışındaki konuları ve olayları anlatır. Onun şiirine, şairin kendini dünyadan tümüyle yalıttığı düşüncesi bir kenara bırakılarak yaklaşıldığında, bu şiirin dış dünya ile ilgili sorunlarla derinden ilgilendiği görülmektedir, hem de olabildiğince saldırgan bir biçimde. Wolosky'ye göre şiirin etkisi sanıldığı gibi narin, incelikli bir etki değildir.Dickinson saldırı durumunda kalmak için inzivaya çekilmiştir,şaşırtıcı, ironik, aniden sokan ve zehirleyen bir şiir yazmıştır. Bu yazının sonlarına yaklaşırken Emily Dickinson hakkında söyleyeceğim en son öznel şey de şu: Bütün yanlış, desteksiz, kadıncağızın hiç söylemeyi düşünmediği şeyleri yanlış okuyup yanlış çevirdiğimde ortaya çıkan bütün yanlış şiirler gözlerimi kamaştırdı. Bu durumu, benim uydurma yeteneğimin gücüne veya rastlantıya değil şairin malzemesinin tazeliğine ve eşsizliğine bağlıyorum. İşte Ölüm ve Yaşam. İşte Aşk ve Sonsuzluk. İşte arılar ve örümcekler. İşte Yalnızlık ve Çaresizlik. İşte dalgalar, yüksükotu, meltem, kar ve güneş. İşte Mezar. Üşüyorum. Hiçbir ateş beni ısıtamaz. Işte Emily Dickinson!6 Şimdi -ŞİİR- Okuyorum 976 Ölüm bir diyalogdur Ruh ve Toprak arasında geçen "çözül" der Ölüm- Ruh "Bayım başka bir inancım var benim"- Ölüm şüpheyle bakar bu söze-Yerden göğe sürdürür tartışmayı- Dönüp gider Ruh hemen ayrılır ordan bulmak için kanıtı Bir Çamurdan Paltoyu7 * Bu makale 1995 yılında Sombahar Şiir Dergisi’nin 27. Sayısında basıldı. Artık şairle ilgili pek çok çeviri ve makale var Türkçe’de. Yazıyı bugün yazsam nasıl bir şey olurdu? 20 yıl sonra yeniden okuduğumda yazarı ben değilmişim gibi. 1 Oğuz Cebeci kitabına çok güzel bir makale de çevirmiş. Bu alıntıyı Denis Donoghue'ın makalesinden yaptım. Emily Dickinson, Seçilmiş Şiirler, Çev: Oğuz Cebeci, Korsan Yayınları, s.13, 1993 İstanbul 2 Yazko Çeviri Dergisi, Sayı:5 nisan, s.21-31, 1982, İstanbul. 3 Fatih Özgüven çevirisi 4 Emily Dickinson, Seçilmiş Şiirler, Çeviren: Oğuz Cebeci, Korsan Yayınları, 1993, İstanbul. 5 Shira Wolosky, Emily Dickinson: A Voice of War, Yale University Press, 1984, London. 6 Bu yazıyı yazarken, Emily Dickinson'ı İngilizce'de daha çok bu üç kitaptan izledim ve okudum: Concise Anthology of American Literature, G.Editor: George McMichael, Second Edition, Mc Millan, 1985. Paul J. Ferlazzo, Critical Essays on Emily Dickinson, G.K. Hall and Co., Boston,1984. Selected Poems of Emily Dickinson, Editor: James Reeves, Barnes and Noble Inc., New York,1966. 7 Bir tanecik de olsa benim katkım. Sevgili Çetin'le okumaya çalıştık. Sevenleri için: http://www.edickinson.org/ Hakkı Engin Giderer (Sombahar, N. 27, 1995) Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR