Son Dakika



ÖLÜ DOĞAN GAZETE ve DERGİLER

Gazete ve dergiler başta olmak üzere yayınların kalitesizliği Türkiye'de önemli bir sorundur. Bazı süreli yayının çıkarılma sürecinde bulundum bazılarını da çok yakından izledim. Bunların ilk sayıları çok önemlidir. Okurların çoğu ilk sayıda kararını verir. Bu nedenle özellikle gazetelerin ilk sayılarının iyi hazırlanması gerekir. Ne var ki bizde piyasaya verilen ilk sayılar daima en kötü sayılardır. Süreli yayın hazırlanırken önce piyasaya verilmeyen prova sayılar basılır. Bu esnada yazı işleri genellikle bir kriz yaşıyordur. Belki birkaç hafta, hatta bir hafta geç çıksa gazete ya da dergi oturacaktır. Ama iş daima anlaşılmaz bir aceleye gelir, büyük ümitler ve fedakarlıkla hazırlanan gazete veya dergi ölü doğar. Eli yüzü ancak dördüncü gün düzelen gazeteler gördüm ama artık çok geç olmuş, okur uzaklaşmıştır. Bu basiretsizliği hiç anlamadım. Akıl tutulması deyip geçelim.

BAŞARISIZ GENEL YAYIN YÖNETMENLERİ MEZARLIĞI

Türk yayıncılığında hiç anlamadığım bir başka şey de başarısız yayın yönetmenlerinin el üzerinde tutulmasıdır. Ne kadar çok yayın batırmışsa o kadar itibarlıdır. O kadar çok para alır ve yeni yayınlar onun yeni kurbanları olur. Ukalalığını yapıp yeni bir kurban beklemeye başlar. Bu iş çok gariptir. Aklıma birkaç açıklama geliyor. Birincisi, bu işe para koyanların tabir caizse "fırlama tiplerin" daha başarılı olacağı şeklindeki kanısıdır. Ayrıca, "madem ki birkaç kez iş batırmış, muhtemelen öğrenmiştir" diye düşünüyor da olabilirler. Ancak işin esası bu işte ilkesiz "fırlama tiplerle" daha iyi diyalog kuracaklarını bilmeleridir. Bu işi ciddiyetle yapacak olanlarla anlaşamazlar. Kafa yapıları tutmaz. Paralarının batacağından korkarlar ve işi fırlamalara teslim ederek başarı umarlar. Ayrıca bir başka çirkinlik daha vardır Türk basınında. Kağıtçıya, matbaaya, dağıtıma ve daha bin bir yere muazzam paralar verirken iş yazara gelince dünyanın en hasis insanlarıdır. Birkaç kişi büyük paralar alırken çalışanlara ve yazarlara çok az para verirler, teliflerin de üzerine yatmaya çalışırlar. Bu nedenle nitelikli yazarlardan mahrum kalırlar. Öte yandan yazı işlerini düşük maaşlı elemanla doldururlar. Kadrolar şişer ama kalite düşer. Bir gayya kuyusudur Türk basını. Üstelik durum giderek çirkinleşti, çünkü sermaye karşısında meslek ahlakını ayakta tutmayı başaramazken, onurunu korumaya çalışanlar da marjinalleştirildi.

Yazmaya ve yazarlığa merak salanlar okuma tiryakiliklerini genellikle gazete ve dergilerdeki iyi yazarları izleyerek edinmişlerdir. Günümüz basınında nitelikli yazarlar ve yazılar azalırken yeni nesillerin kimlerden ve nasıl etkilendikleri merak konusudur. Yazıya ve yayıncılığa merak da genellikle paralel gider ama zaman içerisinde herkes ikisinden birini seçmek zorunda kalır. İkisi farklı işlerdir, bir arada yürümez, ya da uzun süre yürümez. Gene de istisnalar daima vardır. Örnek olarak aklıma hep Mark Twain gelir. Hayatının son yıllarında yayıncılık işini büyük sıkıntı ve fedakarlıkla yürütmüştür.

Herkesin okuma ve yazma macerası farklı seyir izler. Bunun en güzel taraflarından birisi kişisel olmasıdır. Seçme hakkına sahip olduğunuz özgür bir alandır burası. Evet, bazen kurumlardan veya çevrenizden kısıtlama girişimleriyle karşılaşırsınız ama bunları aşmak için özgür düşünceli olmanız yeterlidir. Bu konuda ağlamak yerine kısıtlamaları aşmak için ne yapacağını düşünmek gerekir.

YAZMA SERÜVENİM

Kırk yıl boyunca yazma keyfini ve sıkıntısını binlerce kez yaşadım. İlk dönemde sıkıntı fazla keyif azdı. Giderek gerginlik kalktı, keyifli tarafı daha fazla olmaya başladı. Ancak iş okumaya gelince burada durum tam tersi bir seyir izledi. Keyfi azalırken sıkıntısı arttı. Bunun nedeni çok fazla kötü ve fuzuli şey okumak zorunda kalmamızdır. Kimi zaman bir kitaptan akılda kalacak tek bir şey çıkaramıyorum. Kimisinin içeriği boş, kimisi de fuzuli bir üslupçuluk bataklığında çuvallamış. Eskiden elime aldığım bir kitabı genellikle bitirirdim. Şimdilerde, kötüyse şöyle bir bakıp bırakıyorum. Tabii, bunu kitabın türüne göre ayrı değerlendirmek gerekir. Edebiyat ve araştırma kitapları (ortak olanların yanı sıra) bazı farklı kıstaslara tabidir. Tabii diğerleri de. Ortak olan nokta, bir fikrin veya hikayenin doğru dürüst aktarılmasıdır. Eğer iyi bir hikayeniz ya da anlamlı fikirleriniz yoksa, yazmaya oturmayın. Böyle bir mecburiyetiniz yok. Yayınlayan da kötü malı okutmak için bazen bayağı cilalayıp satıyor (kapak, başlık cilalı ama içerik kof). Pazarlama kurbanı olabiliyoruz. Ama gene de ömrümüz boyunca okuyabileceğimizden çok daha fazla iyi kitap var. Seçme becerisi ise ancak okumakla gelişebiliyor. Bunu elde etmek için yeterince kötü şey okumuş olmak gerekiyor, ne yazık ki. Bu bir tarafa, bir de yazanlar herkesin bildiği konularda uzun ve genel bir giriş yapmıyorlar mı, işte bu boş yere okurun değerli vaktini alıyor. Fikrin varsa yaz arkadaşım. Kısa bir girişe itiraz olmaz ama niçin o kadar uzun bir temel hazırlıyorsun. Ya da, kısa bir makalede anlatılabilecek bir şey için kocaman bir kitap yazıyorsun. Bu okura saygısızlıktır.

İyi yazı gereksiz yük taşımamalıdır.

Yazıyı kaç kere kısaltırsanız o kadar iyi olacaktır. Gereksiz yüklerden arınacak ve güzelliğin esas hali olan sadeliğe yaklaşacaktır.

UZUN VE SÜSLÜ YAZMA HASTALIĞI

Ne yazık ki yaygın bir uzun yazma hastalığı var. Aslında bu bütün dünyada olan bir hastalık ama bazı ülkelerde bununla daha sıkı mücadele ediyorlar, büyük ölçüde önlüyorlar. Herhangi bir fikri bir, bilemediniz birkaç cümlede anlatamıyorsanız (sonra açıp desteklemek başka şey), hepsini silip yeniden başlayın. Yazı, özellikle düzyazı sadece bir üslup ve şekil sanatı değildir. Üslup ancak çok okumakla ve özellikle de ustaları okumakla gelişen bir şeydir. Ama bunun egzersizi de kendi yazılarınızı sadeleştirmekten, gereksiz ifade ve özellikle de süslemelerden arındırmaktan geçer. Yazılarınızı fazla süslemeyin, en iyisi hiç süslemeyin ya da bunu çok az ve çok nadiren yapın. Kelimeleri esirgeyerek kullanın. Yazdığınız şey sonuçta paylaşılma amacıyla kaleme alınıyor ve başkalarından en değerli şeyi, yani zamanlarını istiyorsunuz. Sadede gelin. Yaşar Kemal'in Anavarza'yı betimlemesi gibi anlatımlar her yerde yapılmaz.

Yazınızı kısaltmak için ayrıca vakit ayırmanız gerekir. Hemen yaparsanız fazlalıkları göremeyebilirsiniz. Yeteri kadar (bu her durumda değişir) süre geçtikten sonra hiçbir anlam yitirmeden birçok şeyi atabileceğinizi göreceksiniz. Bazen anlamı olan şeylerden de feragat edin. Kısaltmanın yararları, okurunuzun o satırları görmemesinden doğacak zararın çok üzerindedir. Eğer yazdıklarınıza kıyamıyorsanız yazar olamazsınız. Unutun. Başka bir alana yönelin. Ayrıca, yazıyı bitirince hemen yollamayın, bir süre bekleyip tekrar üzerinden geçin. Mutlaka düzelteceğiniz şeyler olacaktır. Sonradan pişman olmaya ne gerek var.

Bu arada, yazılarınıza dolgu malzemesi ekleyip sulandırmayın. Ne kadar kısa olursa olsun, kısa yazmaktan korkmayın. Uzatmaktan korkun. Bazen belli bir karakter sayısını doldurmanız istenirse, bunu anlamlı ve yararlı bilgiler ekleyerek yapın. Bu arada kopya çekmeyin ve alıntılarınızı mutlaka belirtin. Herkes arada sırada iyi bir-iki fikir araklayabilir ama bu nadiren yapılmalıdır yoksa zaten hemen sırıtır.

SAMİMİ DUYGULARI YAZIYA DÖK(E)MEYEN YAZARLAR

Bazen insanlar samimi duygu ve düşüncelerini yazıya dökmekten çekinir. Bazen de bir kısım iyi fikirlerini ileriye saklarlar. Bunları yapmayın. Fikirlerinizin ne kadar çoğunu yazarsanız arkasından daha fazlası gelecektir. Sıkıp saklarsanız tıkanırsınız. Fikirler paylaşılmak içindir. Bu paylaşım samimiyet ister. Bundan utanmayın. Samimiyet edebiyatın, aslında her tür sanatın ön koşullarından birisidir. Zaten samimi olmayan yapıtlar hemen kendisini belli eder ve kabul görmez. Her sanat sonuçta bir ifade biçimidir. Burada mükemmellik çabası önemlidir ama önünüze koyduğunuz hedefe ulaşamayabilirsiniz. Hedef yerine süreç koyarsanız, çıktığınız yol sizi mutlaka bir yerlere götürecektir, her ne kadar bu beklemediğiniz bir yer olsa da.

Yazı bireysel bir faaliyettir ve yalnız yapılır. Fikirler tartışılabilir ama işin başına oturulunca mutlaka yalnızlık gerekir. Bu nedenle yazma işini ciddiye alanın kendisine vakit ayırması gerekir. Bunun bedeli -bazıları için- çevresindekileri kırmak ve üzmek olsa da, çare yoktur. Bunu göze alamıyorsanız heves etmeyin. Yazmadan önce de okumak ve düşünmek için yalnızlık gerekir.

Herhangi bir yaratıcı faaliyette bulunan kişinin kendisine güvenmesi ancak bazen egosunu şişirirken bazen de çok ağır eleştiriyi kaldırıp egosunu yerlerde süründürebilmesi ve her ikisini de yapabilmesi önemlidir. Böylece hem kendinize, hem de okura saygılı olmayı başarabilirsiniz. Zaten biri olmadan diğeri olmaz. Bu arada duygularla fazla oynamaya kalkmayın, yazınızı ucuzlatmış olursunuz. Siz anlatacağınızı doğrudan anlatın. Duygu işi okura kalsın.

HİÇ NOT TUTMAYAN YAZARLAR

Bu arada not tutmak, iyi fikirleri bir yere kaydetmeyi ve dikkatle gözlemeyi unutmayın. Ancak iyi gözlediğiniz veya bildiğiniz şeyleri yazmalısınız. Bilmediğiniz alana girerseniz batarsınız. Benden söylemesi. İyi fikirler de unutulur. Bu nedenle gece yarısı da olsa kalkıp not edin. "Bu kadar iyi bir fikri unutmak imkansız" deyip uykuya dalarsanız sabah kalkınca "ya iyi fikirler gelmişti aklıma ama neydi" diye üzülürsünüz. Öte yandan, bir fikir size heyecan vermiyorsa gene yazmayın. Zorlama işler hemen sırıtır. Dediğimiz gibi, kimse yazmak zorunda değildir. Ama bunu seviyorsanız ve paylaşacak şeyleriniz varsa, büyük bir emek harcamaya hazır olun. Yazmayı öğrenmenin kısa yolu yoktur. Ama samimiyet, açıklık ve sadelik kıstaslarını akılda tutarsanız yolunuz kısalacaktır.

İYİ'EDİTÖR' KÖTÜ 'EDİTÖR' ŞANSI

Bütün bu konularda yolu kısaltacak bir başka şey de iyi editörlerle karşılaşmaktır. Onlar yazarı yönlendirecek ve işini kolaylaştıracaktır. Öncelikle projesini eleştirecek ve amacına daha iyi hizmet edecek bir şekle yönlendirecektir. Çalışmanın yeniden düzenlenmesini ve gerekirse kısmen veya tamamen yeniden yazılmasını önerecektir. Batı ülkelerinde bu işlerde yazarların saygısını kazanmış editörler daha çok sayıdadır. Bizde ise editörlük kurumu yeni gelişmektedir ve iyi editörlerin sayısı henüz çok azdır. Kötü editör yazarı boş yere yıldırır. Öte yandan, birçok yayınevi iyi editörlere çalışma olanağı sağlayacak olanaklara ve zihniyete sahip değildir. İyi bir kitap editörlerin yanında konunun uzmanları tarafından okunup hataları azaltılmalıdır. Tabii, bu uzun ve pahalı bir süreçtir; dolayısıyla küçük sermayeli Türk yayıncılarının çoğunun kaldırabilecekleri bir çalışma değildir. Kaldı ki, sermayesi güçlü dahi olsa, birçok yayınevi en iyi olasılıkla sadece birkaç bin adet satacak bir yayın için bu kadar yatırım yapmaktan kaçınmaktadır. Kısacası okur sayısının azlığı yayının hazırlığı için ayrılan kaynakları azaltmakta, bunun karşısında kalitesi daha düşük olan kitaplar da okurdan itibar görmemektedir. Yayıncılık adeta bir fasit dairenin içerisinde hapsolmuş gibidir ve mevcut okur sayısıyla Türk yayıncılığının hala bir miktar iyi kitap basıyor olması, bu işe gönül veren idealist kişilerin sayesindedir.

Mehmet Tanju Akad

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM