Son Dakika



Kitaplar aynadır, yazarın boy aynası. Kitaplar, Orhan Burian’ın nitelemesiyle “imbikten geçmiş yaşam”.

Umarım, benim aynam, buğulu değildir. Yazılarımda ve kitaplarımda ilk gençliğimden bugünüme beni görebilir, hesabımı doğru okuyabilirsiniz.

Goethe: “Üç bin yıllık geçmişin hesabını yapmayan insan, günübirlik yaşayan insandır.” der. Bu soluklu hesabı yapan insan,  o denli çok değil. Hele günümüzde. Çoğunluğun derdi, sürüler içinde sürmeli koyun olmak.

Evet, dünün hesabını yapmaktan, tutmaktan söz ediyoruz. O hesabı yapanların önderi de Mustafa Kemal Atatürk’tür. Dumlupınar’da yapmıştır o hesabı, Troyalı Hektor’un öcünü alırken. Nazilli Basma Fabrika’sında Sümerli tezgâhların sesi şakırdarken. Devrimlere muhalefetin gündökümü Nutuk’u okurken…

Bu bağlamda, bakın, size kendi coğrafyamızın bir öyküsünü anlatayım:

Babam Arap Ali, ancak ilkokul 4’e kadar okuyabilmiş. Cumhuriyetin ona sunduğu olanakla, köyünden kilometrelerce uzakta, Yenipazar’da. Yüreği sızılı rüzgârlara açık bir halk insanı. Babası, Çanakkale’de kalmış bir halk çocuğu. Babam ninemin karnındayken gitmiş dedem Çanakkale’ye…

Babamdan dinlemiştim: Babadağ’ın (Kadmos) Kızılcabölük’e doğru inen yumuşak yamacına eskiden Evran Dağı denirmiş. Neden mi? Burada bir zamanlar geleni gideni yutan, ağzından alevler saçan bir evran (evren, ejderha) yaşarmış. Kızılcabölük ovasında ne hayvan kalmış ne insan.

Sonunda Dedem Korkut soyundan bir bilgeye danışmışlar. Onun öngörüsü, önerisi üzerine sönmemiş kireç yüklü kırk katırı salmışlar dağa. Kırk katır mı, kırk satır mı niyetine… Kırk katırı yutan evran, yeri göğü inlete inlete, ağzından alevler saça saça yanmış, eriyip akmış dağın yamacına. Eriyen yağlarının aktığı o yamaçta, o günden bugüne ne bir ağaç yeşermiş ne bir ot gövermiş. İsteyen gidip görebilirmiş, o evrenin kapkara kalıbını.

Gelelim mitolojiye. Kadmos kimdire.

Savaş tanrısı Ares, bir çeşme yaptırmış, çeşmenin başına da bir ejderha bırakmış. Bir savaş tanrısından başka ne beklenilir ki?... Kadmos, işte o ejderhayı öldüren yiğit.

Demek ki o bilge yiğidin anısını,  Kadmos Dağı’nda  (Babadağ) yaşatıyor halk.  Afrodisyaslı hemşerimden babama değin.

Nasıl da buluşuyor Anadolu halkının binlerce yıllık öyküsüyle çağlar ötesinin mitolojisi!... Hani 1071’den öncesi bizim değildi? Sözün özeti, hepsi bizimdir.

Neden mi? Coğrafyanın belleği, ideolojilere tutsak tarihin belleğinden daha zengindir de ondan. Sanırım, İlber Ortaylı’nın Türklerin Tarihi’ndeki  şu sözleri de aynı kapıyı tıklatıyor: “Bütün tarihçiler sübjektiftir. Mühim olan kompozisyonu iyi yapmak, palavracılığın dengesini ayarlamak ve ahlaksızlık derecesinde tahrifata gitmemek…”

Sartre ne der: “Her sanat eseri bir mitosa varmalıdır. Yahut bir mitostan çıkmalıdır.” Anday da bu gerçeği vurgular üst üste “Dakika Atlamadan.” Demek ki her sanat yapıtı, bütün zamanların ve insanlığın belleği olmalıdır, belleğine katkı.

Tarihe hep bu Kadmos öyküsüne bakar gibi baktım. Çünkü kitaplardan uzaklaştık. Giderek duygusunu, sağduyusunu yitiren bir “anlatım”ın ve her türlü aşkın defterini düren “ekranlar”ın tutsağıyız artık. Cep telefonu kullanmada, TV’ye zaman ayırmada dünya birincisiyiz. Elbette bununla da övünenler vardır. Ancak okumada, matematik sorusu çözmede, eğitimde nice Asya ve Afrika ülkesinin gerisindeyiz.

Ekranlara hiç güvenmedim. Hep yazılı kaynağa yöneldim. Mustafa Kemal Sınavı’nın “Laikliğe Layık Olmak” başlıklı yazımdaki Mevlana alıntılarını doğrulamak, Fihi Ma Fih’i (ne varsa içinde) bulup alabilmek için,  nice kitabevinin yolunu tuttum, sonunda aradığımı Kabalcı’da buldum.

Ne demek istediğimi şu veri, sanırım daha iyi somutlayacaktır. Bir yıl önceki bir çalışmaya göre, bir yazımda da belirtmiştim, Google Amca’da 46 Can Yücel şiiri, Can Yücel şiiri olmaktan çoktan çıkmıştı. Kanımca bugün de ezip bozmaya devam eden edene.

Değerli Dostlar, Mustafa Kemal Sınavı’nı Mahmut Makal, Ali Dündar, Yekta Güngör Özden, Şadan Gökovalı, İsa Küçük, Ahmet Özer, Zehra Ünüvar, Hasan Akarsu okudular, Muzaffer İzgü okudu, hasta eşine de okutacağını söyledi.  Hepsi de en içten duygularını, düşüncelerini paylaştılar. Elbette okuyan başka dostlarım, okurlarım da vardır.

İsa Küçük, Ahmet Özer gibi dostlarım, bu kitabın okullara girmesi gerektiğini söylediler. İsa Küçük’e yazdığım iletiyi paylaşırsam, bu dileklere düşüncelerimi de özetlemiş olacağım.

“Ne yazık ki artık Mustafa Kemal adından korkan öğretmenlerin ülkesindeyiz. Yazarlar da hep önlerine baktıklarından kendilerini Mustafa Kemal'in hep bir adım önünde sanıyorlar / sayıyorlar(!).  ADD'dekilerin Atatürk'le ilgili bir eksikleri zaten yok. Bu kitabın okullara gireceğinden hiç umutlu değilim.

Yazmak benim için bir sorumluluk. Türkçeye, Mustafa Kemal'e, coğrafyama... Sanıyorum duygularımı ekli dosyadaki şiirim özetleyecek.”

O halde o “Sen Çok Farklısın Halkım” başlıklı bir şiirimden birkaç bölümü buraya da aktarayım:

Nâzım Usta

“dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani” demiş

duymuşsundur,

yani akrepten koyuna, koyundan midyeye

dönüşmeyi bilen,

Allah bilir şimdi bokböceğinin suçu ne dersin

hem de Kafka’yı hiç okumadan.

Yaratıcılığın hep ama pek farklıdır

bilirim

eski klozetlere çiçek dikip

gaz kaçağını çakmak ile kontrol edersin

hem de kendi kaçağını öksürükle örterken,

bulmacayı birlikte çözüp nedense

özçekimi, yârçekimden pek fazla önemsersin, 

yerçekimi söz konusu edildiğinde ise

göğe attığın taşın altında dikilmeyi

pek seversin.

Evet, sen çok farklısın,

hem de çok çok farklısın civan halkım!...

halt etmiş Aziz Nesin,

paraları sıfırlarken bile

alnı secdeden kalkmayan

Ebul Fatık El Mışki’me

“Du Bakali N’olecak” deyip deyip

taş üstüne taş atmakla,

o da altmış yerinden çatlar inşallah!...

çünkü asla vazgeçmez

huylu huyundan

eşek şuyundan

yeter ki senin şu 140 furuşuna

halel gelmesin.

NOT: Kuşadası Belediyesi’nce 19 Ağustos 2015’te düzenlenen “Mustafa Kemal Sınavı” Söyleşisi’ne giriş konuşmam. 

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM