Bir Ankara ozanı olarak Cemal Süreya'nın acıklı yaşamı / A. Kadir Paksoy
Cemal Kürt müydü? Şair Cemal Süreya bir kültürdür, kültürün etnisitesi olmaz, çünkü evrenseldir. Ama bir etnisite bulmak gerekirse, konuştuğu yazdığı dilin şairidir şair. Bundan negatif sonuçlar çıkarmak ilkelliktir.
Cemal Süreya, nüfustaki adıyla Cemalettin Seber, annesi Gülbeyaz’ı yitirdiğinde yedi yaşındadır ve Erzincan’dan sürgün geldikleri Bilecik’te ilkokul öğrencisidir. Babasının başka bir kadınla evlenmesine karşı çıkmaz, hatta babası evlensin, “İyi kalpli bir üvey ana”sı olsun ister. Ama babasının evlendiği Esma adlı kadın kötü kalpli çıkar. Cemal’i ve babaannesini evde istemez. Babası, Cemal’i ve babaannesini aynı sokakta bir evin (Kör Emine’nin) bir odasını kiralayıp oraya yerleştirir. Cemal’in iki kız kardeşi, Perihan ve Ayten, baba evinde kalırlar. Ama üvey anne, babaları evde yokken onları döver, hatta işkence eder. Bu işkenceleri Cemal Süreya, “Şairin Hayatı Şiire Dahil”de anlatıyor. Sonradan dizeleştirir de: “Kuyuya sarkıtan kadın Kötü kalpli üvey anne, Cemal’in kızkardeşleriyle konuşmasını da yasaklar. Ancak bir yıl sonra kardeşi Perihan bu yasağı çiğner. Cemal’i sokakta görünce “Nasılsın ulan?” diyerek ağabeyinin hatırını sorar. Cemal, bir yıl sonra baba evine döndüğünde, Esma, Cemal’e etmediğini bırakmaz. Gece uyurken üstüne çıkıp çiğner. Kitaplarını, defterlerini yakar. Cemal evden kaçıp amcası Memo’ya sığınır. Sonra da babasından habersiz gizlice parasız yatılı sınavına girer ve kazanır. Ortaokula başlamasının (1944) üçüncü ayında parasız yatılı olur. Cemal, parasız yatılı okurken bile kötü kalpli üvey anne ona kötülük yapmak için fırsat arar. Cemal, kızkardeşlerini görmek için eve geldiği bir gün, Esma, Cemal’i zehirlemeyi dener, ama kızkardeşlerinin uyanıklığı sayesinde kurtulur Cemal. Cemal, özlediği “İyi kalpli üvey ana”ya ancak Ankara’ya geldiği zaman kavuşacaktır. Ankara’ya gelinceye kadar kendini bulamaz. Mezuniyetinden kırk yıl sonra İstanbul’da oğlu Memo’yu Haydarpaşa Lisesine kaydettirmeye gittiğinde, geçmişi düşünür ve “Bazı silinmez anılarım var. Var da beni ben eden bir dönem değil burada geçirdiğim yıllar” der (323. Gün)[4]. Lise bitirme derecesi ve olgunluk sınavı notu: pekiyi. O zamanki üniversite giriş sistemine göre bu ona istediği fakülteye girme hakkı veriyor. O, Mülkiye’yi yeğler ve Ankara’ya gelir. “SBF (Siyasal Bilgiler Fakültesi)nin koridorları hayatımda tam anlamıyla belirleyici bir rol oynamış. Sanat oluşumumda da, düşüncemde de SBF’de geçirdiğim dört yıl bir doğrultu yaratmış”tır diye anlatır daha sonra[5]. Annesi Gülbeyaz için yazdığı ilk şiiri “Şarkısı Beyaz” Mülkiye dergisinde yayımlanır (Ocak 1953). Arkadaş çevresi,ilerde her biri kendi alanında saygın bir ad olacak kişiler: Sezai Karakoç, Ülker Akçakoca (Ülker Koksal), Altan Öymen, Ruşen Keleş… Gruba dışardan katılanlar da var. Hukuk’tan Gülten Akın, Veteriner’den Muzaffer Erdost, Orhan Duru, Seyfettin Başçıllar, Yılmaz Gruda...Orhan Aktürel gibi Yenilik şiirinden yana olanlar... Yeni gelenlerle grupları daha da genişler. Ünal Yaltırık, Güngör Uras, İzmir’den Tevfik Akdağ ve Dük dö Cebeci (Ercüment Gencer), Özcan Yalım... Mülkiye dergisinde yazanların büyük bölümü öğrenciler. Arada bir Sait Faik gibi ünlü isimlere de rastlanır… Mülkiye’nin üçüncü yılında fakültenin geleneksel dergisi Kazgan’nın hazırlanması işi ona verilir. Üyeler: Hasan Basri Gültekin, Emin Bayar, Ünal Yaltırık. Yayın Kurulu Başkanı: Cemalettin Seber.Kazgan, “Siyasî, edebî, aşkî, ruhî ve ezelî, mizahî gazete”dir. Sahibi Saksağan, Yazıişleri Müdürü Ganlı Kaz. Fiyatı ‘en aşağı elli kuruş’tur ve bazan çıkar.” Muzaffer Buyrukçu’nun anlatımına göre, Cemal Süreya, SBF’de iken kendi kendine hayali mektuplar yazıyor. Ankara’nın hangi caddesinde yürümüşse, hangi kızı beğenmişse o kızdan gelir mektup[6]. Mektup yazma, Cemal Süreya’da bir tutkuya dönüşür. Sevdiği her kadına adrese teslim mektuplar yazar. Hatta bir söyleşisinde aşkı, “Aynı masada mektuplaşmak” diye de tanımlar. “Ne diyor Şeyh Galip: Mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin. Başkalarının yazdığı her şiir, şair kişinin adresine yeni gönderilmiş bir mektup gibidir. Her biriyle tazelenecektir şair kişi”[7] Mülkiye’den sonra bağlandığı ilk dergi yine bir Ankara dergisi olan Muzaffer Erdost’un yönetimindeki Pazar Postası’dır. Yine Muzaffer Erdost’un27 Mayıs’tan hemen sonra çıkardığı Ülke gazetesinin başyazılarını yazar. Ve kendi dergisi Papirüs (ilk sayı Ağustos 1960) için dostlarıyla buluşur, katkılarını sağlar:“Ahmed Arif, Medeniyet gazetesinde çalışıyordu o sırada. Muzaffer Erdost da Ulus Matbaasının müdürüydü; bense maliye müfettişi. Teknik işlerden anlamıyordum, onlara güveniyordum. Haftanın üç-dört günü beraberdik. Daha doğrusu üç dört gecesi. Ben geceye doğru, saat 11-12 sıralarında Ulus gazetesine giderdim. O ara kendi gazetesini erkenden bağlamış olan Ahmed Arif de oraya gelmiş olurdu. Nelerden konuşurduk? Her şeyden. Sabahleyin yürüye yürüye Kızılay’a kadar gidilir, orada ayrılınırdı. Yaz kış hep böyle.”[8] Özellikle “canciğer”dosu Muzaffer Erdost’tan yazı ister. Vermezse kendisi yazar: “Sen yazmazsan ben yazacağım ha, dedi. Ben de güldüm. Sonra bir gün çıktım Rüzgarlı Sokak’ta dolaşıyorum. Baktım meydandaki gazete büfesinde Papirüs. Aldım. Birinci sayfada bir yazı var. İmza Muzaffer Erdost. O yazıdan sonra birçok şair bana çok hoş selamlar verdi. Kendisiyle azıcık soğuk olduğum insanlar benimle sarmaş dolaş. Cemal, benim adıma herkese bir nazar boncuğu dağıtmış!”[9] “Şair arkadaş Cemal Süreya, artık Ankara’nın ozanıdır. O tarihte (1950’lerde) Ankara’nın nüfusu 300 bin dolayında. Şimdiki gibi nüfusu beş milyonu aşan, planlanması Anadolu’ya örnek olması için yapılmış ve uygulanmaya başlanmışken çarpık kentleşmeye ve rant ekonomisine kurban edilmiş bir kent değildi elbette. Ozana “Bende tarçın sende ıhlamur kokusu / yürürüz başkentin sokaklarında”[11] dizelerini yazdıran bir Ankara o günlerin Ankara’sı. Daha sonra ozan, çarpık kentleşmeye kurban edilen Ankara’da da yaşayacak ve bu Ankara’yı da dizeleştirecektir: “Kooperatif evlerinin sözleri boğazlarında: Çimento! Istırap ve üzüntü içinde yine başkentiyle söyleşmede bulur çareyi: Ve bu acıyla içkiye düşer: “Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem, "İyi kalpli üvey ana”, onun ne Kürtlüğünü sorgulamıştır, ne de sürgünlüğünü. O da Kürtlüğünü ve sürgünlüğünü dışa vurmaktan hoşlanmaz. Ankara’da en yakın dostlarından biri olan Muzaffer Erdost, bu konudan şöyle söz ediyor: “Cemal Kürt müydü? Şair Cemal Süreya bir kültürdür, kültürün etnisitesi olmaz, çünkü evrenseldir. Ama bir etnisite bulmak gerekirse, konuştuğu yazdığı dilin şairidir şair. Bundan negatif sonuçlar çıkarmak ilkelliktir.”[15] Ozan, Kürtlüğünü 1980’den sonra dışa vurmaya başlar. Erdost’a göre: “Cemal gibi bir devrimci için saygın olmak, kan (kromozom) sorunu değil, insanlaşma, özgürleşme ve evrenselleşme sorunudur. Kürtlüğünü, yani dilini, bir ozan olarak bir kez daha bulamayacak ölçüde yitirmiş Cemal’in ‘Kürtlüğüyle övünmesi’ni, olsa olsa, ezilmenin, horlanmanın, hastalanmanın, insanın insan özünü kirletemeyeceği anlamında anlamalı.”[16] “- Asker su ver asker Cemal Süreya, 1959 temmuzunda askere gider. Ankara, 59. Dönem yedek subay. Anadolu Ekini’nde Metin Demirtaş’ın Cemal Süreya ile bir anısını anlattığı yazısını okuyuncaya kadar, “Mola” şiirinin sonunda geçen “nişanlı”lığı ben evlilik öncesi dönem karşılığı olan nişanlılık olarak anlamıştım. Oysa öyle değilmiş. Cemal Süreya, benim anladığım nişanlılığı değil, askerlikte acemi talimi sırasında onbaşı, çavuş olacakların sol omuz kol üstüne takılan yatay şeridi imlemiş[18]… 27 Mayıs’ın ayak sesleri duyulurken 28 Nisan’da Turan Emeksiz’in polis kurşunuyla şehit edilmesi, çoğu genç subay gibi Cemal Süreya’yı da heyecanlandırır. Cemal Süreya, Turgut Erdem, Öztin Akgüç, İsmail Hakkı Aydoğdu, Altan Öymen“555 K” şifresiyle Kızılay’da buluşmayı kararlaştırırlar. “Karar verdik; Kızılay’da hep beraber yürüyecek, yürürken de Osman Paşa marşını ıslıkla söyleyeceğiz. O gün. 5 Mayıs günü, saat 5’te, Kızılay’da, küçük bir olayın nasıl büyüyebildiğini, taşıran damla olabildiğini gördüm. Birkaç görüntü var ki hiç gözümden gitmez. Büyük Sinemanın önündeyiz. Müzisyenimizin işmarıyla marşı ıslıkla söyleyerek geniş kol yürümeye başlar başlamaz caddeyi dolduran kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Karşılıklı gidip gelen topluluklar, tek tek kişiler, bizim yürüyüş yönümüze (Kavaklıdere) katıldılar. Birden uzun oylu bir gencin sıçrayarak (ne sıçrama!) Büyük Sinema’nın kapısının üstüne asılmış Zeki Müren konseri bez afişini yırttığı görüldü. Arkadaşlarımızdan biri (yıllar sonra bakan oldu) olayın daha başında yok oldu. Geri kalan altı kişi yürüyoruz. O ara, kısa şiirleriyle de kendinden söz ettiren genç bir öykücü arkadaş bizim gruba yaklaştı. Benden beş lira borç istiyor. Bende yoksa arkadaşlarımdan isteyebilirmişim. Unutamam. Birden nasıl oldu, bir ses mi geldi, başlarımızı geriye çevirdik. Caddenin karşı kıyısında, Ankara Sineması’nın hizasında koyu renk giysileriyle, geçit resmi düzeninde ilerleyen bir grup insan: Menderes ve bakanları... Caddenin o kısmı onlar için açılmıştı. Kızılay binasının önünde Menderes’i tartakladılar. Çok yakınındaydım. İnanılmaz bir şeydi. İki genç başbakanın yakasına yapışmış” (783. Gün)[19] Cemal Süreya bu eylem sırasında Milli Savunma Bakanlığı AR-GE (Araştırma Geliştirme) Başkanlığı’nda yedek subay. Kuruluşun bütçe çalışmalarına yardım etmekle görevli. “555 K” şiiri bu olaydan sonra yayımlanır: “Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar 555 K’yı izleyen günlerde Cemal Süreya, arkadaşlarıyla akşamüzerleri Adakale sokaktaki Mülkiyeliler Birliği lokalinde bir araya gelir. Bu bir araya gelişlerin ve söyleşilerin tanıklarından Hayri R. Sevimay, “(…) Cemal Süreya da ‘Analar çay demliyor en güzel geleceklere’ diyordu. Ve gülüyordu.”[21] diye söz edecektir yıllar sonra ozandan. Emekli olduktan sonra İstanbul’a gitti. Ölümünden sonra da evinin bulunduğu sokağa (Kadıköy, Cihanseraskeri Sokağı) Cemal Süreya adı verilse de, sevgili şair Behçet Aysan’ın dediği gibi o “Hiç İstanbullu olmadı”[22] Ozanın ölümünden bir yıl sonra (1991) Çankaya Belediyesi bir değerbilirlik göstererek heykelini yaptırdı ve Ayrancı’da ozanın adını verdiği bir parka yerleştirdi. Bir gün bu parka yolu düşen Can Yücel, şöyle dizeleştirmiş duyumsadıklarını: “Bir Kasım güneşlisinde Son söz: Cemal Süreya, Mamak Cezaevinde 7 Kasım 1980’de dövülerek öldürülen İlhan Erdost için yazdığı “İlhan’ın Anısına Türkü” şiirinin sonunda, “Şimdi bir parçasısın artık Ekmeğin Ankara’nın Türkçenin”[24] dediği gibi, ozan Cemal Süreya da artık bir parçasıdır ekmeğin, Ankara’nın ve Türkçenin. (Bu yazı Yeni Gelen'in Aralık 2020 sayısında yayınlanmıştır.) [1] Cemal Süreya’yı anma toplantısında yapılan konuşma metni, Ankara, 11 Ocak 2020. [2] Cemal Süreya, Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir, Sevda Sözleri, Bütün Eserler, YKY, 1995, s. 165. [3] agy. s. 267 [4] Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Haz.: Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Can Y., 3. Baskı, 2017, s. 73. [5] agy. s. 85 [6]Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Haz.: Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Can Y., 3. Baskı, 2017, s.89. [7] “Bizler Okuduk Eskileri”, Aydınlık Yazıları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1992, s. 849. [8] Aktaran Atilla Özkırımlı, Cumhuriyet, 9 Nisan 1988, Şapkam Dolu Çiçekle, Yön Yayınları, 1991, s. 142. [9] Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Haz.: Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Can Y., 3. Baskı, 2017, s.195,196. [10] Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir, Sevda Sözleri, Bütün Eserler, YKY,, s.168. [11]agy, s. 118. [12] agy. s. 167. [13] agy. s. 166. [14] Agy. s. 163. [15] Muzaffer İlhan Erdost, İkinci Yeni, Onur Yayınları, İkinci Değişik Baskı 2015, s. 80. [16]Muzaffer İlhan Erdost, Üç Şair, Onur Yayınları 1994, s. 56. [17]“Mola”, Göçebe / Sevda Sözleri (Bütün Eserleri), YKY, s. 65. [18] Metin Demirtaş, “Bir Şiirin İki Anlamı”, Anadolu Ekini, 15 Şubat 1991, Sayı: 11. [19]Cemal Süreya, Şairin Hayatı Şiire Dahil, Haz.: Feyza Perinçek-Nursel Duruel, Can Y., 3. Baskı, 2017, s. 187-188. [20]Gökyüzü, Nisan 1986, Sayı 4, s. 19. [21]“Cemalım, Aslan Cemalım”, Maliye Yazıları, Ocak/Şubat 1990, Sayı: 22. [22] Behçet Aysan, Anadolu Ekini, 15 Şubat 1990, Sayı: 1. [23]İkibin’e Doğru Dergisi, Aralık 1991 [24] İlhan İlhan, Yayına Hazırlayan Muzaffer İlhan Erdost, Onur Yayınları, 1983, s. 100. A. Kadir Paksoy
Saçından kavrayıp kızkardeşimi”[3]
Bir derdin mi var,
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden?
Ankara’ya gelmelisin.”[10]
Alüminyum mırıldanıyor zorluyor güçsüz belleğini,
Adakale Sokak’ta İlhan Berk’i görür gibi oluyorum
Bir kentin tarihinde şairlerin ayak izleri.”[12]
“Biliyor musun başkentim nedense
Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de,
Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun
Ben acılarıma yeterince”[13]
Daha çok seviyorum Cansever’i, Uyar’ı, Can Yücel’i
Bir de Fethi Naci’yi, ve elbette Mustafa Kemal’i.”[14]
- Ben asker değil nişanlıyım”[17]
Bir karasevda halinde söylemektedir:
Görmeğe alıştığımız nice yazlar
Kimleri alıp götürdüler ama kimleri
Karanfil bıyıklı genç teğmenleri
Ak saçlı profesörleri, öğrencileri
Adları şuramıza işlemektedir
Ah dayanmaz dayanmaz bakmaya gözler
Bir karasevda halinde söylemektedir
Şimdi Bursa’da ipek çeken kızlar
(…)”[20]
Meclisin o askeri duvarının
Dibinden geçip
Geldim oturdum karşına senin…
Hiç bu kadar mülk sahibi olmamıştın.
Epiy bir yüzölçümün var
Bir basket sahan
Çocuk bahçen
Havuzun
İki kutu gibi helan
Akasyaların var
Sunay Akın’ın dediği gibi
Gülcemallerin solmuş
Biz de gelecek yazı bekleriz
Tek tük de çimen yeşili var serpili
Çocuklar okulda şimdi
Ama okuldan kaçmış liseliler var
Kırıştırıyorlar
Arabalar da vızır vızır etrafında
Olsun.
Sen geceleri çıkarsın zaten ortalığa
Bankların üstünde eski aşklarınla
Al takke, ver külah
Parkın sana kutlu olsun.”[23]
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR