Bilim ve birey / Mehmet Tanju Akad
Akıl kuşkusuz ki sonsuz etki altındadır. Bu etkiler ve algılar biz farkında olmasak da zihnin arka planında sürekli işlemlenir. Bunlar giderek hem seçici algılamaya yol açar, hem de algılananların nasıl algılanacağını belirlemeye başlar. Zihinde ortaya çıkan karmaşıklığı yönetmek bütün diktatörlerin...
II. Herhangi bir inanç veya felsefeye sahip olmak başarılı olmanın veya olmamanın garantisi değildir. Önkoşulu olduğu bile kuşkuludur. Ah! bu adam diyalektik materyalistçi, senin gibi bir pragmatisti havada harcar veya benim amcam pozitivist, senin dayını döver gibi bir şey olamaz. Bilime en büyük katkıları yapanların inançlarını sorgulayacak olsaydık halimiz haraptı! Aynı şeyi örneğin siyasi inanç sahipleri için de yapabiliriz ama yapmasak iyi olur, çünkü tarihin en büyük canisi ve yardakçıları sözde sosyalist bir ülkeden çıkmıştır. Ama maalesef inanç ile bilim, sanat veya siyaset daima karıştırılmıştır. Günlük hayat da bu anlamda denetlenmeye çalışılmıştır. Calvin’in Cenevre’deki püriten diktatörlüğünde gülmek bile ölüm nedeni olabilirdi. Ama ideolojiler insanları mutlu veya başarılı kılabileceklerini öne sürmüşlerdir. 20. yüzyılın hastalıklı dünyasında da rejimler böylesi iddialar ortaya atmışlardır. Örneğin bir zamanlar sosyalist ülkeler olimpiyat oyunlarına muazzam bir hazırlık yapar ve propaganda vesilesi olarak kullanırlardı. Hitler de bunu 1936 Olimpiyatlarında yapmaya çalışmıştır. Nazi “aryan” atletlerin filmini çeken Goebbels takipçisi Leni Riefenstahl, bize bu anlayışla ilgili önemli bir belgesel bırakmıştır ki, Nazi plastik sanatları adeta bu filimdeki figürlerden çekilen kopyalardan ibarettir. Post modernizmden (ki bu bir felsefeden çok, bütünlüksel bir bakış veya yaklaşım olarak nitelenmelidir) korkan er meydanına çıkmasın. Akıl kuşkusuz ki sonsuz etki altındadır. Bu etkiler ve algılar biz farkında olmasak da zihnin arka planında sürekli işlemlenir. Bunlar giderek hem seçici algılamaya yol açar, hem de algılananların nasıl algılanacağını belirlemeye başlar. Zihinde ortaya çıkan karmaşıklığı yönetmek bütün diktatörlerin ve baskı rejimlerinin en büyük amacıdır. Nazilerin sadece basını, sineması ve hoparlörleri değil, yürüyüşleri, marşları, salonlarda oturma şekillerine kadar her şey sıradan insanların zihinlerinde etki bırakmak için tasarlanmıştı. Bir zamanların komünist partilerindeki en itici, en nefret uyandırıcı şey de oybirliğiyle seçilen (asla yanılmaz, hata yapması mümkün olmayan, hatta hata yapabileceği akıldan bile geçirilmemesi gereken) parti genel sekreterlerinin yüksek kürsüden baktıkları delegeler tarafından sonu gelmez alkışlarla ululanmasıydı. İşte bu nedenle bunlar kuantum fiziğinden hoşlanmadılar. Aklınız karışmasın, tam tersine aklınızı tamamen bize verin, biz sizin yerinize düşünürüz dediler. Führerprenzip her iki tarafta da geçerliydi. Stalin Hitler’i ruh ikizi olarak görüyordu. Bu nedenle ülkesini Nazi istilacılara karşı hazırlıksız yakalattı ve Kızılordu biraz toparlanıncaya kadar iki bin kilometre çekilip, ilk aylarda, sivil kayıplar ve yaralılar hariç, sadece ölü ve esir olarak yedi milyon kayıp vermek zorunda kaldı. Üç milyon Alman askeri sınıra yığılınca ve sayısız istihbarat biriktikçe, kimse bundan söz edemiyordu çünkü bu yasaklanmıştı ve bunu yapan o an provakatör olarak suçlanıp öldürüleceğini biliyordu. Akıl o kadar dumura uğramıştı ki sınırdan gelen bir telefonda “Almanlar ateş ediyor, ne yapalım?” diye soruyorlardı. Yanıt “sen de onlara ateş et sersem” şeklindeydi. İşte akıl böylesine durumlara düşebilen bir şey. Amerikalılar ise insan aklını çok daha ince yöntemlerle etkilemenin yollarını geliştirdiler ki, bunları siz değerli okurlar zaten biliyorsunuz. O noktada şu veya bu felsefenin faydası mı olacaktı. Şimdi, doğa ve insanlık düzenli bir şemaya uygun olarak zaman içerisinde, önceden belirlenmiş aşamalara uğrayarak akıp gidecek olsaydı ne güzel olurdu. Sanki fırtınasız bir gölde sakin iskelelere uğrayarak son durağına ulaşan bir gemi gibi. O zaman akıl da acı çekmezdi. Ama ne var ki dünya kaotik bir yer. Hiçbir şey önceden belirlenmiş değil. Kesin olan tek şey belli gerilimlerin tepkiye yol açacağıdır. * Bu tepkilerin nasıl tezahür edeceği ise günün koşullarına bağlıdır ve her türlü irade bu tepkilerin biçimlerini ve yoğunluğunu değiştirebilir. Bunlar tarifeye bağlanmış şeyler (birbirini izleyen tarihi gelişme aşamaları) değildir. Doğa olaylarının kaotikliğini bir kenara bırakalım. Toplum sayısız (aynı zamanda değişken) iradenin karşılaştığı bir arenadır. Olaylara bu şekilde bakmak sizi daha başarılı kılar ve kuantum mekaniği bu kaotik yapıyı görmenize yardımcı olacağı için Newton Fiziğinden daha yararlıdır. Tabii böyle bakmak istiyorsanız, çünkü bu da bir tercih konusudur. Yoksa kuantum mekaniğini ortadan mı kaldıracaksınız. Saçmalamayın. Doğanın böyle bir yapısı var. Kaba materyalistlerin kuantum fiziğinden duyduğu korkunun kilisenin Batlamyus kozmolojisinin yıkılmasından duyduğu korkudan en ufak bir farkı yoktur. Öte yandan Newton fiziği de makro dünyada, büyük cisimler arasında pekala geçerli ve son derece yararlı bir fiziktir. Ama hiç kimse dünyaya bakarken “ben şimdi rasyonalist bir yaklaşımla gözlem yapıyorum” ya da “birazdan endüktif mantığa geçeceğim” demez. Ama doğru düşünmek için özel bir gayret göstermek gerekir. İnsanın zihnin etkileyen faktörlerden ve daha iyi düşünmesini sağlayacak yaklaşımlardan ve bunların unsurlarından haberdar olması gerekir. Altyapının belirleyiciliği diye bir şeyden de söz edilebilir ama bu çok uzun vadede ortaya çıkacak bir belirleyicilik olduğu gibi, sonuçların nasıl tezahür edeceği konusunda da kesin öngörülerde bulunulamaz. Toplumlar son derece farklı yollardan ilerleyebilir. Olduğu şekilde olduğu için “zaten kaçınılmaz şekilde böyle olacaktı” diyemeyiz. Kaçınılmazlık diye bir şey yoktur. Marksizmin içine teleolojik ve şematik unsurlar yerleştirilmesinin nedeni basit zihinler için şemalar oluşturmak gayretinden kaynaklanmaktadır. Şayet yaşasaydı bundan en ziyade muazzep olacak da Marx’ın kendisi olurdu. Benim görüşlerimin içine ettiniz diye kahrolurdu. Ne yazık ki sosyalizm savaş içerisinde doğdu ve liderlik prensibine göre inşa edildi. Yenilmez lider hiç sual etmeden onu izleyecek kitlelerin aklı olacak, kitleler de onun formule ettiği şemalarla buna hazırlanacaklardı. Aynı dönemin ürünü olan ve birkaç yıl arayla yayınlanan “Diyalektik ve Tarihi Materyalizm” ile George Politzer’in Felsefenin Temel ilkeleri bütün dünyada, ama belki de en çok Türkiye’de birkaç nesil sosyalisti ziyan etti. Bunlar mekanik ve kaba materyalist bir görüşün yaygınlaşmasının yanı sıra diyalektiği de şemalaştırarak katlettiler. Bunları okuyanların da akılları berbat oldu. (Gerçi biz de okuduk, daha doğrusu ben şahsen okuyamadım çünkü 1970 yazında Politzer’i her elime alışımda öğürerek ve nefretle bıraktığımı dünmüş gibi hatırlıyorum ama sonuçta o mantığa sahip kılınmak istenen insanların arasındaydık ve bu etkilerden kurtulmak için uzun süre sıkıntı çektik.) Kısacası, felsefi yaklaşımlar, daha doğrusu çağın entelektüel atmosferi kuşkusuz ki her birey üzerinde ve tabii ki geniş kitleler üzerinde belirleyici bir etki yapar. Eğer aklınıza güveniyorsanız buna teslim olmak veya buna karşı çıkmak için kaba materyalizme sığınmak zorunda değilsiniz. Hiçbir önerimizi şu veya bu felsefeye ve o felsefeye temel teşkil eden kozmografya ve fizik anlayışına uygunluğuna göre değerlendirerek yapmayız. Aklımıza göre yaparız. Akıl inancın da, ideolojinin de, felsefenin de üzerindedir. Yoksa, şu veya bu felsefelere bağlanarak yaşamanın şu veya bu mistik inanca bağlanarak yaşamaktan bir farkı olmaz. Ben Hıristiyanım adım Zakir…merhaba ben Şaban, Marksistim … bu da post-modernist arkadaşım Ökkeş… - Ben her nedenselliğe inanamam. - Ya hangisine inanırsın. - Bense inanmak zorundayım. - O halde “big bang” a inanamam. - Yaa, öyle mi, bense evrim teorisini kabul etmek zorundayım. - filan falan. Böyle mi yaşıyoruz? Yoo! O halde başka şeyleri de birbirine karıştırmayın. Kendi zihninizi cenderelere sokmayın. Herkesin kendi aklı var. İlla kalıp aranmasın. Felsefe/ideoloji/inanç bir düşünce aracı olarak değil de bir sığınma kapısı olarak görülmemelidir. Öte yandan, dünyayı aklımıza uydurmaya çalışmak kendimizi kandırmaktan başka anlam taşımaz. Nasıl dünyanın güneşin etrafında döndüğü benimsenip yeni ufuklara yelken açıldıysa, kuantum fiziğinin kaotik dünyası da düşünceyi etkiliyor. N’oolmuş yani. Bunun için mi hala yeniliyoruz? Emperyalist kapitalizm bu nedenle mi kazanıyor? Mehmet Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR