İlkel toplumlardan uygar toplumlara gelinceye kadar meydana gelen  dönüşümler her zaman sancılı ve zor olmuştur.

Alışılmışın, süregelen düzenlerin, çoğunluğun kabul ettiği ya da ettirildiği  "statüko"nun değişmesi her zaman dirençle karşılaşmıştır.

Geçmişten günümüze eskimiş, yozlaşmış, zararlı, yanlış, haksız, köhne, akıl dışı inanış, zalim yönetici ve  yönetimeler olduğu gibi, bunlara  karşı ses yükselten, karşı  duran, değiştirilmesine çalışanlar da hep olmuştur. Çokça da bedeller ödenmiştir bu uğurda.

Başka türlü günümüze ulaşamazdık.

Bitti mi karşı çıkılması gerekenler? Tabii ki  hayır. Hep vardı, yine var, hep de var olacak.

İnsanlığın gelişimi, azınlıkta  olsalar da  çoğunluğa karşı olmaktan geri durmayan, bu  ezber bozan  aykırıların (muhaliflerin)  omuzlarında  yükselmiştir. Bilimle, sanatla, felsefeyle, siyasetle, teorilerle ışık verip yol  göstererek, eylemsel mücadele ederek, önderlik ederek…    

Bahsettiğim muhaliflik, iktidarın karşısında olup yönetenlerle ağız dalaşı, söz  düellosu yapan, işe yaramaz kayıkçı kavgasına  dönüşen muhaliflik değil. Hakkıyla  yapılırsa  bunun da yeri var ve önemlidir; kontroldür, denge unsurudur,  bağışıklık sistemidir. İyi, doğru yapılan icraata destek, kötü yapılana köstektir.

Değindiğim muhaliflik, insanlık tarihi boyunca, toplumlara  yol açan, yol  gösteren, dürten, önünü  aydınlatan, değiştiren, dönüştüren, geliştiren  muhaliflik.

İşte buna neden olan ise bu değerli aykırı  ve uyumsuzlardır. Onlara  çok şey  borçluyuz.

Onlar, başı kesileceğini bilerek başta gidenlerdir.

Yanacağını bilerek ateşle oynayanlardır; ama, yanmadan da karanlığın  aydınlanmayacağını bilenlerdir.

İcatlarıyla, felsefeleriyle, bilime dayalı  fikirleriyle, çoğunluğun göremediklerini  göstermeleriyle, her tür yönetenin ve yönetimin yanlış uygulamalarını gözler  önüne sermeleriyle önemlidirler.

Kimin hakkı olursa olsun hakka, haklıya sahip çıkan, haksızlığın kime karşı olduğuna  bakmadan karşı duran, sadece şikayet eden değil harekete geçen, sorgulayan,  söylenmeyip söyleyendirler.

İnsani, ahlaki ve vicdani olarak bu yola çıkarken rahatının kaçacağını bilir. Bilir de, başka türlü muktedirlerin rahatını kaçıramayacağını, fincancı katırlarının ürkütülemeyeceğini de bilir.

Bu yolda acı çekebileceğini, bedeller ödeneceğini bilerek, yılgınlığa ve korkuya  yenik düşmeden yürür. Başarılı  olup olamayacağına  bakmadan hak bildiği  yolda yürümenin soylu bir davranış olduğunu düşünür.

İpini başkasının eline, iradesini çeşitli iktidar odaklarına rehin bırakmanın,  kişinin kendine saygısını ve erdemini yitirmek olduğuna inanır. Güçlüden  yana  değil, haklıdan yana olarak umut üretendir.

Kendine sunulan hayata razı olan, çoğunluğa uyarak tehlikeden uzak kalan, herkesin yaptığını yapan, cehaletin konforunda yaşayıp zihninin anahtarını  hükmedenlere vermeyendir.

Sadece ye, iç, uyu, çoğal rutininde kalabalıktan biri  değil; özgür aklı, özgür  iradesiyle güçlü, direngen, meraklı, açık, düşünen ve bir ışık kaynağıdırlar.

Herkesin baş eğdiği, işine baktığı, sustuğu, “aman dünyayı ben mi  kurtaracağım”  dediğinde susmaz, insanlığın hali uyutmaz onu. Ağır bir yük,  büyük  sorumluluk, kolay  olmayan zor bir seçimdir.

İtaat eden, intibak eden, boyun  eğen, ehlikeyfini hiçbir şartta  bozmayan, uyumcu “ konformist” değillerdir.

Dünyada ve Türkiye’ de, tarihin her döneminde sürgünler yaşayan, hapisler  yatan, işkenceler gören, baskılara uğrayan, işinden, sağlığından olan, ve de   öldürülen sayısız nice muhalif yazar, sanatçı,  gazeteci, şair, bilim adamı, siyasetçi  vb…

Hiçbir şey onları yıldırmadı; yaptıklarından, söylediklerinden vazgeçirmedi. Ve  tarih, karşı çıktıklarını değil, onları minnetle anıyor; baş eğmeden, taviz  vermeden, inandıklarından, mücadelelerinden vezgeçmeden, dik duruşlarından, insanlığa katkılarından dolayı…

İdeallerinden vazgeçmediği için ölüme mahkum olan ve baldıran zehrini  kendi  elleriyle içen Sokrates… 

“Yine de dünya dönüyor.”  diyen  Galileo…

Şili’de Pinochet’ye karşı olan ve çalıp söylemesin diye parmakları kırılan, sonra da kesilen, buna rağmen yine de “Venceremos” (kazanacağız) diye şarkı  söyleyen Victor  Jara …

“ Ferman padişahın dağlar bizimdir! “  diyen Dadaloğlu …

Şiirlerinde “Şah” demezsen bağışlanırsın dediklerinde ; “ Açılın kapılar Şah’ a gidelim.“ diyerek darağacına yürümüş  Pir Sultan  Abdal...

Ulusal mücadele sırasında Padişah’ın ölüm fermanına, nice engele rağmen  vazgeçmeyen  Atatürk… Ve sayamayacağımız niceleri…

Tarih, zor zamanlarda ses çıkarmaktan  korkmayan gözüpek, gönlünde korku  taşımayan, aydınlık yüklü bu kişileri unutmadı, unutmaz…

Hak, hukuk, eşitlik, özgürlük, adalet, bilim, emek, ekmek, doğa, insanlık  uğruna  mücadele eden bu kişileri tarih hep haklı çıkardı.

Çoğunluğun  göremediği, veya görüp de söylemeye cesaret edemedikleri kralın  çıplaklığını, gerçek olanı korkmadan haykırdılar: “Kral çıplak ! “ diye…

12  Eylül döneminde  Can  Yücel‘i mahkemeye  çıkardıklarında verdiği şahane  cevapla bitirelim. Şöyle demiş Can Baba: “Bizde  çıplağa  çıplak  derler  hakim  bey.“

"Kral çıplak!" diyenlerle ve bunların çoğalmasıyla gelişir, değişir, güzelleşir  dünya…

Henry Miller’in dediği gibi “Bu dünyada herhangi bir konuda bir ilerleme kaydedildiyse, o ilerleme, var olan koşullara uyanlar sayesinde olmamış, cesur davrananlar sayesinde olmuştur”.

Selam bu kafası aydınlık, cesur yürekli aykırılara… 

Varol Kara
Gerçek Edebiyat

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)