Aykırı olmak / Varol Kara
İlkel toplumlardan uygar toplumlara gelinceye kadar meydana gelen dönüşümler her zaman sancılı ve zor olmuştur.
Alışılmışın, süregelen düzenlerin, çoğunluğun kabul ettiği ya da ettirildiği "statüko"nun değişmesi her zaman dirençle karşılaşmıştır.
Geçmişten günümüze eskimiş, yozlaşmış, zararlı, yanlış, haksız, köhne, akıl dışı inanış, zalim yönetici ve yönetimeler olduğu gibi, bunlara karşı ses yükselten, karşı duran, değiştirilmesine çalışanlar da hep olmuştur. Çokça da bedeller ödenmiştir bu uğurda.
Başka türlü günümüze ulaşamazdık.
Bitti mi karşı çıkılması gerekenler? Tabii ki hayır. Hep vardı, yine var, hep de var olacak.
İnsanlığın gelişimi, azınlıkta olsalar da çoğunluğa karşı olmaktan geri durmayan, bu ezber bozan aykırıların (muhaliflerin) omuzlarında yükselmiştir. Bilimle, sanatla, felsefeyle, siyasetle, teorilerle ışık verip yol göstererek, eylemsel mücadele ederek, önderlik ederek…
Bahsettiğim muhaliflik, iktidarın karşısında olup yönetenlerle ağız dalaşı, söz düellosu yapan, işe yaramaz kayıkçı kavgasına dönüşen muhaliflik değil. Hakkıyla yapılırsa bunun da yeri var ve önemlidir; kontroldür, denge unsurudur, bağışıklık sistemidir. İyi, doğru yapılan icraata destek, kötü yapılana köstektir.
Değindiğim muhaliflik, insanlık tarihi boyunca, toplumlara yol açan, yol gösteren, dürten, önünü aydınlatan, değiştiren, dönüştüren, geliştiren muhaliflik.
İşte buna neden olan ise bu değerli aykırı ve uyumsuzlardır. Onlara çok şey borçluyuz.
Onlar, başı kesileceğini bilerek başta gidenlerdir.
Yanacağını bilerek ateşle oynayanlardır; ama, yanmadan da karanlığın aydınlanmayacağını bilenlerdir.
İcatlarıyla, felsefeleriyle, bilime dayalı fikirleriyle, çoğunluğun göremediklerini göstermeleriyle, her tür yönetenin ve yönetimin yanlış uygulamalarını gözler önüne sermeleriyle önemlidirler.
Kimin hakkı olursa olsun hakka, haklıya sahip çıkan, haksızlığın kime karşı olduğuna bakmadan karşı duran, sadece şikayet eden değil harekete geçen, sorgulayan, söylenmeyip söyleyendirler.
İnsani, ahlaki ve vicdani olarak bu yola çıkarken rahatının kaçacağını bilir. Bilir de, başka türlü muktedirlerin rahatını kaçıramayacağını, fincancı katırlarının ürkütülemeyeceğini de bilir.
Bu yolda acı çekebileceğini, bedeller ödeneceğini bilerek, yılgınlığa ve korkuya yenik düşmeden yürür. Başarılı olup olamayacağına bakmadan hak bildiği yolda yürümenin soylu bir davranış olduğunu düşünür.
İpini başkasının eline, iradesini çeşitli iktidar odaklarına rehin bırakmanın, kişinin kendine saygısını ve erdemini yitirmek olduğuna inanır. Güçlüden yana değil, haklıdan yana olarak umut üretendir.
Kendine sunulan hayata razı olan, çoğunluğa uyarak tehlikeden uzak kalan, herkesin yaptığını yapan, cehaletin konforunda yaşayıp zihninin anahtarını hükmedenlere vermeyendir.
Sadece ye, iç, uyu, çoğal rutininde kalabalıktan biri değil; özgür aklı, özgür iradesiyle güçlü, direngen, meraklı, açık, düşünen ve bir ışık kaynağıdırlar.
Herkesin baş eğdiği, işine baktığı, sustuğu, “aman dünyayı ben mi kurtaracağım” dediğinde susmaz, insanlığın hali uyutmaz onu. Ağır bir yük, büyük sorumluluk, kolay olmayan zor bir seçimdir.
İtaat eden, intibak eden, boyun eğen, ehlikeyfini hiçbir şartta bozmayan, uyumcu “ konformist” değillerdir.
Dünyada ve Türkiye’ de, tarihin her döneminde sürgünler yaşayan, hapisler yatan, işkenceler gören, baskılara uğrayan, işinden, sağlığından olan, ve de öldürülen sayısız nice muhalif yazar, sanatçı, gazeteci, şair, bilim adamı, siyasetçi vb…
Hiçbir şey onları yıldırmadı; yaptıklarından, söylediklerinden vazgeçirmedi. Ve tarih, karşı çıktıklarını değil, onları minnetle anıyor; baş eğmeden, taviz vermeden, inandıklarından, mücadelelerinden vezgeçmeden, dik duruşlarından, insanlığa katkılarından dolayı…
İdeallerinden vazgeçmediği için ölüme mahkum olan ve baldıran zehrini kendi elleriyle içen Sokrates…
“Yine de dünya dönüyor.” diyen Galileo…
Şili’de Pinochet’ye karşı olan ve çalıp söylemesin diye parmakları kırılan, sonra da kesilen, buna rağmen yine de “Venceremos” (kazanacağız) diye şarkı söyleyen Victor Jara …
“ Ferman padişahın dağlar bizimdir! “ diyen Dadaloğlu …
Şiirlerinde “Şah” demezsen bağışlanırsın dediklerinde ; “ Açılın kapılar Şah’ a gidelim.“ diyerek darağacına yürümüş Pir Sultan Abdal...
Ulusal mücadele sırasında Padişah’ın ölüm fermanına, nice engele rağmen vazgeçmeyen Atatürk… Ve sayamayacağımız niceleri…
Tarih, zor zamanlarda ses çıkarmaktan korkmayan gözüpek, gönlünde korku taşımayan, aydınlık yüklü bu kişileri unutmadı, unutmaz…
Hak, hukuk, eşitlik, özgürlük, adalet, bilim, emek, ekmek, doğa, insanlık uğruna mücadele eden bu kişileri tarih hep haklı çıkardı.
Çoğunluğun göremediği, veya görüp de söylemeye cesaret edemedikleri kralın çıplaklığını, gerçek olanı korkmadan haykırdılar: “Kral çıplak ! “ diye…
12 Eylül döneminde Can Yücel‘i mahkemeye çıkardıklarında verdiği şahane cevapla bitirelim. Şöyle demiş Can Baba: “Bizde çıplağa çıplak derler hakim bey.“
"Kral çıplak!" diyenlerle ve bunların çoğalmasıyla gelişir, değişir, güzelleşir dünya…
Henry Miller’in dediği gibi “Bu dünyada herhangi bir konuda bir ilerleme kaydedildiyse, o ilerleme, var olan koşullara uyanlar sayesinde olmamış, cesur davrananlar sayesinde olmuştur”.
Selam bu kafası aydınlık, cesur yürekli aykırılara…
Varol Kara
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR