Son Dakika



 

Yedek subay askeri eğitimimi 1960- 62 yıllarında Amasya Carcurum Kışlası’ında yaptım. Ranza komşularım Hayk adlı bir Ermeni arkadaş, Hasan Korkmazancan, Ersun Kazançel ve Behzat Ay'dı. (Hasan, 1980’ li yıllarda Denizli ANAP milletvekili,hayatta.) Diğer ikisi hayatta değiller.

Hayk, içine kapalı sessiz bir arkadaşdı. Yastığımın altında Varlık, Cumhuriyet gazetesi ve Sait Faik’in kitapları dururdu. Hayk’ ın edebiyat ve şiir merakı vardı, arada Varlık dergisini alır, okurdu. Varlık dergisi Hayk ile aramızda bir iletişim köprüsü olmuştu. Sait Faik’in İp ve Kestaneci Dostum öykülerini kaç kez okumuştuk. Ezberimden Orhan Veli’den ve Fransız şairlerinden şiirler okurdum, hayranlıkla dinlerdi. Eğitim alanına çekirge sürüsü gibi dağılır, yat komutuyla yatılır, kalk komutuyla bir türlü kalkılmazdı. Üç bin beş yüz kişiyiz. Disiplin falan hak getire... Arada Hayk ile eğitim alanın solunda yüksekçe bir tepeye kaçardık. Hayk’ ı ben kışkırtırdım. Tepede bir cılız söğüt bir küçük çeşme vardı.Çeşmeden mataralarımızı doldururduk. Eğitimden kaçmalarda Hayk biraz daha tedirgin ve ürkek olurdu. Onun neden ürkek ve içine kapalı sessiz oluşunun nedenini çok sonraki yıllar anladım. Azınlık olmanın yüklediği bir psikolojiydi.

Hayk ile güzel bir dostluk kurmuştuk. Fransız şairi Jacques Prevert’in “asker kepimi kafese/ kuşu başıma koydum, fırladım sokağa / General ile karşılaştım, aldırmadan geçip gittim. / General: - Ne o asker bugün selam yok mu, dedi?/ Yok dedi kuş/ General ben var sandım da.. / Kuş, “ yok zararı dedi, insan dediğin yanılır!

Hayk anti militarist bu şiiri dinler, kah kah gülerdi. Belki kahkahasını kendi bile duymazdı. Arada takılırdım: ‘Hayk! Haykır yahu!..’ Gülerdi. Hayk bu takılmalarımın birinde, “6 - 7 Eylül olaylarını bilir misin?” dedi. Bilmez miyim. 1955 yılında 17 yaşımda Ankara’da ve bir fabrikada tornacılık yapıyorum. Köylü babamın CHP'li ve İnönü hayranı oluşu dolaysıyla erken yaşlarda politika ile ucundan da olsa ilgileniyorum. 27 Mayıs ve sonrası iyiden iyiye ilgiliyim.

6-7 Eylül günlerini anarken Hayk’ın gözlerinden bir acının dalgaları geçerdi. Hayk’ ı üzmemek için bu konudan bir daha bahis açmadım.

1962 güzünde askerlik bitip dağıldıktan sonra 1963 yılında Ankara’dan Hayk’a bir mektup gönderdim. Duygu ve ve sevgi sözleriyle örülü bir mektuptu. O yıllar Panait İstrati’yi yeniden okuduğum yıllardı. Benim kuşağımın zihin dünyasında İstrati’nin önemli bir yeri vardır. Hümanizm ve arkadaşlık kurumunun değerini öğreten bir okuldu İstrati.. Duygularım şiirle de iyice incelmişti. Hayk’ a özlem ve sevgi duygularımı dile getirirken gözlerim dolmuştu.

Bir yıl sonra İstanbul Balat’dan atılmış Hayk’dan bir mektup aldım. Mektubumu alınca. “Sevincimden deli oldum” diyor beni İstanbul’ a çağırıyordu. Öylesine sıcak, güzel sözler ediyor ki, duygulanmamam elde değildi. Şu sözlerini okuyunca Hayk’a derin bir özlem duydum:

 

 “Kardeşim Metin, ben orada senin sayende hiç yalnızlık çekmedim.” Amerika’dan bir akrabası çağırıyormuş. Hayk’ın Amerika’ da nasıl akrabaları olabilir ki?.. 6-7 eylül olaylarında Menderes hükümetinin örgütlediği sokak serserileri ve faşistlerin estirdiği terör yüzünden göçüp gidenler olduğu aklıma gelmemişti.

Üç dört yıl sonra Hayk’dan bir mektup daha aldım. “Sevgili arkadaşım Metin” diye başlıyordu ve Bana, “Amasya Carcurum’ da, söğüt ağacının altında, çeşmenin başında anlattığın Ermeni değirmenci öyküsünü anlatmanı istediğim senin gibi duygulu, sevecen bir arkadaşım var; bir gün İstanbul’a gelirsen mutlaka tanıştırmak isterim.”

Kim acaba “Benim gibi duygulu, sevecen” Ermeni arkadaş?.. Bu merak hep zihnimde kaldı. Zaman geçti, hayatın telaşları içinde unuttum. 

Hayk ile Carcurum’da küçücük çeşmenin başında oturur, yarenlik eder, mataralarımızı doldurur, anımsadığım şiirleri okurdum. Cahit Külebi’ nin şu şiirini Hayk çok severdi ve her seferinde okumamı isterdi:

Kop Dağında bir çeşme var/ Serçe parmak kalınlığında suyu/ Haram etmiş gece gündüz uykuyu/ Akar da akar..” Bizim çeşmemiz de böyle bir çeşme idi. 1975 yılında (tarihte bir iki yıl yanılmış olabilirim.) İstanbul’ a gittim.Yeni Ortam gazetesinin o günlerdeki sayısının birinde Yılmaz Güney ile ve Yaşar Kemal’e verilmeyen Nobel ödülü ile ilgili bir sormacaya verdiğim yanıtı ve bir edebiyat eleştirmeninin sanat sayfasında benimle ilgili küçük bir değinisini anımsıyorum.

Yine o tarihlerde şair arkadaşım Tekin Sönmez’in önüme düşüp, sabırla Hayk’ın Balat’taki adresini arama konusundaki yardımlarını teşekkürle anarım.

Buluştuk Hayk ile. Çiçek pasajında oturuyoruz. Karşımda yenice tanıştırıldığım Hırant…Konuşuyoruz ordan buradan. Balıkçılık merakından söz ediyor. Sait Faik söyleşimizin konuğu oluyor. Hırant, Saik Faik’i müthiş seviyor..Ben “Lüzumsuz Adam” öyküsüyle ilgili bir anımı anlatıyor ve öykünün giriş tümcelerini: “Bugünlerde gözüm kimsecikleri görmek istemiyor, dünyanın en tatlı insanları postacıları bile” …diye başlayan tümcelerini anımsayabildiğim kadar okuyorum. Hırant’ ın coşkusu elle tutulurcasına..

İkimizde de ilk kadehlerin verdiği esriklik ve duygusallık içindeyiz. Hırant, Sait Faik’in “Topal Martı’sndan ve balıkçılık sevdasından, balıkçılık anılarından söz ediyor.

 

FAŞİST BİR ÖĞRETMEN

Menders’in torpili ile Antalya Aksu Köy Enstitüsü’ne atanmış bir edebiyat öğretmeni elimde Sait Faik’in Lüzumsuz Adam’ını görünce kitabımı almış, “İşte Lüzumsuz bir adam, lüzumsuz bir kitap deyip fılarlatmıştı. Sınıf arkdaşımM ehmet Kan ile öğretmeni dövmemek için kendimizi zor tutmuştuk. Bu anımı anlattım. Hırant’ ın yüzü öfkeden gerildi Hırant, “bırak şu sittiri b.ktan faşist herifi; masamızdan ve yarenliğimizden def edelim” dedi. Ettik.

Hayk bizim yarenliğimizi araya girmeden dinliyor, bizi tanıştırmış olmaktan duyduğu mutluğun keyfini yaşıyor. Arada anlatmam için ısrarla Ermeni Değirmenci öyküsünü anımsatıyor.

1960’da, askerde, Hayk Ermeni olduğunu söyleyince, Ermenilerle ilgili tüm bilgim Burdur türküsündeki şu sözlerle sınırlı: “On ikidir şu Burdur’un dermeni. / Dermencisi Urum değil, Ermeni.”

12 Eylül’ de bu sözlerin de kraldan çok kralcı yalakalar tarafından TRT de şöyle değiştirildiğini anımsatayım: “On ikidir şu Burdur’un dermeni / Dermencisi nerde tutar harmanı” (**)

Dahası da var: Tatyos Efendi, Nikolaki, İsak Varon gibi Ermeni ve Rum bestecilerin adları şarkıdan önce anılmaz olmuştu.Oysa yıllarca Tatyos Efendi’nin Rast şarkısı “Mey-i lalinle dil mestane olsun/ Aman saki aman getir bir tane olsun” anons edilirken şarkının bestecisi Tatyos Efendi’nin adı başta söylenirdi.

O günlerde yazdığım bir şiirde hem Tatyos Efendi hem de İsak Varon adları özellikle geçer.

/../
Şimdi bir başka hava Rast’ın ardından
Garson tazele rakıları
Bu seslenen İsak Varon
Kırık sevdaların nazlı bestekarı!..
İnce, üzgün
Kalbimde açılmış dağılan bir kuru güldün.
/../
(Meyhanede ayaküstü söylenmiş hüzünlü bir türkü)

Yalakalık o dönemlerden bugünlere taşındı. Bugünküler ayrıca mide bulandırıyor.

 

BABAMIN ERMENİ DEĞİRMENCİSİ

Babam yetim büyümüş. Çocukluğunu abasının (abla) koruması altında yaşamış. Babası bir çuval buğdayı eşeğe yükler, 8-9 yaşlarında değirmene un öğütmeğe gönderirmiş. Değirmencinin adı …yan Efendi diye anılan bir Ermeni. Babam onu hep …yan Efendi ne iyi insandı diye hayır dualarla anardı. Değirmenci ondan hak almazmış. Babamın başını okşar, “ Oğlum Salih, sen yetimsin senden hiç hak alır mıyım” der, un çuvalını eşeğe yüklemesine yardım eder, uğurlarmış.Babam sanki çok az anımsadığı babasını anarmış gibi özlemle ve yeri geldiğinde, “ne iyi insandı, Allah razı olsun” derdi.

(Ben bu anımsı öyküyü yıllar önce Gerçemek dergisinde İsa Çelik’in babasını da anarak  özetlemiştim. Babam şiirimde betimlediğim ve fotoğrafında görüldüğü gibi bir emekçi ve gerçek bir müslümandı.)


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)