Dün, Paris'te eski mahallemde (Montparnasse) öğle yemeği yiyorduk. Karşımdaki arkadaşımın (Deli Gaffar) telefonuna bir mesaj geldi. Memlekette bir "HAYIRCI" ilanı yayınlanmış.

Olmadık insanların (İkinci Cumhuriyetçiler, Yetmez Ama Evetçiler, Liberalcılar, fantirifittonlar, Kullanışlı Solcular, vb.) arasında benim ve Ülker'in de adı varmış.

İmzalarımız doğrudur ve sahte değildir. Ama, bana telefon eden zat bu kişilersen söz etmemişti. Olmadık insanlar (İkinci Cumhuriyetçiler, Yetmez Ama Evetçiler, Liberalcılar, fantirifittonlar, Kullanışlı Solcular, vb.)



"Hayır" deseler de bir zamanların EVETÇİ'leridir. Benim ve benim gibilerin HAYIR'ları ile onların HAYIR'ları aynı değildir.

Bu sitede 30 Mart 2017 günü yayımlanan "Özdemir İnce de Sekseni Devirdi"  adlı yazımda şöyle bir cümle vardı: "Törenlerden hoşlanmam, kendi yazmadığım bildirileri  imzalamaktan hoşlanmam. Aylardır bu sitede çok sağlam gerekçelerle, kanıtlarla “Hayır” savunması yapıyorum. Bunu bilmiyormuş gibi bir bildiri yazıp “sen de imzala” diyorlar. Geçenlerde telefon ettiler, istemeye istemeye kabul ettim ama şimdi çok pişmanım…"

Evet eşekliğimden dolayı çok pişmanım! Öylesine zehirli bir pişmanlık ki, bildiriyi imzalamam için ricada bulunan kişiye itirazımı söyleyince, "O da "Hayır", bu da "Hayır" demez mi pişkin pişkin. Evet eşekliğin yaşla ilgisi yok! 80 yaşında da eşek olunuyor.

Benim, Ülker'in ve benzerlerimizin adlarının yanında onların adının bulunması, onların geçmişlerini temize çıkartamaz. 16 Nisan'da yapılacak referandumun baş sorumlusu onlardır. Keşke "Evet" deseler de bizim "Hayır"larımız temiz kalsa...






Kuzuyu bağlayıp AKP canavarını ortaya saldılar! 15 yıl AKP'ye gözü kapalı ve ücret karşılığı hizmet ettiler! Şimdi zorunlu ve utanmaz bir "Hayır"la temize çıkacaklarını sanıyorlar. Pisliklerini bütün okyanusların suyu bile temizleyemez!. Buna izin veremem!

Bu olmadık insanları (Ana Rahmine Haklı Düşenler, İkinci Cumhuriyetçiler, Yetmez Ama Evetçiler, Liberalcılar, Fantirifittonlar, Kullanışlı Solcular, vb.) düşünerek geçmişte bir kitap olarak yazılar yazdım. Bunlar arasından 2008 ve 2009 yıllarında yayınlananları tekrar ilginize sunuyorum ve herkesten özür diliyorum.

Paris, 9 Nisan 2017


ÖZDEMİR İNCE'NİN İLGİLİ YAZILARI ŞÖYLE:

“DONUN TEMİZ Mİ”,  YA ELLERİN?

(Myriam ve Magnus arasında demiryolu köprüsünde intiharlarından az önce şöyle bir diyalog geçer)

MYRIAM: …Gömleğin temiz mi?

MAGNUS: Evet.

MYRIAM: Ya iç donun? O da temiz mi?

MAGNUS: Myriam!

MYRIAM: Niçin Myriam’mış? Annem bana hep derdi: “Myriam, kızım, sokakta bir kaza geçirdiğini ve külotunun kirli olduğunu düşün! Ailemiz için ne utanç verici bir şey!”

MAGNUS: Myriam, gıcır gıcır yeni para gibiyim!

MYRIAM: Güzel! Öyleyse içim rahat! (Sessizlik) Güzel bir hayat yaşadık Magnus.

MAGNUS: Evet. Ama hiçbir şeye yaramadık.

MYRIAM: Elimizden geleni yaptık biz. Hiçbir işe yaramadığımızı kim söyleyebilir? Yirmi yıl, otuz yıl, elli yıl sonra bir gün, insanlar Gottchalk adlı bir Alman tiyatro sanatçısının, zorladıkları halde karısından ayrılmaktansa onunla birlikte ölmeyi tercih ettiğini öğrenecekler. Ve o zaman, “İşte kendi tarzında hayır diyen dürüst bir adam” diyecekler. Ve bir an bizi düşünecekler, bu süre içinde biz tekrar yaşayacağız Magnus.

MAGNUS: Evet, belki…



(El ele tutuşurlar. Demiryolu köprüsünün korkuluğuna oturmuşlardır. Gülümserler. Uzaktan bir tren düdüğü.)

Engin Yıldızoğlu’nun “Liberal Entelijansiya ve Herr Höfgen’in Trajedisi” (Cumhuriyet, 30.01.08) başlıklı yazısının son paragrafını okuyunca aklıma yukarıdaki diyalog geldi. Ama ilkin Engin Yıldızoğlu’nun satırlarını okuyalım: “Liberal entelijansiyanın halini, liberalizmin toplumsal süreçleri anlamaktaki yetersizliği ile ancak bir yere kadar açıklayabiliriz. Ondan ötesi için benim aklıma, AKP için anayasa taslağı hazırlayan Prof. Özbudun ve ekibinin şimdi kaygılanmaya başladıklarına ilişkin haberleri okuyunca, Istvan Szabo’nun Mefisto filmindeki  Hendrik Höfgen geliyor; sanatını icra etmek için bilincini terk eden artist…”

Istvan Szabo’nun filmi gerçekten güzeldir ama filmin gerisinde Klauss Mann’ın 1930’ların Nazi Almanyası’nda geçen Mefisto adlı muhteşem romanı vardır. Ariane Mnouchkine romanı tiyatroya uyarladı ve ben de oyunu 1980’lerde Türkçeye çevirdim (Can Yayınları, 1990).

Önsözde şöyle yazıyorum: “Mefisto, roman ve oyun olarak, zorbaya hizmet etmemeyi seçen; işkencelerde, ölümlerde, sürgünlerde, yoksunluklarda özgürleşen bireyleri, La Boetie’nin ‘Hizmet etmemeye karar verin ve özgürleşin!’ diye uyardığı insanları, zorbanın ellerini ve bu ellerin marifetlerini sergiliyor.”

Devrimci Hambourg Tiyatrosu’nun komünist oyuncularının kaderleri sergileniyor: Ya Naziler tarafından öldürüldüler, ya eşi Myram Yahudi olduğu için onunla birlikte intihar etmek zorunda kalan Magnus’un kaderini paylaştılar ya da Herr Höfgen gibi sanat aşkı yüzünden Nazilere hizmet ettiler. Sanat (meslek) aşkı kutsaldır, ama hangi bağlamda olduğu da önemlidir. Şu anda Türkiye’de sahnelenmekte olan Karşı Devrim oyununu dikkate almadan meslek ve sanat icra edilemez! Türban gibi Mefistoluk da bir simgedir!

(HÜRRİYET, 3 ŞUBAT 2008, PAZAR)



MEFİSTO ve MEFİSTOLAŞMAK

2.3.1990 günü Ankara Sanat Tiyatrosu’nda prömiyeri yapılan MEFİSTO (Can Yayınları) adlı  çevirisini yaptığım oyuna yazdığım önsözden aktarıyorum:

“Klaus Mann’ın Mefisto adlı romanını özgürce tiyatroya uyarlayan Ariane Mnouchkine’in metnin başında Etienne de la Boetie’den yaptığı alıntı, Otto Ulrich’ın attığı çığlığın bir habercisi gibidir. Montaigne’in yakın dostu Etienne de la Boetie (1530-1563) daha 18 yaşında kaleme alarak zorbalığı eleştirdiği “Gönüllü Kölelik Üzerine Söylev” (Discours de la servitude volontaire)’inde olmuş ve olmakta olanları eşsiz bir öngörüyle yorumlamış ve gelecekte olacak olanları yalvaççasına haber vermiştir:”

“Siz, zavallı ve acınacak insanlar, siz sağduyudan yoksun halklar, siz mutsuzluklarında direngen, erinçlerinde kör gözlü uluslar, kazançlarınıza el konulmasına, tarlalarınızın yağmalanmasına, ata yadigârı evlerinizin soyulmasına göz göre göre boyun eğersiniz! Sanki bunların hiçbiri sizin değilmiş gibi yaşarsınız. Mallarınızın, ailelerinizin, yaşamlarınızın sadece yarısının size bırakılmasını büyük bir bahtiyarlık sayarsınız. Ama bu zararın hepsinin, bu felaketlerin, nihayet bu yıkımın nedeni sayısız düşmanlarınız değildir; fakat hiç kuşkusuz tek bir düşmandır, kendi ellerinizle yarattığınız, uğruna göz kırpmadan savaşa gittiğiniz, onuru adına kendi yaşamınızı her an tehlikeye attığınız düşman. Aslında, bu efendinin iki gözü, iki eli, bir gövdesi var, ve aranızdaki en önemsiz kişiden bir fazlası da yok. Sizden üstün yanına gelince: Sizi mahvetmesi için ona kendi ellerinizle teslim ettiğiniz olanaklar! Aranızdan biri olmasaydı, sizi gözetleyen hafiyeleri nereden bulabilirdi? Sizinkileri ödünç almamış olsa, size vurmak için bunca eli nasıl olurdu? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar da sizin ayaklarınız değil mi? Üzerinizdeki nüfuzu sizden kaynaklanmıyor mu? Sizi soyan hırsıza yataklık etmeseydi, sizi öldüren katilin suç ortağı olmasaydı, size ihanet etmeseydi size böyle sıkıntı vermeye nasıl cesaret edebilirdi? Tarlalarınızı o soysun diye ekiyorsunuz; evlerinizi o çalsın diye döşüyorsunuz; kızlarınızı onun şehvet arzularını yerine getirsin diye yetiştiriyorsunuz; oğullarınızı ona asker olsunlar diye, onları ölüme sürsün diye, açgözlülüğüne hizmet etsinler diye, onun intikamlarının cellatları olsunlar diye besliyorsunuz… O daha güçlensin diye, o daha katı olsun diye ve tasmanızı daha kısa tutsun diye güçsüzleşiyorsunuz. Hizmet etmemeye karar verin, özgürleşeceksiniz!”

Otto Ulrich, Mefisto’nun XV. tablosunun sonunda şöyle konuşur:

“…Almanlara demeli ki: Dinleyin! Geceleyin, topraklarınızdan trenler geçiyor, iyi dinleyin, erkek ve kadın dolu bu trenler. Bugün, komünist ve sosyalist bunlar; yarın, Yahudiler olacak; daha sonra sıra size gelecek. Tren yollarını engelleyin, bu trenleri sürmeyi kabul etmeyin. Lokomotif kazanlarını ısıtan kömürü çıkarmayı reddedin. Ray yapılan çeliği dökmeyi reddedin.  Hizmet etmeyi kabul etmeyin, kabul etmeyin hizmet etmeyi!”


Demokrasi için demokrasiyi, özgürlük için özgürlüğü, eşitlik için eşitliği yok ettiklerini anlamayanların tarihten ders almaları olanaksızdır! Kuzuyu bağlayıp canavarı arenaya salanlar bana insan haklarından söz etmesinler!

Ne dersiniz, seçimle gelen AKP, seçimle gitmeyi kabul edecek mi? Yoksa, gitmemek için türlü çeşitli, bilgisayarlı fesatlar mı çevirecek? Biraz da bunlara kafa yormalı!

(HÜRRİYET, 11 MART 2009, ÇARŞAMBA)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)