30. Ankara Film Festivali’nde 'Yeni Dalga' Türk Sineması
Ankara Film Festivali (18-28 Nisan 2019) sona erdi. 30. Yılını kutlayan festivalin kuruluşunda görev almış bir kişi olarak elbette daha ilk gün festival kitabını satın aldım ve Boğaziçi Pastanesi’nde oturup filmler hakkında bilgilere ders çalışır gibi çalışarak zamanımı da ayarlayıp izleme programım...
Ankara Film Festivali Türkiye’nin en iyi festivallerinden biri. Büyülü Fener Sinemalarının da kurucusu ve sahibi İrfan Demirkol’un başkanı olduğu Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından düzenleniyor. Festivalin özelliklerinden bazıları şöyle: - Genç Türk yönetmenlerin ilk -veya değil- filmlerine yer veriyor. - Kültür Bakanlığı destekli -ya da değil- film ayırımı yapmıyor. (Belki de kendi olanaklarıyla film çekenlere torpil de var.) -Avrupa’da son bir yılda gösterime girmiş yeni filmleri gösteriyor; izleyici Avrupa’ya gitmeden izleme olanağı buluyor. -Yalnızca Avrupa’ya tıkılıp kalmıyor; Asya, Uzak Asya filmleri aynı oranda yer alıyor. (Yine son gösterim filmleri.) Sonuçta bir festivalde bir önceki yılın dünya sinemasını izleyebiliyorsunuz, tadımlık da olsa. İZLEYEBİLDİĞİM FİLMLER: Özellikle yeni Türk filmlerini izlemeyi yeğledim. İzleme takvimimi buna göre yaptım. Çünkü incelediğim kadarıyla genç Türk yönetmenlerimiz ilginç konuları iyi bir sinema diliyle anlatma konusunda oldukça mesafe kat etmişlerdi. Bunu hissettim mi bilmiyorum ama gerçekten tam isabet. Genç yönetmenlerimiz eskinin kaba feodal “sağ-sol” ideolojik etkilerinden artık kurtulmuşlar. Neo-liberal hegemonyanın etnisite, mezhep, feminizm, ekoloji, “totatiletirzm” vs. kültürel kodlarla daraltılmış gericiliğinden de sıyrılmışlar. Kafalarında dert ettiklerini özgür, bağımsız biçimde olanakları ölçüsünde en iyi senaryo, en iyi görüntü, en iyi müzikle teknolojinin ve yaratıcılıklarının sınırlarını zorlayarak büyük bir alçak gönüllükle perdeye yansıtmışlar. (İzleyemediğim “yerli” filmler için üzüntülerimi yazının sonunda anlatacağım.) YUVA, (2018) Yönetmen: Emre Yeksan Bugünlerde gösterime giren Yuva filmi kaçırılmayacak film. İki saat boyunca kilitlenip kaldım, şaşkınlık ve merakla yerimde kıpırdayıp durdum. Modern sanat yapıtı rahatsız eder, düşündürür, kendisini unutulmaz kılar, kalıcı iz bırakmak ister, değiştirmek ister. Yuva izlemeye başladığım andan sonraki günlere kadar, şu ana kadar bende bunu yaptı. Bir Hollywood filmi profesyonelliğinde yapılmış, müthiş bir doğada İğneada Longoz Ormanlarında çekilmiş sonu trajediyle biten çağdaş bir Tarzan filmi gibi. Özcan Alper’in unutulmaz filmi Sonbahar’ın çekildiği Doğu Karadeniz doğası gibi bu kez Trakya’nın cennet doğası unutulmaz bir lezzet bırakıyor. İlk dakikalarda doğayla ilgili, “ekolojist” bir film diye beklerken doğanın iyi bir mekan seçilerek anlatılmak istenenin çok daha derin olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Biraz geç dank ediyor yani. Büyük kentten doğaya kaçış da değil bu; hepsi var diyeyim. Filmin sonunda yönetmen, kahraman Veysel’in “kaçışından çok seçtiği yol, gittiği yol önemli, bunu yapmaya çalıştık” dedi. Ormanın derinliklerine bile gitse sıkışan bir insan, peşini bırakmayan kötülükler. “Teknoloji ve doğanın ilişkisine, olaylara geçmişten ve gelecekten bakmaya çalıştım.” dedi, 1981 doğumlu büyümüş de küçülmüş yönetmen Emre Yeksan. Tabi Görüntü Yönetmeni Jakub Giza’ya özel bir selam göndermek gerekiyor. Film müthiş öyküler anlatıyor; oyun içinde oyun; öykü içinde öykü; yerin içine bile giriyorsunuz. Gerçekten yüz akı, unutulmaz filmlerimizden biri. Ayrıca iyi bir yönetmen de kazanmanın sevincini yaşadık. GÜVEN (2018) Yönetmen: Sefa Öztürk Düzceli 1980 doğumlu genç kadın yönetmenimizin Güven filmi, ikili ilişkilerde ortaya çıkan öncesi ve sonrası olayların yönlendirdiği oldukça iyi işlenmiş, güzel bir öykü. Kara film. Polisiye de var. Oyuncular mükemmel. Filmin sonundaki söyleşide yönetmen Sefa Öztürk, “Sevgi nedir gerçekten? Kadın fedakarlığı üzerine kurulu bir şey midir ve acaba öyle midir?” dedi. Derviş Zaim’in dediği gibi bir film, karakter, çatışma ve bağlamdan oluşur. Bu filmde bunun ahengi vardı. Güven filminin çekildiği ilimiz Zonguldak. Bir ilimiz daha güzel görüntüleri eşliğinde sinemamıza girdi. Bu çeşitlilik çok hoşuma gidiyor. Filmin yapımcısı, kıt olanaklarına karşın epey yer baktıklarını tüm sahilleri dolaştıklarını ve tamam burası dediklerini anlattı. Bülent Çolak, Gözde Çığacı ve Ahmet Kaynak’ın oyunculukları mükemmeldi. İÇERDEKİLER, (2018) Yönetmen: Hüseyin Karabey Belki komiser rolündeki Settar Tanrıöğen olmasa izlenemeyecek, gereksiz uzatmalarda bir film. Melih Cevdet Anday’ın 1965’lerde yazdığı içerden çıkmış bir arkadaşının anlattığı öykü. Aylardır suçunu itiraf etmeyen siyasi şüpheliye “kıyak” yapmak ister komiser, karısını çağırıp resmi komiser odasında seks yapmalarına izin verir. (Klasik Settar Tanrıöğen “ekiz yatak” muhabbeti gibi) Tutuklu öğretmen de kabul eder. Ama gelen baldızdır. Eh baldız olsun… Hazır gelmişken minvalinde pek de hoş olmayan atraksiyonlar. Film bitince –iyi niyetine inandığım yönetmen Hüseyin Karabey beni bağışlasın– şu karara vardım: Bu cezaevi, siyasi tutuklu vs. işleri yaşamamış kişiler ne yazsın ne oynasın ne filmini çeksin. Zamanına –da– oturtulamamış, hiç kimseye pek inandırıcı gelmeyen bir film. Başka deyişle karakterler yerine oturmamış. Etkileyici de değil. Nefsi uğruna bu kadar alçalan bir Müslüman pardon siyasi mahkum var mıdır gerçekten. Rakı masasında konuşurken, yazalım anasını satayım, diye kotarılmış bir oyununun sinemaya uyarlanmayı düşünmek, bu olaydan çok daha vahşi ve şiddetli olayların trajedilerin yaşandığı günümüz yakın tarihimiz varken biraz tokuşmamış iş gibi geldi bana. Filmin amacının ana fikrinin de kafası karışık biraz. Mahkum madem bu kadar bencil, baldızından seks isteyecek kadar zayıf karakterli onca işkenceye niçin nasıl katlanıyor; alt tarafı bir bildiri. SUÇ UNSURU, (2018) Yönetmen: Süleyman Arda Eminçe Aynı eve paylaşan Celal ve Buğra’nın kapısı bir sabah çalınır ve bir bölük sivil polis içeri girer. Arama vardır. Film bir dairede, dar bir mekanda bir düzine adamı hiç sıkmadan çok başarılı biçimde öyküleştirmiş, karakterleri çok iyi yansıtmış. Koray Erkök eğlendirici, komiser rolünde Bülent Çolak yine (Güven’de de başrolde) mükemmel oynamış. 2010’larda FETO’cu polislerin sık sık yaptıkları baskınlardan birine 2015’te gerçekten de yönetmen Süleyman Arda Eminçe maruz kalmış; bir asılsız ihbarla evi basılıp silah aranmış, ama bulunamamış tabi. Kızgınlık bu güzel filmin ortaya çıkmasına neden olmuş. Filmin masrafını ceplerinden ödemişler. Ucuz duygu sömürüsüne, propagandaya kaçmayan, polisleri de birer insan olarak sorunlarıyla psikolojileriyle anlamaya çalışan unutulmaz çarpıcı bir filmdi. Filmin sonundaki konuşmada, “Başkaları bizim yaşadıklarımızı yaşamasın diye yaptık bu filmi” dedi yönetmen. NEBULA, (2018) Yönetmen: Tarık Aktaş Gerçekten etkileyici bir genç yönetmen filmi daha izledim. İsminden bir uzay filmi, bir bilim kurgu izleyecekmişim diye düşünmüştüm ama doğa, canlılar, ölüm ve insan üzerine birkaç öyküden oluşmuş, Tarkovskivari, biraz metafizik tadıyla izlenen müthiş bir filmdi. Akıp giden zamanı izlemeye çalışmak gibi bir şey. Zamanın karşısındaki zavallılığımız. 71. Locarno Film Festivali’nde bir seçkide en iyi yönetmen ödülünü boşuna almamış. Bana sorarsanız 30. Ankara Film Festivali’nde en iyi film ödülünü verirdim, en azından en iyi yönetmen ödülünü. Ancak “Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film” ödülü alabildi. Öteki favorim Yuva filmiydi. SON ÇIKIŞ, (2018) Yönetmen: Ramin Matin Soluksuz izlenen eğlenceli bir film. Zengin bir müteahhidin kızıyla evli inşaat mühendisinin boşanıp alternatif ekolojik tarım komünlerine katılma macerası. Ve hayallerinin birer birer çöküşü. Sonuçta İstanbul’a geri dönüş. Festivalin güzel filmlerinden biriydi. İyi bir yönetmen kazandık gerçekten. Ama Deniz Celiloğlu’nun müthiş oyununu buraya eklemek gerek. 1981 doğumlu Özkan Çelik’in Babamın Kemikleri, Serhat Karaaslan’ın Görülmüştür, Osman Nail Doğan’ın Güvercin Hırsızları, Ömer Atay’ın Kardeşler, Ali Vatansever’in Saf’ını izleyemedim; çok üzgünüm. Ödüllerin tümünü de izlemediğim bu filmler topladı desem şaşırmayınız. YABANCI FİLMLER Yabancı filmlerden çok azını izleyebildim; biraz ordan biraz burdan hesabına gittim mecburen. Endonezyalı yönetmen Kamila Andini’nin Görünen ve Görünmeyen filmi, birisi kanser olan ve ölüme mahküm Tantri ve Tantra adlı ikiz kardeş çocukların hayatını ülkenin mitolojisiyle, inançlarıyla ve hayatın gerçekleriyle harmanlayarak müthiş bir insancıllıkla anlatıyor. Çok etkileyiciydi. Genç yönetmenlerimizin bu filmden alacakları çok şey var. Alman yönetmen Andreas Dresen’in Batı-Doğu Almanya’nın birleşme öncesi Doğu Almanyalı bir rock şarkıcısı işçinin STASİ ile ilişkisini ve sonrasını anlattığı filmi Doğu Almanların birleşmeden sonra neler çektiğini de gözler önüne seriyor. Eleştirel bilince sahip komünist şarkıcı, eksavatör operatorü Gundermann ne partiye ne Batıya yaranabiliyor. Ama eleştirel tavrını asla bırakmıyor. Gundermann gerçekten yaşamış bir karakter. Avrupa sinemasının uzun yıllardan sonra sosyalist rejimleri karalamadığı, en azından tarafsız kaldığı bir filmi diyebiliriz. Polonyalı yönetmen Angieszka Holland’ın yönettiği Bay Jones Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarındaki Kolhoz dayatmalarıyla yaşanan büyük açlık günlerine sızmayı başaran bir İngiliz gazetecinin başına gelenleri anlatıyor. İbretlik bir filmdi. Litvanyalı genç kadın yönetmen Marija Kavtaradze’nin yönettiği Yazın Hayatta Kalanlar Vilnius Psikiyatri Kliniğindeki bir grup hasta ve doktorların ilişkilerini anlatan oldukça dokunaklı ama düşündürücü başka bir dünyanın filmiydi; keşke bizde de bu konulara eğilen olsa; klasik deli motifinden kurtulsak. Çünkü Türkiye’de hap kullanan milyonlarca insan var; sorun çok büyük. ELEŞTİRİ Festivalin eleştirilecek yanı 180 filmin 10 güne sığdırılmaya çalışılması. Her filmi izleme olanağınız yok. Festivale bir beş gün daha eklenemez mi? Biraz daha rahatlama olur. Festivalde her filmden önce gösterilen "kedili" festival jeneriği çizgi film ne kadar sevimliyse reklamlar o kadar rahatsız ediciydi. AB’nin fon reklamı ve Amerika’nın Sesi’nin reklamı yakışmadı açıkçası; yanlış anlamalara neden oldu. Filmler gibi reklamlarda da seçici olmak gerek bence. Ödül tartışmalarına girmek istemiyorum. Tümünü izleyemedim çünkü filmlerin. Ama her filmden sonra yönetmenin yapımcının oyuncunun sahneye çıkıp soruları yanıtladığı bölümü beklemeyip çıkan “jüri üyeleri”nin bu tavrı dikkati çekti. 30. Ankara Film Festivali ödül kazananların tamamı: En İyi Film: GÜVERCİN HIRSIZLARI (Osman Nail Doğan) En İyi Yönetmen: Ali Vatansever (SAF) Onat Kutlar En İyi Senaryo: Serhat Karaaslan (GÖRÜLMÜŞTÜR) Mahmut Tali Öngören En İyi İlk Film: NEBULA (Tarık Aktaş En İyi Kadın Oyuncu: Saadet Işıl Aksoy (SAF) En İyi Erkek Oyuncu: Berkay Ateş (GÖRÜLMÜŞTÜR) En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Füsun Demirel (GÖRÜLMÜŞTÜR) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Bülent Çolak (SUÇ UNSURU En İyi Görüntü Yönetmeni: A. Emre Tanyıldız (KARDEŞLER) En İyi Sanat Yönetmeni: Meral Efe Yurtseven, Emre Yurtseven (KARDEŞLER) En İyi Özgün Müzik: Mustafa Avcı (YUVA) Ayhan Ergürsel En İyi Kurgu: Naim Kanat (GÜVERCİN HIRSIZLARI) SİYAD En İyi Film: GÖRÜLMÜŞTÜR (Serhat Karaaslan) Ulusal Belgesel Yarışması En İyi Film: TANRI GÖÇMEN ÇOCUKLARI SEVER Mİ ANNE? (Rena Lusin Bitmez) Ulusal Kısa Film Yarışması En İyi Film: DUYUYOR MUSUN ANNE? (Tuna Kaptan) Proje Desteği Ödülü: KARANLIKTA ISLIK ÇALANLAR (Pınar Yorgancıoğlu) Ahmet Yıldız GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR