Son Dakika



Mariyoba.

İsmin tam olarak ne anlama geldiği ilk başlarda bilinmese de sonradan öğrendik ki İslamiyetten önceki inancın gereği bir kutlama günü olarak anılması imiş.

Tarih olarak Temmuz ayı sonu ile Ağustos ayının ilk haftası olarak bilinir ve bu tarihlerde kutlanırdı.


Beşağıl Köyü

Din faktörünün ortadan kalkması ile bu daha çok eğlence amaçlı kutlanır olmuş zamanla.

Kutlamaların içeriği yörede aynı olsa da ismi yer yer değişmektedir. Bazan Mariyoba bazan "şvantoba" bazan da -genellikle- "yarı dağ" olarak anılmaktadır.

"Yarı dağ" sıradan bir etkinlik değildir. Yaylaya gidilen Haziran ayının ilk günlerinden sonra dönüş tarihi olan Eylül ayının ilk haftası arasındaki zaman diliminde tüm köy halkının toplu olarak yaylaya çıkması ve büyük bir katılımla yapılan eğlencedir.

Yapılma zamanı belli bir sıra ve ritüel takip eder. Haziranda hayvanlarını yaylaya çıkarıp köyden bir yükten kurtulan halk bu kez tarımla uğraşır. Bu da ağır iştir ve "yarı dağ" köy halkının köydeki tüm ağır işlerin bitirilmesi sonrasına bırakılmıştır.



Coğrafya aynı olsa da ben kendi köyüm ile 
işlerin zamana bağlı değişiklikleri nedeni ile ilgili sırayı takip ederek anlatacağım.

Köyüm "Beşavul"da (Beşağıl) yaz ayının en ağır işleri çayırların biçilmesi ve ardından gelen harman işidir.
Tarıma ve hayvancılığa dayalı ekonomiye sahip olan bu köyde bu işler yaşamsal öneme sahiptir. Çayırlar biçilip kaldırıldıktan sonra en ağır iş harmandır. Tüm ekinler meci kültürü ile analarımız tarafından orakla biçilir. Biçilen ekinler yörede adına "kona" dediğimiz bir bağ türü ile bağlanır.

Bağ olarak ip olmadığı için yine yörede ağaçların taze sürgünlerinden yaptığımız "çinav" dediğimiz ağaç dallarıyla da "goral" dediğimiz bir bağ ile bağlar, yük hayvanları yardımı veya kendir ipiyle insan sırtında harman yerine taşınır.

Taşınan bu saplar "cuğul etmek" dediğimiz gruplar halinde gruplanır. Bu iş 3-5 sapın dik olarak kurmaları içintıpkı Kızılderili çadırları gibi birbirine dik olarak ayakta dayandırılmasıdır. Mısırlar ise yine mısır bitkisinin genç kalmış daha taze olanı içinden seçilerek onunla bağlanarak sıkıca demet yapılır.



Ayrıca arazı dik, yamaç olduğundan dışarıda ki ekili alanların ve büyük arazilerin başında her ailenin genellikle samanlıkları otlukları vardır.

Ekin orada daha sonra evdeki "merek"lere taşınmak üzere harman edilir ve samanlığa bırakılır. Bu taşıma işi de yine fırsat bulunursa "meci kültürü" ile yapılırdı.

İşte tüm köy halkı bu ayda bunca yoğun iş ortamını aşınca yaşanan bu başarının verdiği rahatlık ile bir tür kendini ödüllendirme olarak eğlenmeyi hak ettiğini bilirdi. Köydeki tüm insanların işlerini bitirmiş olması esastı. Bir kaç kişinin kalan işi var ise o da hemen "meci kültürü" ile bitirilirdi.

Burada asıl olan, kimsenin eğlence sırasında aklının köyde kalmaması idi.

Belirlenen tarih ile birlikte tüm köy halkı yayla yoluna düşer. Yanlarında yük hayvanları üzerlerinde mevsime göre sebze meyve ve "şaşort"ların (Yaylaya haziranda hayvanlarla ilk çıkan ve kalan, üç ay boyunca orada kışlık yağ, peynir yapıp saklayan, bu işleri yapıp yöneten -genellikle- evin en yaşlı kadını) acil olabilecek ihtiyaçları.

Kalabalık grup yayla yoluna çıkar. Yer yer durulur, dinlenilir. Bu sırada tulum akordın eşliğinde oyunlar oynanır. Yayla yolunda gürgen ağaçlarına isimler sevdalar yazılır. Bolca çam sakızı toplanır güzergâh üzerinde.

Öğlen vakti köyle yaylanın saat olarak da (dört saat sonra) tam yarısındaki -mezra olarak da yayla evlerinin bulunduğu- köyü son kez gören en yüksek yerde soğuk suyun başında yemeğe durulur. Burası köyümüzün diliyle "Beşaskaro" adlı yerdir.

Koca bir kara ormandan çıkıp gökyüzünün görülebileceği tepedeki tek yer. Burada yemek yenir. O esnada yüklü hayvanlar da etrafta karınlarını epeyce doyurur. Sonra yola çıkılır. 

"Beşaskaro"dan sonra yaklaşık bir saat süren çok taşlı, çakıllı çok zor bir yol güzergahı vardır. Hatta orta yerinde "7 geri taş" atılma geleneği olan bir yer daha vardır. Atalar, herkesin buraya gelince yoldaki taşı atması ve yolu temizlemesi için muhtemelen bu faydalı geleneği icad etmiştir. (Aynı faydalı gelenek köyde de vardır. Köyün başına düşecek kayalardan, kışın çığdan korunmak için ormanın adı "Yasak" olarak konmuştur. Oradan kimse tek bir ağaç kesmeyi bile düşünmez!) 

Hayvanları ter içinde bırakan (sürücünün atın eşeğin yüküne el atarak yardım ettiği yerlerdir buralar) yokuş ve taşlı onca yoldan sonra toprak düz bir yol güzergahının başladığı yere gelinir. Buranın adı "^Gürgen dibi"dir. Gerçekten de çok büyük geniş yaşı bilinmeyen bir gürgen burada vardır ve köknar ağaçlarının bittiği, hep gürgen ağaçlarının başladığı yerdir. Gürgenden başka tür ağaç bulunmaz. Burada biraz mola verilir.

Zorlu yolculuktan çıkmış atlar küçük açıklıkta dinlendirilirken tam yolun kenarındaki gürgen dallarına çaputlar bağlanır. Daha önceki çaputlardan burası rengarenktir.

Düz yoldan sonra ağaçsız yayla tepelerinden bir saat daha gidilir. 
Yol esnasında yaylada çocukların "kala - ğoricur" oynamaları için "çinav" ağacından değeneklikler kesilir, yaylaya varınca  değenek yapmak üzere. En sonu yaylaya hakim sırttan ilk kez yolun inişe geçtiği yerden yaylalar görünmeye başlar.



Burada yayladakiler haberli olsalar da haber vermek esastır: Bir kaç silah sesi ya da "kicina atarak" (yayladakilere, gelen var, geldik biz, mesajı veren boğa ve kuş sesi karışımı bir çeşit haykırma) yapılır.

Heyecanla bekleyen "dedaberler", "şaşortlar" yaylanın yakınına gelerek karşılarlar evlatlarını, gelinlerini torunlarını. Ama yaylacı yaşlı erkekler yaylalarının arkasına yol kenarına konmuş kütüklerin üzerinde oturmuş olarak yerlerinden bile kımıldamaz, sigaralarını sarıp içerler.



Yüklü hayvanlar kendi yayla evlerini şaşılası biçimde anımsar, evlerine yönlenir. 8 saattir büyük bir özveriyle yokuş yukarı taşıdıkları ağır yükünün açılmasını bekler. Yükler açılır hayvanlar semerinin altına terli sırtına şal çuval serilerek otlağa bırakılır. Bu işi yine gelen yolculardan en küçüğü, ya da tekse gelen kişi yapar. Ondan sonra yayla evine girip kendi karnını doyurur.

Evlerde hasret ile karışık bir mutluluk hakimdir. "Dedaberler"in, "şaşortlar"ın sorularına sıkılmadan cevaplar verilir. Çünkü onlar baharda yaylaya çıkmadan önce diktikleri sebzenin bile halini sorarla da ondan.

Yayla evinde köyden gelen emanetler komşu sahiplerine verilir. Ve gelenlere de en sevdikleri yemekler yapılır. Bu daha çok kaymaktan yapılan mısır unu ve kaymağın yağ kusturulması ile kıymetlenen 
yayla kuymağıdır.

Yanında da bolca mısır ekmeği ve yoğurt! "Şaşort" köyden gelecekleri birkaç gün önceden bildiği için yoğurt ve mısır ekmeğini, kuymak yapacak kaymağı taze olarak özenle çoktan hazırlamıştır!




Çocukların en çok sevdiği peynir tavalama, bizde ki adı "moğrakul". Ya da sıcak mısır ekmeği ile taze tereyağın karıştırılarak yapılan "çimor". "Çimor"un en kıymetli yeri mısır ekmeğinin kızarmış çıtır kabuklarıdır.

Özellikle çocukların tüm istekleri nineleri tarafından bir tamam karşılanır. Yayla evine gelen meraklı komşu kadınlar çocuklar asla giderken boş gönderilmez. Köyden getirilen meyvelerden sebzelerden onlara da verilir. Bunlar kiraz, üzüm, yaz armudu, yaz elması, salatalık, biber ya da domatestir.

Yemekten sonra bir araya gelinerek yapılacak işler sıraya konur. Bu işlerin sonunda yaylaların orta yerindeki açıklıkta, "sanağiro"da büyük bir ateş yakılır, sabaha kadar yol yorgunluğuna bakılmadan tulum ya da akordion eşliğinde oynanır. Yaylaya yakın geniş bir alanda çocukların ve de delikanlıların unutulmaz eğlencesi "oncuvara" kurulur. Buna binmek de herkesin harcı değildir aslında.

İşte böyle yorgun köylüler yorgun hayvanlarıyla yaylaya çıkar. Harman zamanı çok yorulan tüm atlar yayla mevsiminin sonuna kadar özgür kalmaları için meraya bırakılır. Onlar artık gece gündüz arazide kalırlar. Buna hayvanların "güzlegini alması" denir. Kısaca bu törende onlar da unutulmaz.



Ocak başında fısıltıyla köydeki kim evlendi kim ne yaptı özel haberler, aile durumları ve köy dedikoduları yapıldıktan sonra küçük bir uyku da çekilir.

Akşama doğru otlaktan gelecek inekler düveler merakla beklenir. İnekler sislerin arasından kulaklarını açarak evdeki bu yeni misafiri merakla izler, kimisi tanır. Hepsinin tüyleri değişmiş, büyümüş, beslenmiş, yağmurdan, "susğuna" denen sis(duman) neminden yıkanıp parlamış güzelleşmişlerdir. Hasretle sevilir okşanırlar. Danalar ise daha yakın otlakta güvende otladıkları için çoktan gelmiş, ne kadar büyüdüklerine şaşılarak elle ekmek verilmiş, sevilmişlerdir.

Şaşort yaylanın alt katındaki ahıra inip kendi işine yönelir. Sütünü sağar. Evin içi, bin bir çiçekten otlanarak yapılmış taze iştah açıcı süt kokusuyla dolar.


38 yıl köye muhtarlık yapmış değerli insan Nebi Sayın

Sabah erken kalkılır, iki ya da üç kişi, alınacak olan koç ya da koyunlar için yönlendirilir. Tepenin zirvesinden aşağı gelmelerine izin verilmeyen "Berta köylü" ya da köyün koyun sürüsünden alınan koç ya da koyunun mesire yeri "Samalav"a götürmeleri söylenir. Kahvaltı yapıldıktan sonra öncelikle kesip hazırlayıp kavurma yapacak olanlar ile birlikte erkekler ve yanında "morbetler"i mesire yerine gider.

Giderken kazan, tava, bıçak, tabak, bardak, kaşık, kepçe gibi mutfak aletleri ile nacak, kilim, post gibi eşyaları da almak esastır.

Varılan mesire alanında (Ormanla açık otlak yerin sınırıdır burası. Mutlaka soğuk suyun aktığı bir uzun oluk yanıdır) kurumuş ağaçlar kesilir, dalları toplanır, ateş yakılır. Konuşmalar, bağırıp çağırarak yüksek sesle zevkle, bir özgürlük havasında yapılır. 

Koyunlar kesilip ayaklarından şişirilerek tulum şeklinde soyulur, temizlenip parçalanır. Burada postun zarar görmemesi esastır. İleriki yıllarda yine buraya evden getirilip oturulacak post olacaktır muhtemelen.  Deri orada bulunan yaşlı dedelerden birine verilir.

Et tüm malzemesi ile hazırlanıp kazanlara konur kavurma olarak. Çocuklar bunu bekleyemez. Onlara da yumuşak etlerden köz üzerinde "çuvadi" yapılır acele tarafından. Etlerin pişmesine yakın yayla yönünden yaşlılar, dedaberler, şaşortiler, gelinler, kızlardan oluşan kadınlar ordusu, tüm herkes gelir.

Birlikte etin yanına hazırlanan her şey ortaya konur ve bu işin başında ki hatırlı kişi nezaretinde en yaşlıdan başlayarak servise devam edilir.

Yaşlılar, kadınlar, çocuklar... Bizim kültürde haremlik selamlık uygulaması olmadığından yemek masaları ayrılmaz. O masalarda aynı zamanda içki de alınır. Bu yadırganmaz.



İçkiler köyde, bir önceki yıldan güzün soğuk suyun başında özel damıtma mekanizmasıyla yapılıp tavan arasında saklanan "cançur" eriğinden yapılmış, köye özgü (komşu köyler -İrsa, Kuvarshan, Sinkot ve daha uzaktakileri nedense bu içkiyi imal edemez) adıyla anılan boğma "Beşağıl" rakısıdır. Müzik eşliğinde şarkılar söylenir beraberce. Birlikte yenen içilen yemeğin sonunda hep beraber oyunlar oynanır. Boş rakı şişeleri uygun hedef yerlerine konarak sıra ile ateş edilir. Burada bahisler de konur. Bu belli bir saate kadar sürer. Meradan gelecek hayvanlar için şaşortlar beklemeden ayrılırlar. Burada kalmanın sınırı yoktur. Herkes bir yılın yorgunluğunu bu an burada atar, sanki bu an için çalışmış çabalamışlar gibidir ve mayışırlar, çimenlere, dedelerinin, dedelerinin de dedesinin muhtemelen yaslandığı büyük yaşlı kutsal "soçi" ağaçlarının dibine, kumarların arasına uzanırlar.  

Akşam yaylaların ortasında bulunan boş alan "Sanağiro"da kocaman bir ateş yakılır. Bu ateş yanadursun asıl yapılan ama şimdilerde unutulmuş bir geleneğin hazırlıkları vardır. Kadın kılığına girmiş 3-4 erkek ve onları idare eden bir kaç adam. Amacı orada bulunanları eğlendirmek. Erkekler başlarında postlardan yapılmış başlıklar, sırtlarında minder bulunur. Bu dayak esnasında canlarının yanmaması içindir. Yüzleri isle boyalı, yünden sakalları ve devasa bıyıkları velhasıl ilginç görünümleri ile ilk zamanlar çocukların ilgi odağındadırlar. Bu erkeklerin ana amacı kadın kılığına girmiş yörede adı PATE olan kadınlara sahip çıkmaktır.  Bu pateler gayet alımlı bir o kadar da herkese inanacak tipte saf kişiler. Pateleri kaçıranlar onlara refakat edenler tarafından asla acıtmayan "bedevra"dan (hartama)  yapılmış sopalarla dövülür. Sopalar sadece işin görsel tarafıdır. Grup geniş bir katılımla her evin önüne gidip oyunlar oynayarak şaşortilerden yağ, peynir, kaymak, mısır unu artık ne var ise toplarlar. Vermekle zorunludurlar. Vermeyen çeşitli cezalara çarptırılabilir.

Eğlence bu şekilde oyunlar oynayarak yiyecek toplayarak "Sanağiro"ya kadar devam eder. Burada geniş katılımlı horon sabaha kadar devam eder. Toplanan malzemelerden bizde adı "haviç" olan bir diğer adı mısır unu yoğurt karışımı yayla kuymağı olan yiyecek yapılır, birlikte yenir. Maalesef bu gelenek yok olmuş gitmiş.



Diğer günlerde ise yaylada tamirat işi olan ya da bedevra (hartama) soymak, odun gibi çok fazla kişi ile yapılması zorunlu işleri olanlara yardım edilir. Kış boyu s
oba ocak tutuşturmak için ormanda toplanması gereken çıraya gidilir gruplar halinde.

Kısaca yaylanın tüm ihtiyaçları hane sahipleri tarafından karşılanır. Kadınlar grup grup yayla pancarı ve çay toplamaya giderler.

Ayrıca yine iyi dileklerde bulunmak, hayatta olmasını istedikleri şeye ulaşmak için "Zegli" dediğimiz kendilerince kutsal -belki eski meçhul bir şehit mezarı yeri-  kabul ettikleri yere giderler. Dileklerini tutarlar. Burası bir nevi ruhen rahatlama yeridir.

Dönüşte romatizma, sedef gibi hastalıklara iyi geldiğini düşündükleri iki üç tepenin kesiştiği yerde birden bir mucize gibi sislerin arasğından  insanın önüne çıkan "Karagöl"e girerler.

Bunun devamı ise, kapı kapı gezerek kararlaştırdıkları bir gün, komşu "Bagin" ormanında bulunan "Tamara"nın çermiğine (doğal sıcak su akan yaban ormanın arasında ilkel hamam) gitmektir.

Buradan dönerken büyük ıhlamur ağaçlarına çıkarak, ıhlamur toplamak adettendir. Bu ağaçlarda çoğunlukla yabancı köylülerin koyduğu kara kovanlar vardır. Kimse genellikle ellemez. Ama arka kapağını açmayı başarıp bal alanlara da kimse hırsız gözüyle bakmaz.

Ayrıca çermikten "dedaberler"in pek sevdiği beyaz fırın ekmeği, helva getirmek son zamanlarda bizlerde gelenek haline gelmiştir.

Tüm hayvanlara, özellikle üç aylığına tutulmuş ve parasını köye inildiğinde muhtar salması gibi kapı kapı gezerek toplayacak bir çobanın eşliğinde, 
yayla evindeki ineklerden uzakta öküzlerin tosunların ayrı yattığı "öküzyatağı"na gidilerek onlara kaya tuzu verilerek tuz ihtiyaçları giderilir.


Olası soğuk yağışlı bir hava durumunda küçük buzağıların, sonradan doğum yapmış ya da yapacak ineklerin ihtiyacı için ormandan bolca "leki"ağacı yaprağı "çinav" yaprağı getirilir.

Kısaca bu "Yarı dağ" (Mariyoba) töreninde hiç bir canlı ve de hiç bir gelenek unutulmaz.  

Ömer Kamil Sayın
GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM