Köleleştiren ahlak / Haydar Uzunyayla
Hiçbir ahlaki düzen, övgümüzü hak edecek kadar temiz değildir.
Her ahlaki yapı boy verdiği coğrafyadaki baskın gücün izlerini taşır. Başka bir söylemle, ahlak kurallarının belirleyicisi güç ve otoritedir. Bu gerçek binlerce yıl önce de böyleydi, bugün ve bugünden sonra da böyle olmaya devam edecek gibi görünüyor. Dolayısıyla söz konusu yapı herkes için eşit ve anlaşılır olmaktan öteye, belli bir güç odağının çıkarlarını yasallaştırmak işlevini üstlenir. Diktatör ahlakı diktatörün, peygamber ahlakı peygamberin, sömürü ahlakı sömürenin çıkarını meşrulaştırır… Geride kalan büyük yığınların payına ise -yani bize- baskın gücün kurallarına uymakla anlam bulan Bağımlı Ahlakı veya “Köle Ahlakı” ile yaşamak düşer… İLERLEME ve GÜNAH Tarihe, uygarlıklara ve kültürlere baktığımızda ahlaki dizgeler en çok güçsüzlerin ve zayıfların başvuru noktası olmuştur… Söz konusu dizgelerle kendilerini engelleyerek hareket edemez konuma getirmişlerdir. Oysa ilerlemek için günah işlemek gerekiyor… İnsan ancak günah işleyerek, hareket ederek özgürlüğe varabilir… Ancak hareket ederek içine hapsolduğu kurallardan kurtulabilir… Donmuş topraktan ürün alınmaz… Kendi sesiyle bağırmayı, kendi şarkısını söylemeyi beceremeyen insan sessizlikten kurtulamaz.
Bağımlı olma kültürü veya köle ahlakı, birden fazla nedenden oluşur… Sözgelimi dünyanın herhangi bir ikliminde -özellikle Ortadoğu’da yaşıyorsanız- kurallara ve kurgulara uymak zorundasınız… Diktatörlere, onların uzantıları bürokratik, politik ve militarist gücün kültürel ezberlerine karşı durmak cezalandırılma nedenidir. Buralarda geleneklere, ahlaki değerlere, kör saygıya, sürünün üyesi olmaya kutsiyet atfedilir ve böyle olunca toplumun geniş kesimleri çaresizliğe sürüklenmemek, yalnız ve aç kalmamak, yaşam hakkından olmamak adına gönüllü köleliği ya da kulluğu yaygınlaştırır.
Çünkü insan korkunun esiridir… Korkudan korkma, güce boyun eğme gibi garip bir evrime tabi tutulmuştur ve sorunun bir yanında bu engel varken, diğer taraftan daha vahim bir engelle karşılaşıyoruz: Birey, “İyi insan, iyi yurttaş” olmak için karşı durmayı, isyan etmeyi bir tür ayıp, bir tür günah sayarak, kendini kendi eliyle akıl ve yeteneklerinden uzaklaştırır. İşte bu insanın düşkünlük halidir… Özgürlük hakkını devretme halidir… İşin acı tarafı, tarafların ikisi de birbirlerini karşılıklı besleyerek kaynaşırlar… Otorite; tehdit ve sindirmeyi, ulusal güvenliği, milli manevi değerleri; gizli ya da açık gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin bol keseden vaatleri ve cehaleti sürekli canlı tutarken, yönetilenler ise söz dinleyerek, uysallık ve itaat geliştirerek, ‘bir şey olana!..’ saygı ve övgüler dizerek birlikte yola devam ederler.
Bizim en büyük kusurumuz, varoluşumuzun anlamını yitirmiş olmamızdır… Eğer anlamsız, aciz, zayıf ve kayıtsız görünür olmasaydık, gücün ve otoritenin tortularından başka bir şey olmayan yaptırımlara boyun eğmezdik…
Tortular üzerinden geleceğimizi inşa edemeyiz. Bırakalım mevcut sistemler çöksünler… Bu bir kayıp olmayacaktır; bana inanın!.. İnsan, bütün olasılıkların çözümünü içinde taşıyan yaratıcı tek varlıktır ve her defasında yeni ufuklar keşfedecektir.
Haydar Uzunyayla
Gercekedebiyat.com