Enver Gökçe üzerine
40’lı yıllar Türkiye’de egemen baskıcı anlayışa karşı demokrasi, insan hakları, özgürlük, barış gibi dönem içerisinde dillendirilmesi hiç de kolay olmayan değerlerin ardına düşüldüğü, bunların savunusunun yapıldığı yıllardır. Ve bunu yapanlar ne yazık ki büyük bedel ödemişlerdir. Tıpkı Enver Gökçe gibi… Bedel ödeyenlerin başlarına gelenler sadece fiziksel olarak kendilerinin yaşadığı tutuklanmalar, işkenceler, sürgünler, işsiz bırakılmalar değil, edebiyat çalışmalarını istedikleri özgür ortamda haklarının gasp edilmesi, Gökçe’nin şiirlerinin başına geldiği gibi yarattıklarının da hoyratça yok edilmesidir. Tıpkı Gökçe’nin Yeryüzü Dergisi’nin 15 Kasım 1951’de yayımlanan 3.sayısında imzasız olarak yer alan yazısında dile getirdiği gibi: “…Her şeye rağmen genç Türk şairleri inkılapçı bir sanat anlayışına varmışlardır. Şiir gökten yere inmiş, sokağa ‘agor’a çıkmıştır. Günlük hayat, müşahhas olan hayat, sosyal hayat, ızdırap hayatı, ümit bağlanan şeylerin hayatı genç şairlerimizin yeni ilham kaynaklarıdır. Genç şairlerimizin çoğu, halkçı, demokratik bir muhteva ile beraber yeni bir estetik de kurmuşlardır.” Yazgısını Enver Gökçe ile paylaşmış toplumcu 40 kuşağı şairlerinin (Rıfat Ilgaz, A.Kadir, Ahmed Arif, Nail V., İlhami Bekir Tez, Cahit Irgat, Arif Damar, Vedat Türkali, Mehmet Kemal, Fethi Giray, Niyazi Akıncıoğlu, Hasan İzzettin Dinamo, Ömer Faruk Toprak, Suphi Taşan, Şükran Kurdakul) önemli bir bölümü tek tek ele alındıklarında, biçim ve biçem bakımından her biri kendi şiir anlayışlarını; edebiyatın diğer türlerinde yazdıklarıyla da kendi yazınsal yapılarını oluşturmuş kişiler olarak anılmayı hak etmişlerdir. Halk şiirinin düz, lirik söyleyiş özelliklerinden, yerel dil kalıplarından yararlanan Enver Gökçe, 1940’lı yıllar Türkiye’sinin siyasal ve toplumsal atmosferini gerçekçi bir gözlem ve toplumcu bir duyarlılıkla şiirine taşımıştır. “Köylülerime” başlığını taşıyan ilk şiiri; 1940’lı yıllarda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Behice Boran, Muzaffer Şerif Başoğlu, Niyazi Berkes ve Pertev Naili Boratav’ın birlikte çıkardıkları Yurt ve Dünya dergisinin Mayıs 1943 tarihli 29.sayısında yer almıştı. “Anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar. Kan kardeşiz, sizlere kanım kaynıyor. Sizlerle beraber herk ettik toprağı, Beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık Ve maniler yaktık hasret için; Gülemediysek de boş verdik beraber... Halay mı çekmedik kol kola, Horon mu tepmedik diz dize, Cepken mi vermedik rüzgâra? Koyun koyuna yattık toprak duvarlarda Sıtmayla, sığırla, davarlarla... Daha da yatarız dostlarım daha da... Gün gelirse eğer Halay çeker, türkü söyler gibi yan yana Mavzer mavzere verip de Düşmana kurşun da atarız. Sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana...” Dünyada kapitalist ve komünist bloklarda ikinci paylaşım savaşı sürerken, savaşa katılmamış olan Türkiye’de ise, ırkçı milliyetçilerin gündemden düşürmedikleri “komünizm” korkusuyla faşizm rüzgârı olanca şiddetiyle esiyordu. Özgürlük ve barıştan yana olanlar bir bir tutuklanmış, hücrelerinde çürümeye terkedilmişlerdi. Enver Gökçe 1953 yılında Sansaryan Han’ın üç numaralı hücresinde duvara şunları yazmıştı: “Yüce dağ başında bir koca kartal Açmış kanadını dünyayı örter Bazı yiğit vardır ölümden korkar Ben korkmam ölümden er geç yolumdur.” Gökçe’nin şiiri, kendisinin de düşünsel olarak yaslandığı toplumun cahil bırakılmış, ezilmiş, dışlanmış kesimlerine sesleniyordu. Bu açıdan öncü bir şairdi. Enver Gökçe, Anadolu’nun herhangi bir kasabası olmaktan folkloruyla, otantik türküleriyle ayrılan Eğin’in (Erzincan) Çit köyünde 1920 yılında dünyaya geldi. Sekiz yaşında ailesi Erzincan’dan Ankara’ya göç edince ilkokulu, ortaokulu, liseyi Başkent’te okudu. Yükseköğrenimine Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Türkoloji bölümünde devam etti. Edebiyatla ilgisi bu dönemde yoğunlaştı. Türk halkbiliminin isimlerinden İlhan Başgöz sınıf ve yol arkadaşıydı. O yıllarda sanat-edebiyat ortamıyla tanıştı. Halkevlerinin yayını Ülkü dergisinde düzeltmen olarak çalıştı. Sonraları Sefer Aydıntekin’le Ant dergisini çıkardı. İlk sayısı 15 Mart 1945’te, son sayısı ise 1 Ağustos 1945’te çıkan her biri iki yaprak ve toplamda on sayı yayımlanan Ant dergisinin küçümsenmeyecek bir işlevi vardı. Ant’taki demokratik ilkelerin oluşturduğu zeminle 1946’da Türkiye Gençler Derneği kuruldu. Dernek, her kesimden anti-faşist ve demokratik düşünceli insanları bir araya getirmeyi amaçlıyordu. Irkçı-Turancı saldırıların başladığı o yıllarda Enver Gökçe’nin “Fakültenin Önü” şiiri atmosferi yansıtıyordu: “Fakültenin yanı demirden köprü Fakültenin önü bir sıra kavaktı Biz bir garip yiğit kişiydik Bütün hürriyetler bizden uzaktı. Faşistler camlara yürüdüler Kürsüleri kırdılar, höykürdüler Tığ teber şahı merdan ‘Tanrı Dağı kadar Türktü bunlar Hıra Dağı kadar Müslüman’ Ve de kanlı bıçaklı düşman// … Gökler ışıyordu yer yer Ortalık ala şafaktı.” Denizciler Caddesi’ndeki Türkiye Gençler Derneği militanlar tarafından basıldı; camları kırıldı, kitapları parçalandı, dernek üyeleri dövüldü. Enver Gökçe’nin de aralarında bulunduğu sekiz kişi, komünizm propagandası yaptıkları savıyla, üç ay cezaevinde tutuldular. Sinsi ve korkutucu bir tezgâh devriydi. Doğruları söylemekten kaçınmayan aydın, şair, sanatçı ve bilim insanları bu tezgâhın içerisine çekilerek sürgüne, kıyıma ve yoksulluğa kurban edildiler. Gökçe 1951-1957 yılları arasında yedi yıl Adana cezaevinde tutuklu kaldı. Adana’dan sonra Çorum’un Sungurlu kasabasına sürgün edildi. Neden sonra sürgünün bir kısmı da Ankara’da geçti. Çeşitli gazetelerde çalıştı. 1970’li yıllarda bir süre doğduğu köyde yaşadı. 1977’de tedavi amacıyla Bulgaristan’a gitti. Ardından Ankara’ya yerleşti. Çeşitli dergilerde çok sayıda yazısı yayımlandı. Pablo Neruda’dan çeviriler yaptı (1961). “Dost Dost İlle Kavga” kitabı 1973’de, Panzerler Üstümüze Kalkar 1977’de yayımlandı. “Şiirler” ise ölümünden sonra yayımlandı. Şair-yazar Mehmet Kemal, “Enver çok güzel türkü söylerdi. Yanık bir sesi vardı. Şarap içerken, ona türkü çığırtırdık,” diyor. Günler günleri, yıllar yılları izledi… “Senin emekçinin olaydım Şen olası türküsü Dost kokusu, dost selamı Türkiye” demişti. Demesine demişti de Türkiye ona dost selamı verir miydi? “Enver’den kötü haberler geliyordu. Yürüyemiyormuş, pantolonunu çekemiyormuş… Dostlarının çoğu aramaz olmuşlar. Yazamıyor, okuyamıyor, iş göremiyormuş… Enver’in odasına varıyoruz. Enver bir yer yatağına bağdaş kurup oturmuş. Geceyi gene uykusuz geçirmiş olmalı. Kucaklaşıp ağlaşıyoruz. Enver sandığımdan da kötü, elleri titriyor, ayağa kalkamıyor, kalksa da duramıyor. Enver bitmiş…” (İlhan Başgöz, 2017:151). Öyle de oldu. 19 Kasım 1981 günü Ankara’da Seyranbağları Huzurevi’nde aramızdan ayrıldığında 61 yaşındaydı. Binlerce insan, adlarını bildiğimiz, bilmediğimiz; genç üniversite öğrencileri, işçiler, emekçiler, gazeteciler, yazarlar, şairler, sanatçılar, bilim insanları, hepsi daha özgür, daha eşit, daha adil, daha aydınlık bir Türkiye için 1940 karanlığında tutuklandılar, işkence gördüler, hücrelerde çürüdüler... Aydınına, sanatçısına, düşünürüne sırf siyasi görüşlerinden dolayı bu kadar zalimce davranılan bir başka ülke var mıdır, bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var, o da bu insanlık dramının, bu insanlık utancının vicdanlarda hep bir kara leke olarak kalacağıdır... Bu dünyada senden esirgenen ışıklar sonsuz uykunda yanında olsun koca şair... Ps. Metin Turan, Enver Gökçe, Ürün Yayınları, Ankara, 2022 / İlhan Başgöz, Gemerek Nire Bloomington Nire Hayat Hikayem, T. İş Bankası Yayınları, 2017 / Mehmet Kemal, Acılı Kuşak, De Yayınevi, 1996, kitaplarından yararlanılmıştır. Selim Esen
Gerçekedebiyat.com