Soğuk Savaş’ın 'Kültür Cephesi' / Mehmet Tanju Akad
CIA Avrupa’nın entelektüellerini yönlendirirken, basın-yayın kurumlarını ve sivil toplum örgütlerini de denetim altına almıştı...
Küçüklü büyüklü her kurum kendi efsanelerini yaratır. Yaygın olarak bilinen şekliyle Avrupa Birliği’nin tarihi de büyük bürokrat, konyak taciri ve vizyoner Jean Monet ile Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın Almanya ile uzlaşmaya karar vererek ileride Roma Antlaşması ile AET’ye ve sonra da AB’ye dönüşecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’ni kurma girişimleriyle başlatılır. Aslında olayların perde arkası farklıdır ve çoğu da zamanla gizliliğini yitirmiştir ama çeşitli nedenlerle fazla gündeme gelmez. Sanki Jean Monet’in Ford Vakfı aracılığı ile CIA’dan para aldığı hiç de önemli bir husus değildir. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN OLUŞUMUNDA ESAS ROLÜ SAM AMCA OYNADI... Keza R. Schuman ve Paul H. Spaak’ın Amerikalı sponsorlarından aldıkları fonlar da işin özünü değiştirmemiştir. Olaylar çok daha büyük bir planın parçası olarak gelişmiştir. Soğuk Savaş aslında İkinci Dünya Savaşı sone ermeden başlamıştı. Hem ABD hem de SSCB için ilk hedef Avrupa idi. İngiltere Almanya’nın en kısa sürede yenilmesi için dar bir cepheden Ruhr’a girilmesini savunurken, Ruslar da Balkanları ve Doğu Avrupa’yı ele geçirinceye kadar Berlin’e son hücumlarını ertelediler. ABD ise bir yandan dünyanın geri kalanında komünizmin gelişmesini klasik sömürgeciliği yenisine dönüştürerek önlemek isterken, Avrupa’da komünistleri kendi oyunlarıyla vurmayı düşünüyordu: Bu, “Yeniden İnşa” sürecine hakim olma planıydı. 1945 başlarından itibaren Avrupa komünistleri tüm ülkelerde “yeniden inşa” başlıklı afişlerle kamuoyunu kazanma kampanyalarına başlarken ABD onları etkisizleştirmenin yollarını geliştirmişti. Batıdaki Müttefik İşgal Komutanlıkları gıda ve malzeme yardımlarını komünistlere karşı olan grupların eliyle yaparak onları devre dışı bırakırken en iyi Amerikan üniversitelerinden toplanmış uzmanlardan oluşan OSS grupları da Avrupa kentlerine yerleşiyordu. Bunlar kamuoyunu oluşturan önderleri, sendikaları ve basın kuruluşlarını yönlendirerek işlerini yürütmeye başladılar. SOĞUK SAVAŞ Bu arada İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika’nın gizli operasyonları için kurulan OSS (Office of Strategic Services) çoğu kadrolarıyla birlikte CIA’ye dönüştürülmekteydi. Amerikalılar soğuk savaşı çok yönlü bir mücadele olarak kavrayıp ona göre tedbirler geliştirdiler. Bunlardan birincisi Alman Genelkurmayında Doğu ülkelerindeki istihbarat ve operasyonlardan sorumlu olan General Reinhard Gehlen’in örgütünü tekrar faal hale getirmeleriydi. Gehlen’in “Fremde Heere Ost” (Yabancı Doğu Orduları) tarafından oluşturulan birimler çoğunlukla Almanlar tarafında savaşan Doğu Avrupa faşistlerinden oluşuyordu. Ukrayna’da oluşturulan ve Vatikan tarafından takdis edilen SS Galiçya Tümeni, Romanyalı faşistlerin oluşturduğu Demir Muhafızlar, Letonyalı Vangis birlikleri, Hırvat Ustaşiler bunların açık kanadıydı.
General Reinhard Gehlen Bir de sabotaj ve yıkıcı faaliyetlerde uzmanlaşmış olan gizli grupları vardı. Gehlen savaştan hemen sonra Virginiya’da Fort Hunt garnizonunda on ay boyunca bunları Amerikalılara çok başarılı bir şekilde sattı ve tekrar örgütünün başına geçti. Bir yandan Amerikalılara Ruslarla ilgili abartılı bilgiler gönderirken, diğer yandan da Amerikalılardan aldığı büyük fonları Nazi savaş suçlularını Güney Amerika’ya kaçırmak veya bunları dolgun maaşla istihdam etmek için kullanıyordu. Gehlen çok sonraları yayınlanan hatıralarında Türkiye’ye geldiğini ve eski Yugoslavya’da Nazi’lere yardım ettiği için gıyabında idama mahkum edilen bir kişinin misafiri olduğunu açıkça ifade etmektedir. Amerikan denetimi altındaki bu örgütün Bologna Garı’ndaki büyük katliam dahil birçok terör olayını gerçekleştiren İtalyan Gladiyo’su ve P2 locası ile de irtibatı vardır. SOĞUK SAVAŞ ve KÜLTÜR Ne var ki Amerikalılar soğuk savaşın sadece gizli ve kirli işlerle yürütülemeyeceğini biliyorlardı. Basın önem verdikleri bir alandı. Örneğin Batı Almanya’da anti-komünist yayınlarıyla ünlü dev basın tröstünü kuran Alex Springer, bu işe 1950’lerin başında Amerikalılardan aldığı 7 milyon dolar ile başlamıştı ki, bu, bugün için 100 milyon doların çok üzerinde bir alım gücünü ifade eder. CIA herhangi bir anda, her yabancı başkentte en az bir gazeteyi denetlediğini ifade etmiştir. Amerikan parası basından üniversitelere, kiliselerden yetimhanelere kadar her alana gidiyordu.
1948 yılında, Şubat ayında Sovyet işgal bölgesinde komünistlerin hükümet darbesinden birkaç ay sonra Paris’te liberal eğilimli sanatçı ve bilim adamlarının katıldığı bir toplantı düzenlendi. Ancak Paris o günlerde CIA’nın istediği sesi getirecek ortama sahip değildi. 1949 yılında New York’ta barış taraftarlarının gerçekleştirdiği ve SSCB’nin desteklediği barış kongresi önemli olaylara sahne oldu. Aaron Copland, Lillian Hellman, Arthur Miller ve genç Norman Mailer gibi desteklere sahip olan bu kongre savaş kışkırtıcılığını kınayacaktı. Bu girişim derhal anti-komünist gruplar tarafından baskı altına alındı ve karşı bir toplantı yapıldı. Basının ilgisi karşı gruplara yönlendirildi. Alternatif toplantılarda hem Rus komünizmine hem de faşizme karşı olan ılımlı sosyalistlerin büyük bir inisiyatif ve çaba göstermesi anlamlıydı. Bunların başını da sosyalist bir felsefe profesörü olan Sidney Hook çekiyordu. Bu olay CIA’nın yeni politikasının oluşmasında bir dönüm noktası oldu: Komünist olmayan solcular belli bir kontrol altına alınarak desteklenecek ve yönlendirilecekti. Soğuk Savaş’ın kültür cephesi giderek şekillenmeye başlamıştı! 1950 Haziran’ında Rusların ablukaya aldığı ve aylarca sadece Amerikan Hava Köprüsü ile beslenen Batı Berlin’de yeni bir kongre düzenlendi. “Özgürlük” adına yapılan bu toplantı için daha iyi bir dekor bulunamazdı. John Dewey, Bertrand Russel, Benedetto Groce, Karl Jaspers gibi ünlü simalar bu toplantıya destek verdiler. Batı Almanya’da saklanmakta olan romancı Theodor Pliever Ruslar veya Doğu Almanlar tarafından kaçırılma tehlikesine rağmen bu toplantıya katıldı (o günlerde Berlin duvarı henüz yapılmamıştı). Komünistlerle ilişkisi eskiye dayanan Arethur Koestler burada onlara açıkça cephe alınmasını savunurken Ignazio Silone ise komünistlerin silahını ellerinden almak için sosyal ve politik reformlar yapılmasını savunuyordu. Bu tartışma fikir özgürlüğünün kanıtı olarak kullanıldı. Keza bu toplantının Kuzey Kore’nin güneyi işgalinden sadece bir gün öncesine denk gelmesi de düzenleyenlerin çok işine yarayan bir tesadüf oldu. 1950 yılının diğer bir önemli gelişmesi de CIA tarafından Ford Vakfı aracılığı ile fonlanan “Congress of Cultural Freedom” (CCF) adlı kuruluşun faaliyete geçmesiydi. CIA bu kuruluş aracılığı ile uluslararası seminerler, konferanslar ve sanat sergileri düzenlerken, bölgesel programlar geliştiriyor, ayrıca kitaplar, gazeteler, dergiler ve filmleri destekliyordu. Bu faaliyetler gerçekten çok kapsamlıdır. 1951 yılında CCF George Orwell’in Animal Farm adlı totaliterizmi kınayan eserinin filme alınması için destek vermiş, ancak senaryoda bazı değişiklikler yaptırmayı da ihmal etmemişti. CIA ajanları Orwell’in 1984 adlı eserinin filmini de kendi ideolojik gereksinimlerine uyacak tadilatlardan geçireceklerdi. Bu arada Hannah Arend’in ve Koestler’in kitaplarından çok sayıda almış ve dağıtımını yapmıştı. Keza kuruluş Encounter, Partisan Review, Kenyon Review ve New Leader gibi yirmibeş kadar etkili dergiyi finanse etmişti. Bunların yazarları arasında ise M. Lasky, Isaiah Berlin, Stephen Spendler, Borges, Nobokov, Toynbee ve daha nice kişiler vardı. Avrupa’da ise R. Aron, A. Crosland, I. Silone, Koestler, Orwell ve B. Russel bu kuruluşun veya dergilerin faaliyetlerine birçok kez katılmışlardı. Hatta ve hatta CCF’nin o sıralarda iyice meşhur olan J. Pollock’ın abstre ekspresyonist çalışmalarını desteklediği ve bunları Sovyetler Birliği’nde sanatı en dar kalıplar içerisine sokarak mahvetmekte olan Jdanov’cu anlayışın “özgür” zıddı olarak öne çıkardığı bilinmektedir. Burada bir önemli not düşmek zorundayız. CCF tarafından desteklenen veya faaliyetlere katılan sanatçı, düşünür ve bilim adamlarının önemli bir bölümü bu kuruluşun CIA tarafından yönetildiğini bilmiyordu. Kimseden inanmadığı bir şey yazması veya imzalaması istenmiyordu. Ama sonuçta bir şekilde kullanılıyorlardı. Hatta ilginçtir, bu paraları alan Amerikalı solcuların ve liberallerin çoğu bundan birkaç yıl sonra komünist avcısı Senatör McCarty’nin hedefleri arasında yer alacaklardı. 'CCF' Avrupadakiler ise yine hedef olacaklardı ama onlar bu kez kendi ülkelerindeki komünistler tarafından itham edileceklerdi. Yine de, deşifre oluncaya kadar CCF Soğuk Savaş sırasında CIA’nin en etkili gizli operasyonu olarak değerlendirilmiştir. Misyonunu kısaca Avrupa entelijensiyasını Marksizm ve komünizmden uzaklaştırmak ve “Amerikan hayat tarzına ve bakışına yakınlaştırmak” olarak belirlemiş olan CCF, 35 ülkede yaygın faaliyet yürütürken 1967 yılında deşifre oldu ve lağvedildi. Desteklediği dergiler kapandı. Bu dergilerde ve gazetelerde yer alan bazı kişiler ciddi bir utanç duydular. Ne var ki CIA artık bu tarihe kadar MIT, Harvard ve Columbia başta olmak üzere üniversitelerdeki araştırma merkezleri ile büyük mevziler kazanmıştı ve bunlar devam etti. Keza CCF ve diğer faaliyetleri finanse etmiş olan Ford, Carnegie ve Rockefeller vakıfları da çalışmalarını sürdürdüler. Esasen artık Avrupa’nın inşa süreci tamamlanmış ve olayların kritik safhaları geride bırakılmıştı. 1947-48 yıllarına geri dönelim. ABD’nin Avrupa Birliği konusundaki en önemli adımları bu dönemde atılmıştı. 1947’de Marshall Planı ile Avrupa’nın ayağa kaldırılması için çalışmalar başlatılmış ve yardımların dağıtılması için merkezi Paris’te olan OEEC (Organisation for European Economic Cooperation) örgütü oluşturulmuştu. 1961 yılında ABD ve Kanada’nın katılımıyla OECD’ye dönüşecek olan bu kurum 1948’den itibaren Avrupa ülkeleri arasındaki işbirliğinin ilk ciddi temellerini atmış, Avrupa Kömür ve Çelik Birliği bundan sonra, ve buna dayanarak gelişmiştir. Avrupa ülkeleri arasındaki barış ve işbirliği Amerika’nın dağıttığı 28 milyar dolar ile mümkün olabilmişti ki, bunun günümüzdeki değerinin çeyrek trilyonun üzerinde olduğunu düşünmek gerekir. ABD’nin Avrupa Birliği yolundaki diğer çok önemli adımı 1948 yılında New York’ta kurulan American Committee for a United Europe (ACUE) adlı oluşumdur. Bu kuruluşun ilk başkanı o günlerde serbest avukatlık yapan eski general, William J. Donovan idi ve bu kişi savaş boyunca OSS’in başkanlığını yürütmüştü. Bu bir tesadüf olabilir denirse, OSS’in yerine geçen CIA’nin ilk direktörü Beddel Smith ile ikinci direktörü olan A. Dulles’ın da Birleşik Avrupa Komitesi’nin kurucuları arasında olduğunu eklemek gerekir. Kaldı ki, eski başkanlardan H. Hoover’dan William Fullbright’a kadar Amerikan politika ve finans dünyasının birçok önemli şahsiyeti Avrupa Birliği’nin kurulması için canla başla bu kuruluşta görev almaya koşmuşlardı. Ve Avrupa’nın birlik yolunda attığı bütün adımların bundan sonra somutlaşması ve Monet ile Schuman dahil, vizyoner olarak sunulan tüm Avrupalıların bu kurum ve vakıflardan aldıkları paralarla faaliyet göstermeleri, ilişkileri ve yönlendirmeyi çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Amerikalılar 'Birleşik Avrupa' hareketinin daha kalıcı hale gelmesi için bir yan kol olarak Avrupa Gençlik Kampanyası adında bir çalışma yürüttüler. Bunun önemli unsurlarından birsi CIA tarafından Leiden’de oluşturulan Uluslararası Talebe Konferansı adlı kurumdu. Bu çalışmaların amacı Avrupa’nın ilerideki liderlerini yetiştirmek ve uzun vadeli olmasını garantiye almaktı. Amerikalılar birleşik Avrupa çalışmalarında İngiltere’ye ayrı bir önem verdiler ve özellikle İngiliz İşçi Partisi’ni tamamen “ehlileştirme” politikasını başarıyla yürüttüler. O kadar ki, Tony Blair kabinesinde kilit görevlerde bulunan bakanların çoğu 1970’li yıllarda yine CIA tarafından oluşturulan “Labour Committee for Transatlantic Understanding” adlı kuruluşun tornasından geçirilmişlerdi. Ve işte bu nedenle İngiltere ABD’nin başta Irak olmak üzere bütün politikalarına kayıtsız şartsız katılmakta ve İşçi Partisi içindeki huzursuzluklar boş şikayetlerden öteye gitmemektedir. İngiltere tıpkı ABD gibi hemen hemen aynı politikalara sahip iki partili bir ülke haline getirilmiş, seçimlerin ülke politikalarında herhangi bir değişiklik yaratma olasılığı kaldırılmıştır. ABD’nin etkisi çoğu zaman sadece “dostça tavsiyeler” şeklinde ortaya çıkmış, ancak paraya alışmış olanlar, bunların nasıl yerine getirilmesi gerektiğini daha kolay anlamışlardır. Yine CIA denetiminde 1970’lerin sonuna kadar batı ülkelerinin haber ve kültür ortamlarında etkili olan Information Research Department adlı kuruluşun 1976’daki dağıtım listesinde 92 İngiliz gazetecisinin bulunduğu açığa çıkmıştı. CIA politikalarında basın ve entellektüellerin yanısıra sendikalar da her zaman önemli olmuştu. CIA ve büyük Amerikan şirketleri tarafından finanse edilen ve Amerikan Sendikalar Konfederasyonu AFL-CIO’nun uluslararası yan kuruluşu olarak faaliyet gösteren “American Institute for Free Labour Development” adlı kuruluş tüm diğer faaliyetleri destekleyen bir çalışma göstermiştir. Böylece birleşik bir Avrupa oluşturulması yolunda çalışmalar geliştirilirken, İngiltere de ABD’nin esas müttefiki olarak bu oluşumun içine itilmiştir. SAĞCI POLİTİKACILARIN ROLÜ CIA kamuoyu oluşturan kişi ve basın-yayın kurumlarını finanse eder, sendikaları kontrol altına almaya çalışırken kullandığı sivil toplum kuruluşlarını giderek çeşitlendirmiştir. ABD’nin bu derece baskıcı ve yönlendirici tutumu hiç kuşkusuz ki Avrupa’da tepki oluşturmakta gecikmemişse de bunlar kısa sürede etkisizleştirilmiştir.
Avrupa Hareketi’nin kıtadaki bazı yöneticileri 1950’lerde biraz insiyatif sahibi olabilmek için Avrupa’da fon yaratmaya kalkınca derhal kınanmış ve bu işten alıkonulmuştu. DeGaulle’in 1960’larda ABD karşıtı çıkışları bu çerçevede daha anlamlı bir şekilde değerlendirilebilir. CIA, Soğuk Savaş’ın kültür cephesinde sağcı politikacıları ve büyük mülk sahiplerini değil çoğu Rusya’daki komünizmden hayal kırıklığına uğramış olan ve komünist hareketi içinden bilen kişileri kullanmıştı. Hitler ve Stalin’in totaliter rejimlerinden dehşete düşen ve çözümü demokratik reformcu hareketlerde bulanlar gönüllü olarak bu hareketlere katılmışlar ama ne yazık ki batı sömürgeciliğine karşı aynı kararlılıkta bir tutum sergilememişlerdir. Aynı şekilde Avrupa Birliği de bugün ABD’nin dünya politikalarına karşı hiçbir alternatif çıkarmamaktadır. ABD’nin Avrupa siyaseti kendi açısından başarılı olmuştur. (Yazarın yirmi yıl önce Popüler Tarih dergisinde yayınlanmış bir makalesinden alınmış olup, kendisi tarafından gözden geçirilmiştir) GERCEKEDEBİYAT. COM
YORUMLAR