Son Dakika



Kurban Bayramı’nın ikinci sabahı, köy tellalının gür sesi sokakları dolanarak evlere çağrısız daldı. Akşam yenen yağlı etlerin ağırlığıyla tuhaf düşler görerek uyumakta olan köyü anında zıplatıp ayağa dikti: Pazar günü, bir tüccar gelecek ve kilosu şu kadardan kemik alacaktı! Fiyat en uykulu gözleri fal taşı gibi açacak yükseklikteydi. Kemik alımı, köy mezarlığının yanından pek de akamadan geçen derenin yatağında, geniş, düz ve kuru alanda yapılacaktı; toplanan kemikler oraya yığılmalıydı.

Yaşamın, zaman kavramını yok sayan bir ağırlıkla akıp gittiği köy o gün inanılmaz bir devingenliğe; gürültülü, çılgın bir yarışa sahne oldu. Birkaç dakika içinde, çocuğu anında büyüyen, yaşlısı gençleşen, hastası iyileşen, sakatı bastonsuz koşan, hamilesi doğumu erteleyen köylüler, kovanından boşalan arılar gibi kaynaşıp, hep bir ağızdan bağrışarak kemik avına girişmişlerdi bile. Herkes sokağın kendi kapısı önüne en uyanık çocuğunu bekçi dikiyor, komşusunun kapısı önündeki kemikleri kapmaya çalışarak ve bir gün önce değerini bilmeyip attığı kemiklere yazıklanarak bulduğu, gittikçe küçülen kemikleri çuvalına, sepetine, eteğine hatta koynuna dolduruyordu. Köpek ve kedileri sopalayıp tekmeleyerek, yemeye çalıştıkları kemikleri ağızlarından alan, toprağı eşeleyip köpeklerin sakladığı kemikleri gömü sevinciyle kapan, her tür hayvan leşinin kemiklerini inanılmaz bir hızla kokuşmuş etinden sıyırıp çuvalına atan, doldurduğu çuvalını sırtladığı gibi dere yatağında kendine ayırdığı bir yere yığıyor, kapısı önündeki sokak bekçiliğine artık gereksinme kalmayan uyanık çocuğunu bu kez kemik yığınının başına dikerek yeniden aramaya koyuluyordu.

Köylü seferber olmuş, gide gele dere yatağındaki kemik yığınlarını büyütmeye çalışırken, dereyi kuşbakışı gören bir zeytin ağacının gölgesinde, gülümsemeyerek onları izleyen biri vardı: Altındiş Fehmi.

Köyün içinde ve yakın çevresinde, kahvedeki tavla zarları dışında tek bir kemik kalmadığında güneş batıya yönelmiş, köylülerin ve kemik kümelerinin gölgeleri uzamaya başlamıştı. O saatte kemik avı birden bire acımasız bir hayvan kırımına dönüştü. “Salak tüccar”ın kemik alacağını duyururken “kurban kemiği” diye bir ayırım yapmadığını çakan bir uyanığa, taze kemiğin daha ağır çektiğini söyleyen bir başka sivri zekalı katkıda bulunduğunda birçok hayvanın kalemi kırılmıştı bile. Kesilen veya vurulan kedi ve köpeklerin kemikleri doldu çuvallara. Eti ve kemiğinin ederini toplayınca inanılmaz yükseklikte para getirdiğini anlayan bir başkası, inek, koyun, keçi ne varsa kesilmesine neden oldu. Bu arada atlar, katırlar, eşekler de gümbürtüye gitti. Kesecek hayvanı olmayıp tüfeği olanlar ise, kesilen hayvan etlerinden bir parça alarak yabani hayvan avı için dağların, ormanların yolunu tuttular. Akşam karanlığı çökerken tüfeği olmayan tuzakçılar izledi onları.

Bu çılgın yarış Fehmi’yi şaşırttığı ölçüde ürküten, beklenmedik bir gelişmeydi. Olay giderek amacını aşmış, iş çığırın-dan, gözünü para hırsı bürüyen köylüler insanlıktan çıkmışlardı. Yapabileceği bir şey de yoktu bu acımasız kırıma dur demek için.

Oysa tasarısının kötü bir yanı yok gibiydi. Tersine kendisi için eğlenceli, köylü içinse yararlı ve öğretici bir iş yapmış olacaktı. Akıl ettiği anda onu heyecanlandırmış, aynı zamanda acısını da öfkesini de dindirmişti parlak buluşu.

Bayramı sabahı Fehmi, diğer günlerin tersine ezanla uyanmış, yarı uyuklayarak camiye gitmişti. Bayram namazın-dan sonra herkesle bayramlaşmış, verdikleri karşılığın pek de sıcak olmamasını yadırgamamıştı. Ne olsa o, özellikle yaşlıların gözünde, namazla niyazla işi olmayan, yılın diğer günlerinde, helayı kullanma dışında caminin önünden geçmez, içki içer, kumar oynar “yaramaz adam”ın tekiydi.

Babasına kurban kesiminde yardım ettikten ve öğlen ye-meğini evde yedikten sonra bayramlıklarını giyinip kahvenin yolunu tutmuştu. Gömleği apak, takım elbisesi gıcır gıcır, kundurası ayna gibiydi. Görenlerin bıyık altından güldüklerini bile bile kravat da takmıştı.

Bir yandan demlenirken, rakısına kağıt oynamıştı arkadaşlarıyla. Her zamanki gibi geç saatlerde oyundan kalktılar, evlerine doğru dar, bol taşlı, vıcık vıcık kanlı çamura batmış bol kemikli sokaklara dağıldılar. Karanlığı öne uzattığı eliyle yararak ve ayaklarını sakınan bir yoklamadan sonra yere çekingen basarak ilerliyordu Fehmi. Sıçrayan taş ve kemiklerin kundurasından başlayarak çorabını, paçalarını, göllenip kokmuş çamurla sıvadığını biliyordu. Evinin avlu kapısına varmasına birkaç adım kalmışken oldu olan; ucuna bastığı bir kemik parçası, komando bıçağı gibi fırlayıp gözünü sıyırdı, alnına çarptıktan sonra gövdesinin üzerinden yuvarlanarak yere düştü. Canı fena halde yanmış, kabaran öfkesi bir sövgü dizisi şeklinde taşmıştı dudaklarından. Duyan eden olmuş muydu, bilmiyordu ama, duyulmasını, hatta köyde duymayan kalmamasını istediğini biliyordu. Sesini daha da yükseltti. Birkaç köpek havlaması dışında bir karşılık alamadı.

Ayna karşısında, alçak sesle sürdürdüğü sövgüler arasında kaşındaki yaranın çamurlu kanını ve takım elbisesinin kanlı çamurunu temizlerken düştü usuna o parlak fikir. Şafak sökmeden tellalı buldu. Eline bir onluk sıkıştırarak sokağa saldı.

Kemik kümeleri “tüccar hepsini alır mı” kuşkusu yaratacak büyüklüğe tırmanırken, sigarasını toprağa basıp söndürdü. Radyosunu, gazetesini toparladı, köyden kente uzanan toprak yolun başlangıcına yöneldi. Tellalın ağzından kaçırması durumunda hayvanların başına gelenlerin kendi başına geleceğinden kuşkusu
yoktu. Linç eder, yetinmeyip derisini yüzdükten sonra kemiklerini ayırır, o kümelerin en tepesine bayrak diye dikerlerdi.

Kente giden yola çıktığını birkaç çocuğun görmesi bile tedirgin olmasına yetmişti. Kaçtığı anlaşılmasın diye başta ağır, sonra koşar adımlarla uzaklaştı “cinayet mahalli”nden. Kentin asfalt yoluna ayak bastığında derin bir soluk aldı. İlk dolmuşa attı kendini. 

Dolmuştan son durakta ininceye dek nereye gidebileceği dı-şında bir düşüncesi yoktu. Bir süre çarşıya doğru amaçsızca yürüdü. Birden Belediye karşısındaki kahvehaneyi ve orada tanışıp ar-kadaş olduğu belediye memurunu anımsadı. Adımlarını hızlan-dırarak ve “inşallah oradadır” diyerek kahvehaneye daldı. Umduğu gibi oradaydı, iki kişiyle oturuyordu. Dördüncü sandalye onun için boş tutulmuş gibiydi. Yanındakilerin birini valilik memuru, diğerini belediyede şoför olarak tanıştırdı arkadaşı.

Olup bitenleri kısaca anlattı Fehmi. Uzunca bir süre kahkahalarla güldüler. “Gerçeği öğrenirlerse bu arkadaşınızın sonu kötü” dedi. Sırtına vurdu arkadaşı: “Merak etme, demokrasilerde çare tükenmez…” Sessizliğe gömülüp düşünceye daldılar kısa bir süre. “Buldum!” dedi valilik memuru. Ayrıntıları tartışıp tasarıyı tamam-ladılar. Kahkahalar arasında “çak” yaptılar, “parlak buluşlarını” akşam meyhanede kutlamaya karar verdiler. Tasarılarında, bek-lenmedik biçimde devreye girip onları şaşırtacak olan muhtara yer vermemişlerdi.

Ertesi sabah, üzeride “resmi hizmete mahsustur” yazılı bir “jeep”in köye doğru gelmekte olduğunu duyuran çocuk çığlıkları ortalığı çınlattı. Ardından tellalın cırtlak sesi: Fehmi’nin kılavuzluğunda üç kişilik bir “valilik heyeti” köye geliyor!

Heyet, erkek kalabalığını arkasına alan muhtar tarafından köy meydanının girişinde davul-zurnayla karşılandı. Muhtar ve üyelerin katılımıyla büyüyen heyet, peşine takılan onlarca çocukla uzayarak köy sokaklarında bir tur atıp inceleme yaptı. Köy meydanına geri döndüğünde, yarım halka biçiminde dizilmiş erkekler heyete onlarca geliş nedeni uydurarak zaman geçirip bekleşiyordu. Önlerinde, itişe bağrışa yer kapan çocuklardan, arkalarında ise yemenilerinin ucuyla kapadıkları ağızlarında gizli gülümsemeleriyle kadınlar-dan birer yarım halka daha oluştu.

Ölünceye dek muhtarlık yapan babasının oğlu olduğunu göstermekte gecikmedi muhtar. Kahveden çekip aldığı bir sandalyenin üzerine çıktı. Temizlik imecesini seçildiğinden beri tasarladığını, tellala çağrıyı kendisinin yaptırdığını belirterek başladı konuşmasına. Onca kemiği iyi bir fiyata alacak tüccarı beklerken karşısında Fehmi’li muhtarlı bir devlet heyeti bulan köylüler şaş-kındı, düş kırıklığı ile henüz kesilmeyen umut arasında gidip gelerek dinliyorlardı muhtarlarını. Muhtar durumun ayırdındaydı. Konuşmasını sürdürdü:

“Cennet yurdumuzun bu canım köyü örnek olsun, dedim. Güzel köyümüzün namı yürüsün, istedim. Temizlik sonrası valiliğin ‘örnek köy belgesi’ vermesi için kapı aşındırıp diller döktüm. Hepsi de feda olsun. Siz daha fazlasına layıksınız.”

Heyet üyelerinin başlattığı alkışlara, şaşkınlıktan taş kesilmiş topluluktan yükselen homurtular karıştı.

Muhtar, heyetin, sokakların ve çevrenin kemiklerden arındırılmasını övgüyle karşıladığını, onlara güvendiği için “örnek köy belgesi”ni hemen vereceğini, ancak temizliğin tamamlanması için sokaklardaki taş ve çöplerin de toplanmasını istediğini bildirdi. Dibinde mührü, imzası bulunan “belge”yi gururla salladı. “Bazı söylentiler çalındı kulağıma. Canım köylülerim, bu söylentileri çıka-ranlar temizliğinizi, çalışkanlığınızı, köyünüzü kıskananlardır. Ney-miş? Kemikleri satmak için toplamışmışız. Ulan Allah’tan kork, iftira, kuyruklu yalan!” Kaşıyla, gözüyle heyet üyelerini işaret etti. “İmece keyifli geçsin diye bir şaka yapalım dedik, anlarsınız ya, hani… Böylesi daha şenlikli oldu, öyle değil mi?” Attığı kahkahaya heyet üyeleri, tellal ve çocuklar dışında pek katılan olmadı. Bu tepkiyi beklediği için aldırmadı muhtar. Belgeyi köy kahvesinin meydana bakan camına kendi elleriyle yapıştırdı.

Onlar seferber olmuş, aldıkları “örnek köy” belgesini hak ettiklerini kanıtlamaya çalışırken, “… Belediyesi” yazılı tulumlar içindeki işçilerin, kemikleri aynı yazıyı taşıyan kamyonlara yüklemekte oldukları haberini ulaştırdı çocuklar.

Birkaç gün sonra valinin muhtarı çağırdığını, önce kızdığını, olayın öyküsünü dinleyince hem çok güldüğünü, hem de gerek Fehmi’nin gerekse muhtarın cinliğine bayıldığını köyde duyan olmadı. Buna karşılık, yanında belediye başkanı ve kalabalık bir heyetle valinin o hafta sonu köyü ziyaret edeceğini bağıran tellalın sokakları çınlatan sesini duymayan kalmadı.

Söylenen gün, arkasında araçlardan uzun bir kuyrukla valinin arabası çıkageldi. Köy meydanına, içinde Fehmi ve muhtarın da bulunduğu kalabalık bir heyet ve davul zurna eşliğinde giren vali ve beraberindekiler alkış yağmuru altında kahvehane önüne dizildiler.

Valinin “temizlik seferberliğinin, köylerimizin hızla kalkınmakta ve çağdaşlaşmakta olduklarını gösterdiğini” vurgulayan konuşmasının ardından “örnek köy belgesi” camlı çerçeve içindeki gerçeğiyle değiştirildi. Törende şiirler okundu, halaylar çekildi; kameralar çalıştı, flaşlar patladı.

Ertesi akşam, çocuklar, çığlık çığlığa bir haber daha dağıttılar evlere. Bu haberle fırlayanlar soluğu kahvede aldılar. Köyün siyah beyaz tek televizyonunda başbakan, tören fotoğraflarından birini karşıtlarına doğru sallıyor, yönetime geldiklerinde “kalkınmayı köyden başlatma” sözü verdiklerini ve iki yılda bu sözü yerine getirdiklerini haykırıyordu.

Evlerinin yolunu tuttuklarında, topraklarını hayvansız nasıl sürecekleri, nasıl geçinecekleri hiçbirinin umurunda değildi. Mutlu ve gururluydular…

Ali Günay
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM