O gitti yine gitti / Erdinç Gültekin
Ama bu çok acımasızca ve sonu hep aynı. Sahneler başka ama sunduğu acı aynı. Sabaha karşı gözlerimi açtığımda duyduğum o her yüreğin taşıyamayacağını sandığım koca hüzün... Hem de hep sabaha karşı. Yarım gün öncesi oh be, iyi ki kurtuldum ondan demişimdir ya da bir kurbağa kadar değeri yok gözümde, öldüğünü duysam hiç etkilenmem diye mırıldanmışımdır. Ve sanki o bunları duymuş, öyle mi beyefendi al bakalım sana dercesine rüyama girmiştir. Nedense yine sabaha karşıdır. Önce uzaktan görürüm onu. Ama o, tam olarak o değildir henüz. Onun ona benzemesi için benim biraz havalı sanki özel bir insanmışım gibi yürüyüşler yapmam, pozlar vermem gerek. Az önce bana içi et dolu bir tepsiyle geldiğinde de kasılıyordum ama hemen yumuşadım. Şu büyük otellerin olimpik havuzlar kadar büyük salonları var ya onlardan birindeyiz. Vakit gece. Salon yarı karanlık. Kalabalık sayılır. Yürüyenler oturanlardan çok. Ben bir söylev çekiyorum. İnceyim eskisi gibi. Elimi, kolumu çok güzel kullanıyorum. Üzerimdeki gömlek pantolon ikilisi de dikkat çekici. O yaklaşıyor. Ben tenhalığa yürüyorum. İlgisiz gözüküyorum. İçi et dolu tabaklar var tepside. Yelkenleri suya indiriyorum. O, kısa bir açıklama yapıyor. Tepsiyi uzatıp gidiyor. Ben yemekleri yemiyorum, yiyemiyorum. Nereden çıktıysa bir gariban beliriyor ardımda. Ye şunları diyorum. Sonra ona bakıyorum. Yanında kendi gibi güzel, havalı bir kadınla yürüyorlar küçük, küçücük adımlarla dönüyorlar salonu. Yanındaki kadının kulağına bir şey fısıldıyor. Kadın bana dönüp gülümsüyor. Sabrım yaralı bekliyorum biraz daha. Sonunda gariban adama yeter yedin, al şu kuzu etini de ver tepsiyi diyorum. Adam teşekkür ediyor. Ben de ona teşekkür etmek için onun döneceği anı hesap ederek küçücük adımlarla yürüyorum. Ama o yok. Az önce yürüdüğü kadın şimdi tek başına. Yine nereye gitti bu? Tepsiyi bir kenara bırakıyorum. Havalı kadın gülümsüyor. Ona benden bahsettiğinden emin oluyorum. Birini mi arıyorsunuz diyor. Hayır anlamında başımı sallıyorum. Yemek yaramış diyor. Gerçekten de on kilo birden almışım sanki, karnım şiş. Etleri yemediğimi, bir yoksula verdiğimi söylemiyorum. Zaten bir anlamı da yok. Kilolu olsam ne olacak... O yok. Ben herhalde düş gördüm. O, bana tepsiyle gelmedi. Yine de kabalık olmasın diye içimi okuyan havalı kadına, yaşlandık, olur bu kadar göbeklenme diyorum. Yaşımı soruyor kadın. Kırk dört diyorum. Ama hiç göstermiyorsunuz yaşınızı. Aslında diyorum, yaşlanmak için büyümek gerek. Ben hiç büyümedim, büyüyemedim. Çocuk kaldım. İlkokulda Ömer Seyfettin'in otuz altı yaşında öldüğünü öğrendiğimde o Ömer Seyfettin koca bir adamdı. Ya ben... Bugün kırk dört yaşındayım lakin bir ergenden farkım yok. Alaycı gülümsemesi azalıyor. Gözlerine ciddiyet geliyor. Salt ben değil, sanırım günümüz insanı da olgunlaşamıyor diye devam ediyorum. Sözü uzatıyorum, belki o döner diye. Az önce bu kadınla yürümüyorlar mıydı? Şimdi döner. İnsanların büyümekte, olgunlaşmakta zorlandığı bir çağ bu. Koca koca ihtiyarlara bakıyorsun çocuk gibiler. İnatçılar, kıskançlar, huysuzlar yani... Gülümsüyor kadın. Bakışlarına yine o alay doluşuyor. Ama bu kez içinde acıma var bu alayın. Gözlerimi kaçırıyorum. İçimin okunması beni her zaman gereğinden fazla hırpalamıştır. Kadın işkenceyi uzatmıyor. O gitti diyor, yine gitti. Boşuna bekleme. Erdinç Gültekin Gercekedebiyat.com
YORUMLAR