Son Dakika




O günden bugüne ne değişti?

Bel ağrım nedeniyle şöyle sırtüstü yatıp televizyona bakarken aklıma geldi. Oğuz Atay, 7 Kasım 1970 tarihli “Günlük”ünde şöyle yazıyordu: “Bana öyle geliyor ki biz çocuk kalmış bir milletiz ve daha olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı "myth"lere bağlı bir şekilde yorumluyoruz en ciddi biçimde. Aklı başında bir Batılının gülerek karşılayacağı ve bize ölesiye ciddi gelen bir şekilde...

Öyle bir yarım yamalaklığımız var ki, bizim dramımız, trajedimiz, akıl almaz bir biçimde gelişiyor. Ayrıca, bir trajedinin içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Çok güzel yaşayıp gittiğimizi sanıyoruz. İktidardaki adamlar da, bu sanıyı bütün millet adına dile getiriyorlar. Birkaç aydın dışında bunu anlayan yok gibi. O aydınlar da, sosyal bir takım sözler ediyorlar. Psikolojik yönü boş kalıyor bu meselenin. İnsanlarımız, bu kötü yaşantıyı dile getirmenin, ‘muhalefet yapmak’ olduğunu sanıyor bir bakıma. Aslında bir yanlış anlama olduğu halde, anlaşıp gidiyorlar. Bir ‘..mış gibi yapmak’ tutturmuşlar; arabalar yürüyor ya, ekmek yapılıyor ya, iyi kötü suyumuz geliyor ya... mesele yok. Bir taklit yapıyoruz ve Batı'ya bile kabul ettirdiğimiz anlar oluyor (bir futbol maçında yeniveriyoruz onları).

Ya çocuksu gururumuz? Beğenilmezsek hemen alınıyoruz. Batılılara iftiralar ederek kendimizi temize çıkarmak için didiniyoruz. İyi aile çocukları arasında, onlara çamur atan mahalle çocuğu gibiyiz... Ben buna saflık diyorum ve genel anlamda bir sempati duyuyorum. İçinde yaşarken de öfkeyle tepiniyorum.”

Işıklar içinde olasıca Atay buna “saflık” dese de ben cahillik diyorum, aptallık diyorum. Oğuz Atay’ın gözlemleri sonucunda kanı olarak bu söyledikleri ile 50 yıl sonraki bugün arasında ne fark var? Bilen varsa lütfen aydınlatsın beni…

Bu alıntıyı yaptığım Internet sayfasında, alıntının altına, Burak Can Gümüşboğa da şöyle yazmış: “Türkiye asla cennet vatan olmadı. Demokratik de olmadı, laik de olmadı. Kuruluşundan bu yana ne fırsatçısı ne haini ne de zalimi eksik oldu. Ama hiçbir zaman bunca ahlaksızlık, kokuşmuşluk ve alçaklık bu yoğunlukta yaşanmadı.” Genellemeler yersiz, ama insanlar bunalım içinde, onları haklı görmemek elde değil!...
 
Bundan sonra ne değişecek, belli değil…

Şu iki üç gün içindeki Almanya, Hollanda ve dolayısıyla Avrupa birliği ile düşülen çıkmaza bakın; komşumuz ülkelerle hasımlaştırılmaduruma üzülürken, şimdi bir de Avrupa’ya meydan okuma, onlarla da hasım olma sınırına geldik dayandık. Hayır, ben Avrupa Birliği heveslisi değilim, ama devlet yönetiminde uluslararası ilişkiler önemlidir; dünyada itibarlı bir ülkenin yurttaşı olmak gurur vericidir. Durum böyleyken,Türkçe ve Almanca yayımlanan “Blick” gazetesi, 16 Nisan’da yapılacak bizim Anayasa Referandum konusunda İsviçre (Avrupa)’de yaşayan Türkleri,Gülşen Ersan’ın Facebook sayfasından kısaltarak aldığım şu haber/yorumla  uyarıyor:

“İsviçre'de yaşayan sevgili Türkler; 16 Nisan'da Cumhurbaşkanınız Recep Tayyip Erdoğan'ın kendi ülkenizde yetkilerini diktatoryal bir seviyeye çıkarabilecek referandum için sandık başına gideceksiniz. Yurtdışında yaşayan yaklaşık 3 milyon Türk vatandaşı ile beraber bu reformda sizler de karar alacaksınız. Bundan dolayı İsviçre'de de yoğun bir seçim yarışı yaşanıyor.

İsviçre dünyadaki en özgür ülkedir. Burada herkes, sonradan dezavantajlı bir durumla karşılaşmadan, kimse işini kaybetmeden ya da kesinlikle gözaltına alınıp işkence yapılmadan, kendi düşüncesini söyleyebilir, hükümeti eleştirebilir, politika ile ilgilenebilir ve istediği gibi yaşayabilir. Tabii ki, kadınlar ve erkekler, Hristiyanlar ve Hristiyan olmayanlar, hükümet yanlıları ve muhalifler eşittir. İsviçre'nin temelinde yatan bu değerler bizim için kutsaldırlar. (…) 

Saydığımız tüm bu özgürlükler anayasa değişikliği ile ülkenizde (Türkiye’de) yok edilecektir. (…) Her kim ki kendi ülkesinde diktatoryal bir yapı istiyorsa, buyursun EVET  desin. Ama kendi ülkesinde o diktatoryal yapıyla yaşamak koşuluyla. İşte bu yüzden BLICK İsviçre'de yaşayan bütün Türkleri referandumda HAYIR oyu kullanmaya davet ediyor. (…)” 

Anlaşılan o ki, adamlar bizi çoktan anlamışlar, nereye sürüklenmek istendiğimizi çözmüşler ki, kendi ülkelerinde (Avrupa’da) yaşayan Türkleri uyarıyorlar. Niçin? “sürüklendiğiniz şu diktatoryalyönetim sistemden kendilerini koruyalım diye; daha doğrusu orada yaşayan Türkler Avrupa’nın huzurunu bozmasın diye… Netice-i kelam; Avrupa, Türkiye’ye zaten iyi gözle bakmıyordu; bizim şu rezalet “anayasa değişikliği” kamudan güvenoyu (Evet) alırsa olacakları varın siz düşünün… Bu sabah genç, modern kılıklı bir kızcağız kapıyı çaldı ve referandumla ilgili bir tanıtım kâğıdı tutuşturdu elime, “Okuyun lütfen” diyerek gitti. Niçin evet denileceğini öğrenirim diye şöyle bir göz attım: “Millet için, Devlet için, Türkiye için EVET” yazıyor. Asıl gerçeği söylemiyorlar/söyleyemiyorlar; hamasi, yuvarlak laflarla geçiştirmeye çalışıyorlar… Ne denir?
(15 Mart 2017)

Hüseyin Atabaş
Gercekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM