Bundan yüzlerce yıl evvel yazarlar için düşüncelerini açıkça söylemek kolay iş değildi.  

Çünkü müstebit hükümdarlar, kilise kodamanları, nüfuzlu politikacılar toksözlü insanlara dünyayı zindan ediyorlardı. 

Bunun üzerine bazı yazarlar bir usul buldular: yazılarının, şiirlerinin kahramanlarını insanlar arasından değil de hayvanlar arasından seçiyorlardı. Yani hayvanları kişileştirip konuşturuyorlar; söylemek istediklerini onlara söyletiyorlardı.  

Böylece arslan kudretli bir kıral, tilki onun kurnaz başbakanı; kurt merhametsiz bir saldırgan, kuzu onun masum kurbanı; cırcır böceği eli açık, hovarda bir yaratık, karınca ise aklı başında, tutumlu bir mahlük oluveriyordu. Yazarlar böylece kimseyi incitmeden düşündüklerini söyliyebiliyorlar; herkes de bu yazıları bıyık altından gülerek okuyordu.  

İşte büyük Fransız yazarı Jean de La Fontaine, hayvanları böyle kişileştirip konuşturan yazarların yüzyıllar boyunca gelmiş geçmiş en büyüklerinden biridir. 

"Masallar”ı büyük-küçük herkes tarafından zevkle okunmakta, bunların verdiği ibret dersinden çocuklar kadar büyükler de faydalanmaktadır.  

*  

Jean de La Fontaine 7 veya 8 Eylül 1621 günü Fransa’da Châtesv-thierry'de doğdu. Jean doğduğu zaman annesi Françolse Pridoux galiba kırk yaşlarında varmış. Poltlers'nin iyi bir ailesindenmiş. Zengin bir tâcirden dul kaldığı için, ilk kocasından bir kızı varmış. Jean'ın babası da karısının yaşıtı olsa gerek. Ormanları, suları vs bölgelerini denetlemekle görevliymiş.  

Aile, Châteav-Thlerry'de 11. Henri devrinde yapılmış bir evde oturuyordu. Bu ev, bugün biraz değişmiş olmakla beraber, hâlâ vardır. Zamanında çok iyi döşeli, hoş bir yer olduğu 1676 yılında yapılmış bir demirbaş cetvelinden anlaşılmaktadır.  

La Fontaine'ler, küçük kasabalarında hatırlı kişilerdi. Châteav-Thlerry Fransa'yı istilâ eden orduların yolu üzerinde olduğundan, Jean de La Fontaine, oturduğu ilin sırayla Lorraine'liler, iİspanyollar, Almanlar tarafından işgal edildiğini gördü. Fakat her istilânın yarattığı telâş havası geçince halk kendi aralarında toplanıp tatlı sohbetler ediyor, hoş hikâyeler anlatıyordu. İşte böyle bir hava içinde yetişen Jean de La Fontaİne daha küçük yaşında heyetin çetin, zevklerin kısa olduğunu, ele geçecek fırsatlardan hemen faydalanmak gerektiğini öğrendi. 

Öğrenimini ilkin Château-Thlerry'de, sonra belki Paris'te yaptı ama bunun hakkında pek de kesin bir şey bilmiyoruz. Hakkında her türlü izi kaybettiğimiz sırada bir dini tarikata çömez olarak girmiş görüyoruz. Buraya 27 Nisan 1647’de girdiğini de resmi kayıtlardan öğreniyoruz. Çünkü La Fontaine yirmi yaşındayken kendini papazlığa istidatlı sanmıştı. Fakat çömezlik devresi topu topu 18 ay sürdü. Bu süre içinde de din kitapları okumadı, devrinin çok başarı kazanmış bir romanı olan Astree’yi okudu.  

Derken La Fontaine'i 1646 da Paris'te, «Yuvarlak Masa Şövalyeleri» adlı bir genç şairler topluluğuna karışmış görüyoruz. Bu şairlerin sarayla da ilgileri vardı. Çok geçmeden La Fontaine «parlâmento mahkemesi avukatı unvanını taşımağa hak kazandı. Fakat bu, onun ciddi bir hukuk öğrenimi yaptığını göstermemektedir. Ama bu arada hukuk usullerini, terimlerini de öğrendiği muhakkaktır. Çünkü masallarında da bunu görmekteyiz. Sonra, 1646-1647 arasında üzerine aldığı bazı işlerden 'onun dikkatli, ihtiyatlı, açıkgöz olduğunu; pek o kadar dalgın, savruk bir kimse olmadığını anlıyoruz.  

Bu arada «yuvarlak masa şövalyeleri» her perşembe günü akşam yemeğinden sonra Conrart adlı edebiyatçının evinde toplanıyorlar, en yeni eserlerini birbirlerine okuyorlardı. Bu Conrart'ın evi, Fransız Akademisi'nin beşiği oldu. Sonradan Akademi kurulunca kendisi bu kurumun daimi sekreterliğini üzerine aldı.  

Çağdaşlarına göre La Fontaine daha papaz olmağa niyetlendiği sıralarda, yani yirmi yaşındayken şiir yazmaktaydı. Fakat asıl edebi mesleğe atılma fikrini bu topluluk içinde edinmiş olsa gerek. Yazar, yirmi beş yaşındayken edindiği arkadaşlardan ömrü boyunca ayrılm. Bunlar da onu hep sevip korudular. La Fontaine edebiyata olan istidadını dostları sayesinde keşfetti, en güzel eserlerini yine onlar sayesinde yazdı. 

* 

1647 de La Fonteine dünya evine girdi, kendisi yirmi atı yaşındaydı. On dört buçuk yaşında, On dört buçuk yaşında Marie Hericart adlı bir kızla evlendi. Fakat yazarın hercailiği, evlilik hayatiyle bağdaşamadı. Ama karı koca yine de iyi günler geçirdiler. 1659’da aralarında uyuşarak mallarını ayırdılar. Sonradan herkes bunu, birbirlerinden ayrıldıkları yolunda yorumladı. Oysa aslında karı-koca yirmi beş yıl beraber yaşadıktan sonra ayrıldılar.  

1652 de La Fontaine üç yıllığına bir ormanlar ve sular mültezimliği satın aldı. Altı yıl sonra babası ölünce ondan da kendisine iki mültezimlik miras kaldı. Her üç mültezimliği 1671e kadar idare etti, sonra elden çıkardı. Bu yirmi yıl boyunca hep, o zamanlar Châteav-Thierry'nin çevresini saran sık ormanlarda dolaştı. Ağaç kesimlerine göz kulak oldu. Karada ve suda avcılığı nizamlıyan fermanların harfi harfine uygulanmasına dikkat etti. Köylülerle sıkı-fıkı oldu. Yaşadığı yüzyılın yazarları arasında köy hayatının gerçeklerine yakından karışmış olan tek insan, odur.  

Beri yandan edebi mesleği de gelişmeğe başlıyordu. İlk eseri olan «Eunugue» u imzasız olarak 1654 te yazdı. 1658 de «Adonis» adlı başka bir kitap yayınladı. O sıralarda Fransa kıralı XIV. Louis'nin maliye bakanı Fovuguet, kudretinin zirvesindeydi. Bakanın çevresini saran yazarlar, şairler topluluğunda La Fontaine de yer aldı. Bu parlak, seçkin topluluk, meçhul bir taşralı olan La Fontaine'in eserlerini beğenip alkışladı. O zaman yazdığı eserlerden pek abize kadar ulaşabilmiştir.  

Derken o sırada beklenmedik bir şey oldu, Fouguet'nin serveti, ihtişamı göze batıyor, kıskançlıklar uyandıyordu. Maliye bakanı olarak yaptığı yolsuzluklar meydana çıktı. Kendisi de 5 Eylül 1661 de tevkif edildi. Bunun üzerine La Fontaine biraz bocaladı, hayatına yeniden çeki-düzen vermeğe çalıştı. Dostlarına sadık bir i·nsan olduğundan, Fouguet'yi tutan yazılar yazmaktan da geri durmadı 

Yazar 1663 te kalkıp yine Châteav-Thlerry'ye gitti. Oranın derebeyi olan Bouillon Dükası ile genç karısı onu korudular. Bunun üzerine 1664 yılı temmuzunda La Fontaine, gentilhomme sıfatıyle düşes Marguerite de Lorraine'in yanına girdi. Sonra çeşitli salonlara devama başladı.  

La Fontaine'in bize kadar ulaşmış başlıca eserleri, «hikâyeler» ve «masallar» olmak üzere ikiye ayrılır. İlk hikâyeleri 1665 te, ilk masalları da üç yıl sonra, 1668 de yayınlandı. Bu arada bir romanla başka şiirler yazdı ve bazı Lâtince şiirleri Fransızcaya çevirdi. 

LA FONTAİNE ve MASALLAR

La Fontaine, «masallar» yazmağa başlıyarak yepyeni bir edebi çeşit seçmişti. Aklı başında yazarlar henüz bu nev'in kurallarını, kanunlarını belirtmiş değillerdi. 

1674 ten sonra La Fontaine artık hikâye yazmaz oldu. Kendini İyice masallarına verdi.   

1672 de La Fontaine'in koruyucusu düşes de Lorraine öldü. Bunun üzerine yazar, Mme de Sabliere adlı başka bir asil kadının salonuna devama başladı. Burada bilginlerden seyyahlara, keyif ehli insanlara kadar her çeşit adam vardı. La Fontaine çevresinde söylenenlere kulak vererek yeni yeni masallar yazdı. Sonra bütün masallarını 1678 ve 1679 yıllarında beş cilt halinde yayınladı. Artık dehasının zirvesine ulaşmıştı. Fakat masaldan başka şey yazmayı beceremiyordu. Bir opera librettosu, birkaç tane de piyes yazmağa kalkıştı ama hepsini yarıda bıraktı.  

1680 de La Fontaine için artık ihtiyarlık devresi başladı. Herkes yine kendisini arayıp soruyordu ama o, kilise adamlarıyla düşüp kalkıyordu. Zaman zaman kumar oynanan, içki içilen yerlerde, tiyatro kulislerinde, heykelci, yazar gibi dostlarının atelye ve evlerinde de göründüğü oluyordu.  

Bir yandan kıral XIV. Louis ile oğlunu, torununu, birbirlerini çekemiyen gözdelerini pohpohluyor; öbür yandan sarayın hışmına uğramış bütün ailelerle dostluk bağlarını muhafaza ediyordu.  

La Fontaine 1683 te Fransız Akademisi'ne üye seçildi ama bu iş epey güç oldu. 1682 ile 1685 de yazdığı kitaplar, onun her telden çaldığını göstermekteydi. 1692 sonunda ciddi şekilde hastalandı. Dostları uzun zamandır ona: «Kendine çeki-düzen ver, iyi bir hıristiyan gibi yaşa» diyorlardı. Bunun üzerine yazar, Akademi'den gelen bir heyet önünde günahlarını, hatalarını itiraf etti. 1694 de masallarının sonuncu kitabını yayınladı. 

Kendisi ihtiyarlamıştı ama zihni kocamamıştı. Bununla beraber ecelden yakasını kurtaramadı: 13 Nisan 1693 te hayata gözlerini yumdu.   

La Fontaine ölümünden sonra arkasında çok değişik bir eserler topluluğu bıraktı. Bunların en güzelleri, en uzun ömürlüleri «Masallar» ıdır. Yazarın ince, hoş bir üslubu vardır. Fakat masallarında bile üslubunun, edasının değiştiği görülür. Bu masallarda hayatın rengini, sıcaklığını, hareketini görürüz. Alaycılık, şefkat, merhamet, meydan okuma, tevekkül, gerçek sevgisi, hayal ihtiyacı gibi şeylerle karşılaşırız.  

La Fontaine'in masalları son elli yıl içinde dilimize de birçok defalar çevrilmiştir. Bunlardan rahmetli şair Orhan Veli Kanık'ın yaptığı çevirilerden «Karga ile Tilki» yi beraberce okuyalım. Bu parçada dalkavuklara kapılanların sonunda nasıl zararlı çıktıkları anlatılmaktadır:  

KARGA İLE TİLKİ

Bir dala konmuştu karga cenapları; 

Ağzında bir parça peynir vardı.  

Sayın tilki kokuyu almış olmalı,  

Ona nağme yapmağa başladı:  

«Oooo! Karga cenapları, merhaba!  

Ne kadar güzelsiniz, ne kadar şirinsiniz!  

Gözüm kör olsun yalanım varsa,  

Tüyleriniz gibiyse sesiniz, 

Sultânı sayılırsınız bütün bu ormanın.»  

Keyfinden aklı başından gitti bay karganın. 

Göstermek için güzel sesini 

Açınca ağzını düşürdü nevalesini,  

Tilki kapıp onu dedi ki:  

«Efendiciğim, Size küçük bir ders vereceğim.  

Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir;  

Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.»  

Karga şaşkın, mahcup, biraz da geç ama,  

Yemin etti gayrı faka basmıyacağına. 

Samih Tiryakioğlu

(Büyük Yazarlar ve Şaheserleri, Varlık y. İst. 1963)

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)