Kürk Mantolu Cesetler / Derya Gül
Yirmi yılını kim olduğunu anlamakla, yirmi yılını yazmakla ve son beş yılını da kelimelerini yüz üstü bırakmakla geçirmişti.
Nuriye elindeki poşetin içerisindeki şişelerin birbirine çarpmasını ve garip sesler çıkarmasını umursamadı, yoluna devam etti. Henüz midesine hiçbir lokma girmeden, şişmiş gözlerine de aldırmadı ve bir sigara daha yaktı. Kararmış bulutlara baktı bir müddet. Neredeyse yağmura yüz tutmuş nemli bir havanın içerisine bıraktı sigarasının dumanını. Yürüdü. Nuriye yorgundu. Derya Gül Gerçekedebiyat.com
Evinin önüne geldiğinde yağmur çoktan başlamış, saçlarını ve üstündeki kıyafetlerini sırılsıklam etmişti. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açtı ve yorgun adımlarla merdivenleri arşınladı. Herkes bir yerlere yetişme çabasındayken Nuriye daha oturduğu yerin sıcaklığı bile kaybolmamış olan koltuğunun üzerine yığıldı. Elindeki poşet de onun varlığına eş değer bir şekilde takatsizce saldı kendini, şişeler devrildi. Nuriye uykuya teslim oldu.
Uyandığında yağmur çoktan dinmiş, neredeyse akşam olmuştu. Midesinden gelen garip seslere kulak verdi sonunda ve mutfaktaki bayat ekmeğin arasına zorlukla sürdüğü tereyağın üzerine biraz pul biber ekleyip yemeye başladı. Ardından hemen bir sigara yaktı ve koltuğuna çöküp, yerde devrilmiş şişelerden birini açtı. Şarabın tadı önce ağzını, ardından midesini kavurdu. Duvarda asılı tabloya bakarak bir şişeyi bir çırpıda içip bitirdi.
Nuriye bugün tam 45 yaşına girmişti. 45 yıl… Yirmi yılını kim olduğunu anlamakla, yirmi yılını yazmakla ve son beş yılını da kelimelerini yüz üstü bırakmakla geçirmişti. Tüm eşyalarını biriken kiraları, faturaları ve diğer borçlarını ödemek için yok pahasına satmıştı. Şimdi bu neredeyse yıkılmak üzere olan evde son kalan resmiyle baş başa içerek yeni yaşına giriyordu.
Çocukluğu yine derme çatma bir evde, diğer dört kardeşi ile beraber yüzünü görmedikleri babası ve sürekli başkalarının çamaşırlarını yıkayarak evi geçindirmeye çalışan annesi ile akıp gidiverdi. Nuriye’yi okutacak paraları yoktu ailesinin ama büyük ağabeyi Ekrem ne yapıp etti Nuriye’nin bir şekilde okumasını sağladı. Ekrem yemedi, içmedi, gezmedi. Ekrem hiç genç olmadı. Ömrünü bir çay fabrikasında, makinelerin karşısında tüketti. Beş yıl önce kanserden öldüğünde Nuriye de kelimelerine veda etti. Diğer kardeşleri okumadı ama zengin birer eş buldular. Nuriye ve Ekrem’le bayramdan bayrama, düğünden cenazeye görüşür oldular. Utandılar Nuriye’den. Utandılar Ekrem’den. Kürk mantoları içerisinde, boyadıkları sarı saçlarının üzerlerine kondurdukları eşarp ve kocaman güneş gözlükleri ile Ekrem’in cenazesine geldiler, birkaç damla gözyaşı aktı yanaklarından. Nuriye onları bir daha hiç görmedi. Zaman denilen hastalık herkesi esir aldı ve günler birbirini kovalamaya devam etti.
Nuriye 45 yaşında ve tam 45 kiloda idi. Çok fazla yemek yemiyordu. Çok fazla gülmüyordu. Ekrem’in vefatından sonra dünya ile olan bağlantısı iyice kopma noktasına gelmişti. Eskiden çok arkadaşı vardı. Hepsi evlendi, hepsi birer iş sahibi oldu. Nuriye evlenmedi. Nuriye hiç çalışmadı. Sadece yazdı. Kitaplarından gelen üç beş kuruşla ve kitap çevirilerinden kazandıkları ile geçinmeye çalıştı. Artık geçinmek değildi sıkıntısı, evindeki kediye ve kendine bakabilmekti tek derdi.
Nuriye hiç evlenmedi ama çok sevdi ve sevildi. Ne var ki son sevgilisi onu en yakın arkadaşı ile aldattığında Nuriye bir daha kimseyi sevemedi. Ekrem’in vefatından yaklaşık birkaç ay önce başından vurulmuşçasına hayata küsmüş ve yaşamak adına neden bulmakta dahi zorlanırken, en büyük tokat yine hayatın kendisinden gelmişti. Ekrem ölmüştü. Kelimeler tükenmişti. Beş yıldır kimseyle konuşmayan ve tek bir cümle bile yazmayan Nuriye sanki terk etmişti kendini. Bir boşluk bile değildi içerisinde bulunduğu an. Hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey diye içinden kendi kendine mırıldandı. Uyuşmuş ayaklarına rağmen ayağa kalktı. Kalan bayat ekmeğin üzerine biraz süt dökerek karıştırdı ve yemeye çalıştı. Şaraptan kalan tat iyice yaktı midesini. Birkaç kaşık yedikten sonra daha fazla dayanamadı ve kedisine verdi hazırladığı lapayı. Ardından gecenin bitmek üzere olan son dakikalarında yerdeki şarap şişelerini aynı poşetin içerisine koydu ve çöpü dışarı çıkartmak için kapıya yöneldi. Kendisini bile zar zor ayakta tutan kapı keskin bir gıcırtıyla açıldığında kırk beşinci yaşının neredeyse tam içerisine girmekte olan Nuriye şaşkınlıkla kapısının önüne bırakılan zarfa bakakaldı.
Önce yanlış geldiğini düşündü zarfın. Eline alarak kime gönderildiğine baktı. Zarfın üzerinde kendi ismi ve adresi vardı lakin gönderenin kim olduğu yazmıyordu. Şaşkınlığı daha da arttı Nuriye’nin. Gıcırdayan kapısını kapattı ve koltuğuna oturdu. Bir müddet öylece baktı duvardaki resmine. Karar veremedi bir türlü, zarfı açıp açmamak konusunda ikilemde kaldı. Bu kadar unutulmuş olmasının farkına varmasından mıydı yoksa birilerinin onu hatırlamasının ne kadar güzel bir duygu olduğunu unutmasından mıydı bu telaşı? Zarftan ziyade, zarfın içerisindekinden ziyade kendi heyecanına şaştı kaldı. Sonunda titreyen ellerine rağmen açtı zarfı. İçerisinden bir kâğıt parçası çıktı. Özenle açtı kâğıdı. Nuriye önce anlamsız gözlerle baktı, ardından anlamaya çalıştı. Semtlerinde yeni açılan bir alışveriş merkezinin tanıtım broşürü idi. Uzun bir aradan sonra ilk kez gülümsedi.
Akrep ve yelkovan son kez bir araya geldi. Nuriye ayağa kalktı. Annesinden kalan sandığın içerisine sarıp sarmaladığı tozlar içerisindeki daktiloyu çıkardı. Yazdı da yazdı. Gündüzler geceleri, geceler gündüzleri kovalamaya başladı. Yazmaya devam etti. Günlerce, aylarca… Sonunda bitirdi.
Kitabı “Kürk Mantolu Cesetler” bittiğinde Nuriye yorgun değildi. Kitabını ağabeyi Ekrem için yazdığını anlatan kısa önsözünü ekledi ve sayfaları yayınevine gönderdi. Ardından kısa bir yürüyüşe çıktı. İnsanları izledi. Yüksek ökçeleri ile kaldırımları arşınlayanları, ellerindeki alışveriş poşetleri ile evlerine dönenleri, arabaları ile trafikte sıkışıp kalanları, hayatlarını kısır bir döngüde sürdürüveren insanları seyretti. Ağır adımlarla evine döndü.
Birkaç gün sonra evde hiç alışık olmadığı bir ses duydu. Telefonu çalıyordu. Faturasını ödeyemediğinden sadece dışarıdan aranabiliyordu. Yayınevi kitabı hemen basmak istiyordu hem de yüksek adetlerde… Nuriye sadece “hı, hı, cık” gibi seslerle tamamladı konuşmasını çünkü beş yıl aradan sonra konuşmayı unutmuşçasına aklına gelen kelimeler dilinde parçalanıyor ve bir türlü doğru sese bürünemiyordu. Tek taraflı telefon konuşmasının ardından Nuriye bomboş kalan evini seyretti. Sanki kalan birkaç parça eşyayla da vedalaşıyordu. Acelesi yoktu ki Nuriye’nin diğerleri gibi. Hazırlıklarını yaptı ve düşündü.
Birkaç ay içerisinde kitabı basıldı. Günler yine birbirini kovalamaya devam etti. Bir gün daha eksildi derken belki de bir gün daha kazandı insanoğlu. Koltuğuyla, kitaplarıyla, daktilosuyla, şarabıyla, birkaç saksı çiçeğiyle ve kedisiyle geçen sessiz günlerin, ayların ardından telefonu bir kez daha çaldı Nuriye’nin. Yayınevi kitabın satışlarının çok iyi olduğunu ve ikinci basıma geçeceklerini haber verdi ve Nuriye’ye de yüklü miktarda para vereceklerini ekledi. Nuriye planlarını hayata geçirecek parayı aldığında hemen gerekli işlemleri tamamladı. Kendine minik bir valiz satın almayı ihmal etmedi çünkü valizini de parası olmadığı zamanlarda satmak zorunda kalmıştı. Valizine gerekli birkaç parça giysisini, birkaç kitabını ve daktilosunu koydu. Beklemeye devam etti. Ardından üçüncü basım geldi. Hiç çalmayan telefonu bir kez daha çaldı. Nuriye’nin kardeşiydi arayan. Gazetede görmüştü ismini ve kitabını, tebrik etmiş, ardından ne kadar para eline geçtiğini ve bununla ne yapmak istediğini sormuştu. Eğer isterse kocasının çalıştığı finans şirketi onun adına parasını işletebilirdi. Nuriye cevap vermedi. Telefonu kapattı.
Nuriye’nin hayatı aynen devam ediyordu lakin artık telefonları susmuyor ve kapısının önü zarfla doluyordu. Yayınevi ödemesini yaptığı günlerden birinde heyecanla Nuriye’ye kitabının ödül kazandığını söyledi. Nuriye sevinmedi. Ödül gecesinin davetiyesini aldı ve evine döndü. Hazırladığı bavulunu alarak gıcırdayan kapısını açtı ve bir daha hiç kapatmadı.
Gitti.
Kimse bilmiyordu nereye gittiğini ama belki de Afrika’ya gitmiş olabileceği söyleniyordu. Kitabının bütün geliri Nuriye’nin talimatı ile nesli tükenmekte olan hayvanlar için mücadele eden bir derneğe aktarılıyordu. Nuriye’de belki onlarlaydı, belki de değildi sadece kırk beşinci yaşını doldurduğu o son dakikada elindeki broşürle kala kaldığında bir şeyi fark ettiğini biliyoruz ki o da ödül gecesine gönderdiği bir notta yazan son kelimelerinden ibaretti.
Nuriye ödül gecesine kendi katılmadı şüphesiz ama temsilen bir şeyler yapmayı da gitmeden ihmal etmedi. Ödül gecesine bir tabut gönderdi. İçerisine de bir kürk manto koydu (tabi ki sahte bir kürk mantoydu bu) ve üzerine bir not yazdı.
“İnsanları insansızlıklarıyla baş başa bırakıyorum.”
YORUMLAR