Son Dakika



Büyük yıkım yüzyılındayız…

Bu yıl doğanlar hayatlarının sonuna gelinceye kadar yeryüzünde konuşulan 6 bin küsur dilin 5 bini ebediyen yok olacak…

Son beş yüz yılda dünyada konuşulan dillerin yarısı  yok oldu. Bugün kaç dil var diye baktığım kaynaklarda 6 200 ile 6 912 arasında rakamlarla karşılaştım. Bu muhtemelen biraz da araştırmaların hangi dönemde yapıldığına bağlı olarak değişiyor, çünkü her 15 günde, bir dil ebediyen yeryüzünden siliniyor. Bu son rakam üzerinde herkes mutabık.

Bunun önemi ve bazı sonuçları üzerinde durmadan önce birkaç rakama daha değinmekte yarar var.

İnsanlığın beşte dördü seksen dili konuşuyor. Anadil olarak en çok konuşulan Mandarin Çincesi, İspanyolca ve İngilizcenin toplamı iki milyar civarında. İkinci dil olarak konuşanları eklerseniz daha da çok.

Öte yandan iki bin kadar dilin her birisini konuşanların sayısı bin kişiden az. Hatta, 500 dili konuşanlar 10 kişi bile kalmamış. Bir başka rakam ise 3 500 dilin toplamda dünya nüfusunun sadece binde ikisi tarafından konuşulduğunu gösteriyor.

Pekala… Kabile dilleri siliniyor işte, dünya bugüne kadar silinen dillerden ne yitirdi? Örneğin Tasmanca yok oldu da ne oldu? diyenleri duyar gibi oluyorum… En çok dil Amerika ve Doğu Sibirya kabileleri ile Papua Yeni Ginesi ve Avustralya gibi bölgelerde görülüyor. Örneğin her İnuit (Eskimo) kabilesi ayrı bir dile sahip. Bir süre sonra sahip(miş) diyeceğiz. Hindistan’da da çok dil var ama tehlikede olanların sayısını fazla göstermiyorlar.

Her dille birlikte bir kültür, dünyayı anlama ve tanımlama biçimi de yok oluyor. Kültürlerin ve dillerin yok olma hızı bitkilerin yok olma hızından beş kat, memeli hayvanların yok olma hızından ise üç kat daha fazla. Müjdeler olsun, dünyayı büyük yıkım yüzyılına soktuk. Hiçbir siyaset ve hiçbir rejimin bu fakirleşmeyi geri döndüremeyeceği bir eğik düzleme girdik  (eskiden satıh-ı mail derdik). Topluma rengini veren dil ise, giderek renksizleşen bir dünyaya geçtiğimiz ortadadır.

Herhangi bir dilin karmaşıklığı ile toplumun gelişmişliği arasında herhangi bir bağlantı bulunamamış. Buna karşın ekonomik ve teknik alanlarda gelişmiş toplumların çok daha büyük bir kelime hazneleri var. Almanca 185 bin, Fransızca 100 bin Rus dilinde ise 160 bin kelime olduğunu bütün kaynaklarda görüyoruz. Ancak dünyanın en büyük kelime haznesine sahip olan İngilizceye gelince işler karışıyor. Son derece farklı rakamlar var. Ancak en güvenilir kaynaklar 250 ila 290 bin arasında rakamlar veriyor. Buna bileşik kelimeler, türetilmiş olanlar ve sözcüklerdeki kullanımlar da eklendiğinde rakam 615.000 ile bir milyon arasında değişiyor. Teknik kelimeler ile argolar eklenince iki milyona yaklaşıyor. Kimse saymamış mı diyeceksiniz biliyorum. Tabii ki saymışlar ama farklı kriterlere göre sayınca sonuçlar değişiyor.

İngiliz diline her gün yaklaşık 14 yeni kelimenin eklendiği söyleniyor. Bu esas itibariyle başka dillerden alınmak suretiyle gerçekleşiyor. Bir tarama çalışması geçtiğimiz yıl İngilizce kelime sayısının bir milyonu geçtiğini açıkladı. Ne var ki günlük hayatta kullandıkları kelimelerin 20 bin civarında. Bilim ve edebiyatı izlemek içinse 100 binin biraz üzerine çıkılıyor.

Öte yandan, dil sadece bir tanıma, iletişim ve ifade aracından ibaret değildir. Dil aynı zamanda nasıl düşüneceğimizi de belirler. Düşünceler kavramlar arasındaki bağlantılarla inşa edilir (olgularla kavramlar arasındaki ilişki ayrı bir sorun). Farklı kavramlar ve anlamlandırmalar (çünkü aynı kavrama farklı kişiler, gruplar ve kültürler farklı anlamlar verebilmektedir) ister istemez farklı düşüncelere yol açar. Elbette bu farklar sadece insanların sahip oldukları kavram grupları nedeniyle ortaya çıkmaz ama düşünceyi büyük ölçüde etkilediği de yadsınamaz. Belli bir grubun jargonuyla yetişen bir kişinin bundan kurtulması için bilinçli bir çaba göstermesi gerekir. Üniversitelerdeki düşünce kısırlığının bir nedeni kendilerini belli ifade kalıplarına hapsetmeleridir. Kalıplar düşünceyi boğar. Aynı şeyi siyasi gruplar için de söyleyebiliriz. Belli kavramların dışına çıkamayan zihinlerin sürekli değişim karşısında ne kadar hızla silindiklerini görüyoruz. Keza, dış güdümlü basının yerleştirdiği dilin ve düşünce kalıplarının acı sonuçlarını da yaşıyoruz.

DİL TOPLUMSAL ARAÇTIR

Kısacası, dil, başka şeylerin yanı  sıra ve aynı zamanda bir toplumsal araçtır. Bu aracın farklı  kesimler tarafından nasıl kullanıldığının farkında olunması ancak tarih şuuru ve felsefeyle mümkün olur. Bir topluma başkalarının dilini soktuğunuz zaman bazen yapıcı, bazen de yıkıcı sonuçlarla karşılaşırız. Yıkıcı etkiler ancak o toplum sahip çıkacağı bir düşünce kökleşirse etkisizleştirilebilir. Batılılar tarih şuurları içerisinde korkmadan kavram transferi yapıyorlar. Bazı toplumlar ise aldıkları kavramların esiri oluyor. Bin beş yüz yıldır her kurduğumuz toplum yabancılar karşısında çatırdıyorsa, bunun nedeni yaygınlaşmış bir düşünce hayatımızın olmamasıdır.

Sırasıyla Çin, Arap, Acem, Rus, Avrupa ve Amerikan kültürleri karşısında dağıldık. Bir toplanıp bir dağılarak geçiyor hayatımız. Çin, Arap, Acem, Rus (ve bu arada Bizans) ordularında bize karşı savaşan çok sayıda Türk oldu. Bugün de batılıların safında bize karşı mücadele eden çok sayıda Türk var!

Bu nedir yani? Bu insanları niçin yitiriyoruz? Bunun için önce kullandıkları dile/kavramlara bakmak gerekir. Dil kalkanını indirirseniz hançeri böğrünüze yersiniz.

Tarih şuuru ve felsefe kritik bir kitle tarafından benimsenmediği zaman havada kalıyor. Sadece Türk değil, İslam dünyasında da bağımsızlıkçı/ilerici düşünürlerinin fikirlerinin kökleşmemesi buna örnektir. Bu dünyanın hem dini hem de ladini kesimleri batı karşısında çoğunlukla küçültücü bir teslimiyet içerisindedir. Onların manipülasyonuna tabidir. Bu nedenle dilin korunması aynı zamanda düşüncenin korunmasıdır; dolayısıyla hem bir siyasi mücadele alanı, hem de siyaseti etkileme aracıdır. Siyasi hegemonya her zaman dildeki hegemonya ile birlikte gelir. Roma zamanında Latince yayılmıştı, şimdi de İngilizce yayılıyor. Bu arada eski göz ağrımız olan Çinlilerin son yıllarda dünyanın dört köşesinde dil kursları açtığını belirtmeden geçmeyelim.

*

Dünyadaki dil dağılımının değişmesinin sosyal sonuçları vardır. Gerçi, neden sonuç ilişkisinde tersi ağır basmaktadır, yani diller esas olarak sosyal-ekonomik-siyasi ve çevreyle ilgili koşulların değişmesi nedeniyle gelişmekte veya yok olmaktadır. Ama yok olmanın sonuçları da önemlidir.

Küçük dillerin yok olmasını önlemek artık imkansızdır. Daha üzüntü veren şey bunların doğa ile en uyumlu, doğal kaynakları en az tahrip eden kültürler olmasıdır. Onlardan öğreneceğimiz çok şey vardı. Yitiriyoruz. Bu, biraz da size anlatacak çok şeyi olan dedenizi yitirdikten sonra yakınmak gibi bir şey. Öte yandan bu topluluklar tam da az tükettikleri için doğayı hızla tüketen kültürler karşısında yok oluyorlar (yoksa çoğalırlardı). Bu korkunç bir trajedidir aslında. Bir yandan daha hızlı tüketen bir toplum olmak için yarış ediyoruz, bir yandan da en büyük tüketiciler hegemonik silsile içerisinde kimliğimizi değiştiriyor. Bu muazzam karmaşayı ifade edecek tek bir söz ver: “bindik bir alamete, gideriz kıyamete.” Bakalım bu kez toparlanmadan önce daha ne kadar dağılacağız.

Bu hafta Okyanusya’da bir dili konuşan son kişi ölür ve kimse farkında olmaz.

Bu hafta Okyanusya’da bir dili konuşan son kişi ölür ve biraz da biz ölürüz!

M. Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM