Son Dakika



Yazar Kaan Arslanoğlu -aslında kendi kendine yazdığı- mektupları yeniden yayınlamaya başladı.

"Sunu"da "Bu yazı dizisi aslında bir roman. Kim olduğunu bilmediğim bir şahısla e-posta üstünden yazışmalarımızın dökümü. Roman dediğime göre, gerçekte bir kurmaca. Ama hakiki yazışmalarıma hayli yakın bir kurmaca. İnternet mecrasında mail, face, twitter ve insanbu.com sitesi üstünden çok sayıda insanla iletişim halindeyiz. Bazıları ile dönem dönem yoğun yazışıyoruz, bazıları bir görünüp kayboluyor, bazıları ise başka kimliklerde tekrar ortaya çıkıyor. Yazıştığımız kişilerin çoğunun kimliğini biliyoruz, bazılarını bilmiyoruz. Bir bölümünü tahmin edebiliyoruz, bir bölümünü ise tahmin bile edemiyoruz…" diye açıkladığı mektup/romanın bir bölümünü yayınlıyoruz.

Arslanoğlu www.insanbu.com adlı sitesinde daha önce de “Kemal,  Karl ve Celalettin Bugünü Konuşuyor” adlı resimli internet romanı yayımlamıştı:

BİRİNCİ BÖLÜM
Gölgeleriyle korku salarken bilinmezliğin ucubeleri, her ağızdan yalan sarkıyor.  

POSTA 1

Sayın Arslanoğlu,

Merhaba.

Gelecek güzel günlerin selamları üstünüze olsun. Ben aracıyım. Elçiye zeval olmaz. Zamanınızı biraz olsun aldığım için beni affedin. Yazılarınızı çok uzun zamandır izleyen bir okurunuzum. Sitenizi takip ediyorum. Her okur, her takipçi bir şey sorup danışsa nasıl baş edebilirsiniz. Bunun farkındayım. Kendimden az çok biliyorum. Kişisel bir sitem var.

Face kullanıcısıyım. Face’de birçok şey paylaşıyorum. Benim de kendi çapımda okurlarım olmakta. Uzatmayayım. Size bir şey danışmak istiyorum.

Kısaca yazayım, kısa yazmaya çalışayım. Bir fikir verebilecekseniz cevaplamanız sevindirir. Tabii zamanınız varsa. Her soruya cevap mı yetiştireceğim derseniz şu satırdan altını okumayabilirsiniz. Kısaca hayır deyin veya onu bile demeyin. O zaman bu maili yok sayın. Gücenmem. Ben kendimden biliyorum zaten. Her soruya yetişemiyorum. Bazı mailleri almamış sayıyorum. 

Konuya gelirsek. Meslektaşınız sayılırım. Psikolojiyle ilgileniyorum. Yarı profesyonel bir tarzda. Dediğim gibi bir face sayfam var. Bu face sayfam dolayısıyla yakınlarda arkadaş olduğum biri (bir kadın) bana bir şeyler sordu. Bazı kısa yanıtlar verdim. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Sorular devam ediyor. Ne şekilde yaklaşmalıyım. Kararsız kaldım.

Sorular birbiriyle fazla ilgisini kuramadığım iki konu üstünde. Bu face arkadaşımın yine face’de tanışıp arkadaş olduğu birinden gelen mesajlar. Bu problemin birincisi. Bu mesajlarda o kişi bizimkini uyarıyor. Neden kişisel resimlerini sık sık paylaşıyorsun, neden profil resmini sık sık değiştiriyorsun diye fırçalıyor. Kibarca uyarıyor sözüm ona. Bence basbayağı saygısızca. Bu eksibisyonizme giriyormuş. Oysa onun bu türden eksibisyonizme hiç ihtiyacı yokmuş. Bizimki bu kişinin sahte kimlik kullanan tanıdığı bir kişi olduğunu sanıyor. Karşıdaki kişi bunu inkar ediyor. Oysa şüphe kuvvetli. Kişiyi neden arkadaşlıktan çıkarmıyor diye soracaksınız. Çıkarmış, fakat mesajlar gelmeye devam etmiş. Mesajları engelleyebilir, artı onu şikayet edebilir. O kadar ileri gitmek istememiş. Çünkü sık sık gönlünü okşayan şeyler yazıyormuş. Bizimkinin zekası, paylaştığı şeyler falan hakkında. Cinsel bir taciz rengi yokmuş. Bana kalırsa taciz bir yana tehdit içeriyor. Fakat bizimki sadece zeka flörtü diyor. Niye kişisel resimlerini paylaşıyorsun sorusunda bizimki seksüalite görmüyormuş. Çünkü dekolte fotoğraf koymazmış. Falan gibi.

Anlaşıldığı gibi buraya kadarında öyle olağanüstü bir gariplik fark etmemişsinizdir. Bu face denen çılgınlığın felsefesi nedir? Bu fenomende doğru diye bir şey var mıdır? Başından aşağı yanlış bir mecra mı? O konularda sorular soruyor. Ben düşündüklerimi ilettim kendisine. Sizin fikrinizi bu denenler üstünde çok merak ediyorum. Yoksa yazmazdım.
Şimdiden uzadı. İkinci dilek ise bambaşka. Diyor ki, toplumsal olarak depresyon içindeyiz. Bütün dünya bu halde.

(Anladığım kadarıyla bu hanım yurt dışında çalışan bir Türk. Asıl ismi belli değil. Fazla bilgi vermiyor). Ben kendim ismimi veriyor muyum. Benimki takma. Aynı şey. Bunun için sizden özür dilerim. Bu mail adresi sadece sizinle yazışmak için demin aldığım bir adres. Asıl adımı vermek istemiyorum. Sizin tilt olduğunuz sıradan insani durumlardan ötürü. İnsan BU J

Evet, onu diyordum. Global olarak depresyon salgını yayılıyor. Her yıl daha can sıkıcı şeyler oluyor dünyada. Türkiye ruh karartmakta başı çekenlerden biri. Boğazımıza dek dehşete, vahşete batmışız. Kabus sanki. Kaçamadan, nefes alma fırsatı bulamadan içindeyiz. Çok garip gelişmeler. Birini anlayamadan öbürü çullanıyor üstümüze. Onu çözemeden başkası. Bizimki diyor ki, şu toplumsal depresyona iyi gelecek bir şeyler yazamaz mısınız sayfanızda. Hepimiz hasta olduk diyor. Bunu okur okumaz aklıma siz geldiniz. Tam da bunu görünce siz geldiniz. Bu teşhisi siz de koyuyorsunuz toplum için. Bir şeyler yapabilir miyim? Yapamaz mıyız? Toplu seans gibi bir şey. Veya siz başlatın. Benden çok daha tecrübelisiniz. Kaleminiz kuvvetli. Yazılarınızı beğenirim. Hiç değilse bazıları bende etkili oluyor, başkasında niye olmasın. Daha çok insana faydası dokunsun.

Bana ne önerirsiniz? Bu üç konuda, üç soruda?

Saygılar. Cevap verseniz vermeseniz teşekkürlerimle… Ama en azından okudum diye dönerseniz beni mutlu edeceksiniz.

Ümit T.


POSTA 2

Sayın Ümit T.,

İletinizi aldım, üstüne üstlük bir de okudum. Bu sanal iletişim çok garip bir şey. Çoğalalım, daha çok insanla iletişime girelim, tartışalım, fikirlerimiz böyle yayılsın diyoruz; ama sanal ortamla sağladığımız çoğalma da sanal oluyor.

Neyse, binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete. Hamama giren terler, ayrıca üzümünü ye çöpünü sorma. Bağını mıydı yoksa. Sanal üzüm yemeye devam edelim.

Şimdi dediğiniz gibi burada üç tane kallavi soru-sorun var. İsimlerin gizliliğine hiç girmiyoruz, ona artık takmadığımı söylemiş idim, zoraki alıştırdınız beni. Bunlardan ilki hayli özel, öteki ikisi özel yönleri de olan genel meseleler. Hepsi de ilginç elbette. Gönül ister ki bunları oturalım, geniş geniş konuşalım. Sanal oturmayı kast ediyorum tabii. Konu çok. Önemli konu da çok. Fakat hangi alanın gerçekliğine girsek konu derinleştikçe, ciddileştikçe ilgilenen insan sayısı tahmin ötesi azalıyor. İnsanlarımız, o güzel, o aydın, o çağdaş insanlarımız yarım saat bile olsa, on dakika bile olsa farklı bir kaynak okumak, emek vermek, düşünmek istemiyorlar. Yarım saat dayak mı yersin, yoksa aynı süre bir şeyi mi düşünürsün diye cehennemde seçenek verseler, bizim aydınımız inanın ki dayağı tercih eder. Yüzde doksan dokuz böyle, sağcısı, solcusu böyle. O yüzden biz de enerjimizi sakınımlı kullanmak zorundayız. Enerjinin sakınımı yasası.
Şimdilik keşke diyelim ve birinci soruda yoğunlaşalım. Buna yoğunlaşmak içinse daha ayrıntılı bilgiye ihtiyacım var. En önemlisi bu bahsi ne kadar önemsiyor “bizimki” dediğiniz kişi. Bunu bir tehdit olarak mı algılıyor, yoksa eğlenceli bir heyecan mı? Tehdit olarak algılayan o değil, sizsiniz galiba. İkincisi ise boşuna beni ve sizi meşgul etmesin. Uygun bir üslupla savın gitsin derim ben. Birincisi ise de yapabileceğimiz bir şey yok da... Ne söyleyeyim şimdi. Eğer önemsiyorsanız, ne yazıştığınızı bana daha ayrıntılı iletebilirsiniz.

Saygılar benden de, sevgiler.

K.A.  

POSTA 3

Merhaba Sevgili Arslanoğlu,  

Birden “sevgili” demeye başladım, çünkü içimden öyle geldi. Her görüşünüze katılmamakla birlikte sıkı okurunuz sayılırım. Romanlarınızdan bazılarını çok severim, makalelerinizin çoğu için aynı şeyi söyleyemem. Ukalaca girişim için affedin. Sizden bir cevap geleceğini biliyordum. Önce söylediğim gibi yanıt alamasam gücenmeyecektim. Fakat şimdi çok daha iyi.

Elbette bir kez kabul etmişsiniz diye bana kolunuzu kaptırmak zorunda değilsiniz. İstediğiniz an yeter bu kadar deyin. Kesinlikle gücenmem. Saygılı görünmek adına sınırları zorlayanlara katlanmak saygısızlığa prim vermektir.  Ancak baştan söyleyeyim. Bizim dilde obsesif ayrıntıcı denir ya, öyleyimdir. Biraz uzatıcı bir insanım. Fazla yayarsam uyarın. Dürüst olmak adına belirtmem gerek. Biraz yapışkanlık yapabilirim. Hafifçe aseton sürün üstüme. Bulamazsanız alkol dökün. Tercihimdir. Sökülürüm.

Sorumu (ilk sorunu) biraz ayrıntıya dökersek hızlı özetleyim. Bu kadının bende bıraktığı izlenim hayli güçlü bir kişilik. Tacize falan pabuç bırakacak biri değil gibi görünüyor. İsterse sanal olmasın. Kendisi böyle diyor zaten. Fakat aklının bir ucunda endişelendiği belli. Evli. Eşi bir yabancı. Bir reklam şirketinde çalışıyor kendisi. Eşi değil, eşi ne yapıyor bilmiyorum. Avrupa veya Amerika galiba. Belli değil. Çevresi geniş sayılmaz, dar sayılmaz. Reklam şirketinde tanıdıkları var, eşinin ailesi ve onun arkadaşları var. Birkaç eski sevgilisi var. Hiçbiri Türk değil. Çalıştığı şirketteki biri mi acaba diye kendine soruyor. Asıl endişelendiği hiç tanımadığı bir tanıdık çıkması. Yakınında dolaşan tanışmadığı biri. Böyle sapıklar dışarda bildiğim kadarıyla daha tehlikeli oluyor. Gavurun memleketlerinde. Mesela aynı binada başka ofisten biri. Komşusu falan gibi. Konuyu eşine açmamış. Pimpirikli biriymiş adam. O yüzden. Şirkette arkadaşı olan eski bir sevgilisine açmış sadece. Şimdi sevgili değillermiş. Sadece iş arkadaşı. Ö türde diyor. O da kapat hesabı, engelle falan demiş, pek üstünde durmamış. Bizimki demiş ki. Ona bundan sonra Sinapsgörl diyebilir miyim? Bir nickname bulayım, bizimki bizimki olmuyor. Sinapsgörl, artık takmıyorum diyor ama taktığı belli. Çünkü devamlı mesaj geliyor. Asıl ben mi onu engellesem J

Face felsefesi hakkındaki tartışmalarımıza gelince. Bu fenomen adı üstünde sosyal medya ağı. İnternet üstünden iletişim mecrası. Face olmasa başkası çıkacaktı. Ondan önce chat grupları yok muydu? Paylaşıyorsunuz bir şeyler. Birçok özel şey paylaşıyorsunuz değil mi. Ötekilerden tek farkı face var, yani yüz. Nereden geliyor feyiz, yani yüz. Güneş-Dil teorisine hiç sıcak bakmadığımı buraya saplayayım.

Ne diyorduk. Faceler, yani yüzler. Kişisel fotoğraflar. Profil resimleri. İsteseniz bunları koymazsınız. Yüzünüzü göstermek zorunda değilsiniz. Fakat o zaman işin büyüsü kaçar. Çünkü yüzünüzle var oluyorsunuz sanal piyasada ve yüzlerle iletişime giriyorsunuz. Suret diye bir film vardı izlediniz mi? Ne düşünüyorsunuz onun hakkında? Bruce Willis oynuyor. Kendinizi bir şekilde göstereceksiniz. Andy Warhol ne diyordu bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak. Televizyona çıkarak ünlü olacak. Warhol öyle diyordu. O tarafı tam doğru çıkmadı, televizyon tarafı. TV’den daha iyisi var şimdi ünlü olmak için. Face var artık. Herkes ünlü. Herkes yazar, herkes artist, herkes manken, herkes filozof.

Bunda kötü bir şey yok dedim. Sinapsgörl’e bunu yazdım. Bana aynen katılıyor. Kişisel paylaşımlar bir yönden komik tabii. Bazen bazı açılardan bayağı geliyor insana. Fakat öyle düşünmemek gerek dedim Sinapsgörl’e. Bunun masum bir yanı var. Masum değil. Yanlış sözcük. Günaha karşı face’i mi savunuyoruz sanki. Faydalı bir şey bu dedim. İnsani bir şey. Komşularla oturup konuşmuyor muyuz kafede, barda. Orada burada toplanıp sohbet etmiyor muyuz? Birbirimizin evleri önünde, işyerinde, çıkışta iki lafın belini kırmak için. Hep dünya sorunlarını mı tartışıyoruz. Konu komşuyla, arkadaşlarla bir araya gelince hep memleket mi kurtarıyoruz. Yeni çıkan romanlardan, filmlerden mi bahsediyoruz. Yok, pek çok zaman geyik yapıyoruz. Niye “geyik” deyip aşağı görelim dedim. Koskoca Resneli Niyazi’nin geyiği ne de olsa. Hiç yoluna gitmesin geyik. Geyik, meyik… Günlük hayat şeylerinden söz ediyoruz. Şuraya gittim, buradan şunu aldım, şununla tanıştım falan. Gittiğimiz tatil resortunun fotoğrafı içinde zortlamıyor muyuz, ne olacak.

Yaptığımız bungee jumpingle, yakası oyulmadık bir cangılla falan. Abartmayım, kim kendi çapında ne yapmışsa arkadaşına anlatacak doğal olarak. Bu face denen şey CNN değil ki, Hürriyet, Milliyet değil ki, kendi arkadaş grubuna açık. Sınırlı bir şey. Onlarla paylaşıyorsun. El aleme yayın yapmıyorsun.

Şu var diyeceksiniz, her arkadaşınızla aynı samimiyette misin? Bazısını sadece orada tanımışsın. O da görüyor. Ama kadınlar gününde o salondaki herkesi aynı ölçüde tanıyor musun! Orada ilk kez karşılaştığın biri var belki. Orta yerde kocanın dedikodusunu yaparken mahremdi! Face rezillikse o daha rezillik. Hac kervanı sayılmaz elbette face katarı. Fakat infernoya düşüş mü, hiç de bile! Bunları yazdım.

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum. Önemli bir sosyal problem veya değil. Önemli bir sosyal gelişme. Bir öyle düşünüyorum, bir böyle. Gerçi pozitif yönüne ağırlık veriyorum. Pozitif anlamda ciddiye alıyorum. Sinapsgörl aynı şeyleri demiş Blekmiror’a. Bu tacizciye Blekmiror diyeceğim artık. Tacizci diyerek günahını mı alıyoruz bilemem. Blekmiror demek uygun.

Blekmiror diyormuş ki, bunu öyle masum bir şey gibi savunma. Olgun insanların buna ihtiyacı yok. Reklam için kullan, işinde kullan. Kişisel paylaşım farklı bir şey. Başkasına ne senin o an hangi lokantada yediğinden, kime kadeh kaldırdığından? Nerede gezdiğini niye reklam edesin? Arkadaşlarına paylaştığın şey bu hesapta. Ben ne oluyorum, nereden arkadaşın oluyorum? (Şuna bakın hem suçlu hem güçlü.) Diyorsun ki seni arkadaşlıktan çıkardım. Ben yine görebiliyorum. Bir yolunu buldum görebiliyorum. Boşuna arkadaşlarının arkadaşlarına bakma. Onların görmesini engelleyebilirsin tabii. Ama ben o yolla görmüyorum. İsteyen bir şekilde görebilir. Hem arkadaşlarının arkadaşları niye görsün. Sadece arkadaşların niye görsün. Sen istiyorsun görsünler. Ben karışamam. (Asla tehditkar tarzda konuşmuyormuş. Sadece yüksek ahlak açısından eleştiriyor!) Altından dinsel duygular mı çıkacak, kişisel kıskançlık mı? Sinapsgörl bunu tahmin edemiyor. Bunlar yanlış diyormuş Blekmiror. Belki bu şekilde birçok insana atıyor aynı tarzda mesajları diye bir olasılıktan bahsettim. Olabilir, ama benim özelimi sanki biliyor diye cevap verdi. Beni özel anlamda belli niteliklerimle yüceltmeyi iyi biliyor. Başarılı bir kuröz. (Kur yapan, bunu ben uydurdum – kur yapmak: Türkçede karşıdaki kızı kendine meyletmesi için kurmak – Güneş Dil J - Olmadı mı?)

Sen diyormuş Sinapsgörl’e, belki siz diyordur. İngilizcede arada fark yok. Sen diyormuş, birçok konuya ilgisiz görünen bir sessiz misyonersin. Misyon sahibisin diyor. Misyonu “seçilmiş” anlamında kullanıyor. Yukarıdan seçilmiş kişi. Üst alemden. Tanrı katından? Ne yapalım, hayrını gör de diyebilirim. Sanırım öyle demem gerekiyor, henüz diyemedim. (Kendim için söylüyorum.) Fakat niye yalan söyleyeyim, bu seçilmişlik lafı benim de tüylerimi ürpertti. Bu Sinapsgörl anladığım kadarıyla, naçizane, saf gibi görünen, ilgisiz alakasız gibi görünen -neredeyse her şeye- bir sırlar perisi sanki. Aptal alim vardır ya hani psikolojide, otistikler falan. Onun gibi bir şeyi kast etmiyorum. Daha mistik bir şey. Mistik değilimdir hiç. Huu, altıncı his, beşinci boyut bilmem ne. Dalgamı geçerim. Fakat niye bende böyle bir duygu uyandırıyor? Sır belki de orada J Saykoluğu ve vel yevmil adır boyuttta yaşayanları estetize etmek?  

Sadede dönelim. Özeller uluorta sergilenirse bunlar insanlığı aşağı çeker. Mesaj özetle bu. Bunu herkes için söylemiyor. Bırakın ordinary people böyle yapsın, ne yaparsa yapsın, senin gibi elit bir insan neden böyle yapıyor. Seçilmiş insan niye böyle yapıyor? Buradan devam ediyor. Kızın face felsefesini sorması zaten ondan. Face, yüzler falan demiştim ya. Sinapsgörl yüzlerle ilgili acayip şeyler yumurtluyor. Yüzlerden anlamlar çıkarıyor. İleri boyutta anlamlar çıkarıyor. Hah, bakın bir de beni bununla tuttu kendine. Psikiyatrik bir durum sanmayın. Gerçi kefil olamam. Hiçbir şeyden emin olmamak lazım. Birkaç kez psikiyatrik seans almış. Dönem dönem ilaç kullanmış. Doktorlar bana çare gösteremedi diyor. Başlı başına kuşku çeken bir laf bu arada. Şu anda dert ettiği belirgin bir sıkıntısı yokmuş. Öyle diyorsa ne diyeyim. Eyvallah diyeyim.   

Batılı insan yüzlerinde ruh boşalmış diyor. Ruh çekilmiş. Apaçık belli. Suretler hep aynı. Görmüyor musun, diyor bana. Nasıl yani diye sordum. Sovyetler Birliği döneminden insan fotoğraflarına takmış bir zaman. Yüzlere odaklanmış. Yüzlercesi üstünde çalışmış. Aylarca. Ortak olan ne? İfadesizlik. Amerikan porno filmlerindeki, fotoğraflarındaki yüzler… Bir süre de onlara takmış. Reklamcılık açısından incelemiş bunları. Sonra manyaklığı olmuş. Ortak özellik şu bu yüzlerde: Ruhları çekilmiş, başka bir ruh girmiş içlerine. Aynı ruh. Aynı ruh aynı ifadeyi veriyormuş. Boşluk. Avrupa’daki yüzler, Batılı yüzler her geçen gün aynı hissi veriyormuş. Enteresan. O açıdan bakınca ben bile öyle görmeye başladım.
 

Devamı için tıklayınız...

Kaan Arslanoğlu
Gerçekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM