Konuya girmeden önce hemen belirteyim ki ben dilci (dil uzmanı) değilim ve bu yazıyı kaleme almaktaki amacım da kimseye çeviri dersi vermek değildir.
Bektaşi’ye sormuşlar, “sen ne bilirsin” diye, o da “haddimi bilirim” demiş. Benimki de o anlamda.
Edebiyatçılar Derneği’ndeki yenilgimden sonra (2009 kendimi Fransızcaya sürgün ettim (Je me suis exilé dans la langue française). Zaten Fransızca benim için hep yarım kalan bir aşk olmuştu. Artık bu sürgünlükte “hemhal” oluruz diye düşündüm. İki yıl nazlandı haspa ya, üçüncü yılda içtenliğime, kararlılığıma inanmış olmalı ki, aşkıma karşılık vermeye başladı. Birkaç şiirim de Fransızcaya çevrilip Frengistan’da yayımlanınca bu iş beni iyice sardı.
Elbette bu aşk, her ciddi aşk gibi, bana bir sorumluluk da yükledi. Okuduğum her Fransızca şiirde onun sesini duymaya başladım: Beni kendi ülkenin diline çevirmeyecek misin? Paylaşmaya değer bulmuyor musun yoksa?.. Fransızcadan Türkçe’ye çevrilmiş şiirleri okurken de, “Aslına bak, aslını oku!” diye uyarır oldu beni.
İşte geçenlerde Turunç dergisinde Apollinaire’in Le Pont Mirabeau (Mirabo Köprüsü) şiirinin bir Türkçe çevirisini okuyunca da aynı uyarı geldi ve şiirin Fransızcasını bulup okudum; Türkçe çevirisi ile karşılaştırdım. Bu şiiri başka çevirenler de olmuş mu, diye araştırınca dört çeviriye daha ulaştım. Hızımı alamadım ve bir çeviri de ben yaptım.
Söz konusu şiir çevirilerini ve benim denemeyi sunmadan önce, şu şiir çevirisi işi üzerine bir iki laf etmeme izin verin lütfen.
Şiir Çevirisi İşi!
Evet, şiir çevirisi bir iştir. Ciddi bir iş. Çevirenin yalnızca dil bilmesi yetmez, şair de olmalıdır. Ya da bir şairle birlikte yapmalıdır bu işi. Çünkü şiir, yeniden yazılmaktadır. Bir dilde üretilmiş olan başka bir dilde yeniden üretilmektedir. Salt aktarma değil, yaratıcılık da gerektirir. Çevirmen / şair, yaratıcılığını yapıtı yeniden üretirken gösterecektir. Amacı, yapıtın özgün biçimini, çevirdiği dilde en iyi biçimde temsil edecek, okurda aynı ya da benzer etkiyi yaratacak bir örnek sunmak olmalıdır.
Doğal ki ben “şiir çevrilemez” diyenlerden değilim. Şiirin çevrilmezliğini savlamanın, bana göre, kutsal kitapların çevrilemezliğini savlamaktan hiçbir farkı yoktur. Elbette çevrilemeyecek sözcükler, dizeler vardır. İşin içinden çıkılamadığı durumlarda, onları da özgün biçimiyle kullanmak gerekir. Bu bağlamda, gerekirse şiir metninin altına bir not düşülür ve çevrildiği dildeki yaklaşık anlamı verilir. Çeviriyi tadında bırakmak, zorlamamak gerekir. Hele de söz oyunlarının ve yazarından başka kimsenin anlayamayacağı birtakım kodlamaların sık kullanıldığı günümüzde bu bir zorunluluk halini almıştır. Buna karşın bazı çevirmenler, bunu dikkate almayarak, bu tür kullanımların mutlaka bir karşılığını koymakta ısrar edince, ortaya değişik durumlar çıkabiliyor. Bu duruma bir örnek verebilirim:
Robert Desnos’un “P’OASİS” adlı şiirini Türkçeye çeviren değerli bir yazarımız P’OASİS’i “Şİ’VAHA” diye çevirmiş. Fransızca sözlüklere baktım P’oasis diye bir sözcük yok, ama “oasis” var. Oasis, “Vaha, umulmadık güzel şey, sevindirici şey” anlamlarına geliyor, mecaz olarak da “barınak” yerine kullanılıyor. P’oasis ne ola ki diye düşünürken Türk Dili Dergisi’nde (TDK’nin değil, İstanbul’da Ahmet Miskioğlu’nun çıkardığı dergi) Mehmet Yalçın imdadıma yetişti:
“Desnos çöl ya da vaha anlamına gelen OASIS sözcüğünün başına P harfini getirerek ve P'yi apostrofla ayırarak P'OASIS biçiminde bir sözcük üretmiş. Burada Fransız okurların aynı anda hem OASIS sözcüğünü, hem de bir bütün olarak P'OASIS sözcüğünü rahatlıkla ayırt edebilecekleri yeni bir dil öğesi ortaya konulmuştur. Çünkü P'OASIS, Fransızca poesie'nin eski Yunanca kökeni poiesis'i çağrıştıran bir ses yapısı sunar. Ama bu çağrışım olanağı, o kökenle bağlantılı dilleri konuşanlar için geçerlidir. (Çevirmen) onu Şİ'VAHA olarak çevirmiş. Şİ'ÇÖL de diyebilirdi. Şİ' şiirin ilk iki harfi, VAHA da bildiğimiz çöl. Ama biz bunun şiirle ve çölle ilgili bir dil öğesi olduğunu, ancak özgün biçimi P'OASIS'le bağlantı kurduğumuz için anlıyoruz. Şİ'VAHA sözcüğünde Türkçe bilenlere ipucu olabilecek ve şiiri çağrıştıracak hiçbir belirti kalmamıştır. Bu, yalnızca bir harf düzenlemesinin çevirisidir, başka deyişle sesçil bir çeviridir, özgün biçimdeki şiirsellik yok olmuştur.”
Le Pont Mirabeau (Mirabo Köprüsü)
Apollinaire’in Mirabo Köprüsü şiirinin aslını ve Türkçe çevirilerini okuyunca “ikinci yeni şiiri yanlış çevirilerden doğmuştur gibi takılmalar yapılmasının pek de dayanaksız olmadığını” Memet Fuat gibi ben de gördüm. Türk Dili Dergisi’nde Sayın Prof. Dr. Ömer Demircan’ın “çevirilerin çoğu, önceki çeviri yayınların Türkçesi ve çevirmen adı değiştirilerek, sanki yeniden çevrilmiş süsü verilerek yayınlanmıştır….” saptamasına katılmadan edemedim.
(Şimdi burada şiirin özgün metnini ve çevirileri okuyunuz.)
Le Pont Mirabeau
Guillaume Apollinaire
Sous le pont Mirabeau coule la Seine
Et nos amours
Faut-il qu'il m'en souvienne
La joie venait toujours après la peine.
Vienne la nuit sonne l'heure
Les jours s'en vont je demeure
Les mains dans les mains restons face à face
Tandis que sous
Le pont de nos bras passe
Des éternels regards l'onde si lasse
Vienne la nuit sonne l'heure
Les jours s'en vont je demeure
L'amour s'en va comme cette eau courante
L'amour s'en va
Comme la vie est lente
Et comme l'Espérance est violente
Vienne la nuit sonne l'heure
Les jours s'en vont je demeure
Passent les jours et passent les semaines
Ni temps passé
Ni les amours reviennent
Sous le pont Mirabeau coule la Seine
|
Mirabeau Köprüsü
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından
Ve şu bizim aşkımız
Olur mu durasın şimdi anımsamadan
Sevincin geldiğini ancak acının ardından
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın
Ve aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın
Köprüsü altından kollarımızın
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi
Akıp gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Günler geçiyor günler haftalar yaman
Ve dönmüyor geri
Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü’nün altından
Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde
Çeviri: Cemal Süreya
|
Mirabeau Köprüsü
Mirabeau Köprüsü altında akan Seine
Akan sevdalarımız
Kısmete anmak mı düştü neden
Hiç gülmedi yüzüm ilkin üzülmeden
Gece gelir saat çalar
Günler var ki kaldım naçar
Eller ellerde yüzyüze kalalım da
Durmadan aksın dursun
Kollarımız altında
Yorgun ölümsüz bakışlar dalga dalga
Gece gelir saat çalar
Günler var ki kaldım naçar
Sevda geçer akan bu suyu andırır
Sevda gelir de geçer
Bazen yaşamak gibi ağır
Bazen umut gibi güçlü sarsıcıdır
Gece gelir saat çalar
Günler var ki kaldım naçar
Günler haftalar geçer ne gelir elden
Ne geçenden hayır var
Ne de geçip giden sevgililerden
Mirabeau köprüsü altında akan Seine
Gece gelir saat çalar
Günler var ki kaldım naçar
Çeviren: Necati Cumalı
|
Mirabeau Köprüsü
Bir Seine akar Mirabeau Köprüsü’nün altından
Bir de bizim aşkımız
Olur mu anımsamadan
Sevincin geldiğini acının ardından
Çalsın saat insin gece
Günler geçiyor bense olduğum yerde
Yüz yüze kalalım ellerin ellerimde olsun
Köprüsü altından kollarımızın
Sonsuz bakışlar dalgalar onca yorgun
Aksın dursun
Çalsın saat insin gece
Günler geçiyor bense olduğum yerde
Aşklar akıp gidiyor şu akan su gibi
Geçip gidiyor aşklar
Hayat öyle ağır öylesine yavaş ki
Ve umut da bir o kadar depdeli
Çalsın saat insin gece
Günler geçiyor bense olduğum yerde
Geçer günler geçer haftalar
Ve dönmez geri
Ne geçen anlar ne de sevdalar
Mirabeau Köprüsü’nün altından Seine akıp gider
Çalsın saat insin gece
Günler geçiyor bense olduğum yerde
Çeviren: Esin Aydın
|
Mirabeau Köprüsü
Seine akar Mirabeau köprüsünden
Ve sevimiz
Olur mu ansımak hemen
Sevincimiz sonraydı hep üzüntüden
Gel ey gece çal saat sen
Geçiyor günler kalıyorum ben.
Yüzün yüzüme karşı, elin elimde olsun
Akarken
Köprüsünden kolumuzun
Ölümsüz bakışlar, dalgalar bunda yorgun
Gel ey gece çal saat sen
Geçiyor günler kalıyorum ben.
Geçip gider sevi bu akarsu gibi
Geçip gider sevi
Yaşantı bir ağır bir ağır ki
Ve umut da öylesine öylesine ezici
Gel ey gece çal saat sen
Geçiyor günler kalıyorum ben.
Günler geçer haftalar geçer
Ne geçen an
Ne o sevilir döner
Mirabeau köprüsünden Seine akıp gider.
Gel ey gece çal saat sen
Geçiyor günler kalıyorum ben
Çeviren: Tahsin Saraç
|
Mirabeau Köprüsü
Mirabeau köprüsünün altından Seine nehri akar
Ve bizim aşklarımız
Neşenin kederden sonra geldiğini
Hatırlamış olsam da ne çıkar
Çal ey saat gel ey gece
Günler gelip geçiyor
Bense olduğum yerde
Hep yüz yüze kalalım el ele tutuşların
Ahengine uyarak
Bir köprü kuralım ki kollarımız altından
Yorgun dalgası geçsin o sonsuz bakışların
Çal ey saat gel ey gece
Günler gelip geçiyor
Bense olduğum yerde
Aşk da gelir geçer bu akan su gibi
Aşk da gelir geçer
Hayatı gibi ağır biz insanların
Ve taştan daha sert umudu gibi
Çal ey saat gel ey gece
Günler gelip geçiyor
Bense olduğum yerde
Geçer günler geçer günler haftalar
Ama ne geçmiş zaman
Ve ne aşkların geri döneceği var
Mirabeau köprüsünün altından Seine nehri akar
Çal ey saat gel ey gece
Günler gelip geçiyor
Bense olduğum yerde
Çevien: Ahmet Necdet
|
Mirabeau Köprüsü
Seine nehri akar Mirabeau Köprüsü’nün altından
Ve aşklarımız
Anımsatmalı mı bunu bana
Sevinçti hep daha sonra gelen acıdan
Çalsın saat gelsin gece
Günler gelip geçiyor
Bense hep aynı yerde
El ele yüz yüze duralım
Bir köprü kuralım kollarımızla
Aksın geçsin köprümüzün altından
Yorgun dalgalarla sonsuz bakışlar
Çalsın saat gelsin gece
Günler gelip geçiyor
Bense hep aynı yerde
Aşk da geçip gider bu akan su gibi
Aşk da geçip gider
Ağır ağır hayat gibi
Yaman yeğin umut gibi
Çalsın saat gelsin gece
Günler gelip geçiyor
Bense hep aynı yerde
Geçer günler geçer haftalar
Ne aşklar döner geri
Ne de o anlar
Mirabeau Köprüsü’nün altından Seine nehri akar
Çalsın saat gelsin gece
Günler gelip geçiyor
Bense hep aynı yerde
Çeviren: A. Kadir Paksoy
|
Çözümleme:
Şiir metnine yatay bakınca bir köprü görüyoruz. Dörtlükler köprünün gövdesi, ikilikler de altından suların aktığı kemerleri (gözleri).
Şiir, dört dörtlük ve dört de ikilikten (nakarat) oluşuyor. Dörtlükler (10-4-6-10) hece ölçüsüyle yazılmış, ikilikler de 7 heceli (heptasyllabe).
Noktalama yok, suyun akışı gibi.
Şiir metni, değişik anlamlar verilebilecek soyut bir metin (équivoque). Eylemler dilek kipinde kullanılmış (subjonctif). Bir duyguyu ya da bir düşünceyi benimsetme (imposer) amacı yok. Daha çok bir düşünceye dalma (méditation) var. Şair, yitik sevgilisini, köprüden gelip geçtikleri günleri, orada durup Seine nehrini seyre daldıkları zamanları düşünüyor. Bunları ona Mirabeau Köprüsü düşündürtüyor (anımsatıyor). Ama “aşklarımız” diyerek herkesin kendi aşkını düşlemesine de bir pencere açıyor. Ayrıca “köprü” birleştirici bir öge olarak kullanılıyor ve geçen zaman karşısındaki çaresizliğin tek avuntusu, tek dayanağı olarak betimleniyor…
Şiirdeki temel eğretileme (methaphore), eylemsizlik ve geçen zaman arasındaki karşıtlık (bakışımsızlık) üzerine kurulmuş. Köprünün duruşu ile şairin eylemsizliği / yalnızlığı; köprünün altından suların akışı ile hayatın / zamanın akışı özdeşleştirilmiş.
Su, aynı zamanda lirizmi sağlamak için, zamandan kaçışın bir elemanı olarak da kullanılmış ve Seine’de simgeleşmiş. Zamandan kaçışla yitik sevgili arasında da bir koşutluk var.
Şiirde suyun akışı ile sağlanan senfonik bir müzik (musicalité) duyuluyor. Bunu teknik olarak tamamlayan ögeler de şunlar:
- Dörtlüklerin (quatrains) ardından ikiliklerin (distique) gelmesi.
- Noktalamanın olmayışı.
- Dize sonlarındaki dişil uyakların (rime féminine) ve dize ortalarındaki yarım uyakların (“ou”, “eu”) yarattığı hafiflik (légérité).
- “s” ve “v” sesleriyle sağlanan aliterasyon (allitération) (13-14-2021. dizeler).
- Anaforlar (anaphore): “amour”, “ni”.
Duyumsama
Bu şiir beni önce çocukluğuma götürdü. Darende’ye Tohma Çayı üzerindeki Nadir Köprüsü’ne gittim. Sonra Adana’da Seyhan üzerindeki Taşköprü’nün üstünde buldum kendimi. Adana’da Sakarya İlkokulu’nda okurken onunla çok beraber olduk. Beni unuttuğunu sanmıyorum… Sonra Demirköprü geldi gözümün önüne. Sonra ülkemin diğer köprüleri: Malabadi, Şahruh, Dargeçit… Sonra yeryüzünün diğer köprüleri. Savaşlarda yıkılan, yeniden yapılan köprüler: Mostar… Köprüler köprülere köprü oldu. Tek bir köprüye dönüştü: Zaman…
Son çıkardığım derginin adını Köprü koymak istemiştim de, bir tutucu gazetenin bu adla bir dergisi olduğunu öğrenince hevesim kursağımda kalmıştı.
Edebiyat bir köprüdür.
İnsanla insan arasında, doğayla insan arasında, kültürler arasında, halklar – ülkeler arasında, dünyayla evren, evrenle insan arasında, ve hepsinden önemlisi, insanın kendisi ile içindeki insan arasında…
Eğer, edebiyatın – sanatın bir işlevi olacaksa, olmalıysa; bu, köprü kurmaktan başka ne olabilir!...
İnsanın insana yabancılaştığı, daha da kötüsü insanın kendine yabancılaştığı, her geçen gün doğadan daha da çok uzaklaştığı, çeşitli bahanelerle halkların birbirine düşürüldüğü, ülkelerin pervasızca işgal edilerek kadın – çocuk demeden yüz binlerin katledildiği, insanlığın ortak kalıtı müzelerin bile yağmalandığı, bin yıllık, on bin yıllık köprülerin yıkıldığı bu barbar çağda…
Değerlendirme:
Şiir çevirisinde, özgün metnin teknik yapısını çevrilen dilde de birebir kurabilmek elbette ki olanaksız gibi bir şeydir. Ölçü ve uyakların değişmesi olağandır. Ancak şiirin yazıldığı dilde, okurda yaratılan etkiyi çevrilen dilde de yaratabilmek için diğer ögelerin (anlam özdeşliği, eğeretileme, müzikalite) sağlanması önemlidir. Çok zorunlu olmadıkça özgün metne bağlılıktan ayrılınmamalıdır.
Biz de değerlendirmemizi bu bağlamda yapalım:
Cemal Süreya çevirisi
İlk dörtlükte, 1. dizede özgün metne bağlı kalınırken ikinci dizede “aşklarımız” “aşkımız”a dönüşmüş. Oysa şair (Apollinaire) “nos amours” diyor, yani “aşklarımız”. “Aşkımız” deseydi “notre amour” olurdu.
Üçüncü dizede de özgün metindeki anlamdan sapılmış. Burada anımsama değil anımsatma var: “Faut-il qu’il m’en souvienne”. Şaire köprü (il) anımsatıyor…
Yine üçüncü dörtlüğün son dizesinde, “zorlu, yaman, yeğin” anlamlarına gelen “violent” karşılığı olarak “depdeli” sözcüğü kullanılmış. Bence karşılamıyor. Bu, Türkçede yeri olan bir sözcük değil. Çok deli yerine “depdeli” dendiğini duymadım. Çok deli yerine ya da deli’yi pekiştirmek için “zırdeli” denir. Ki o da buraya hiç uygun değil…
Özgün metindeki temel eğretilemeye bağlı kalındığı, ancak, dize sonlarındaki uyak düzenini sağlamak için sözcük seçimi ve söz diziminin zorlandığı görülüyor. Bu da şiirdeki müziğin duyulmasını / duyumsanmasını engelleyen önemli bir etken.
Necati Cumalı’nın çevirisi
Necati Cumalı, ilk dizede Seine’e sesleniyor. Oysa şair özgün metinde Seine’e seslenmiyor, Seine’i anlatıyor… “Aşk” burada, özgün metindeki gibi çoğul, ama, köprünün şaire anımsatması yok.
İkinci dörtlüğün ikinci dizesi (Durmadan aksın dursun)’nin Necati Cumalı gibi usta bir şairin dizesi olduğuna insan inanmakta zorlanıyor…
Cumalı’da da özgün metindeki müziği duymak zor.
Tahsin Saraç’ın çevirisi
Saraç, hem Fransızcacı hem de ozan. En iyi çeviri ondan beklenir; ancak, onda da umduğumuzu bulamıyoruz.
“Seine akar Mirabeau köprüsünden” diyor. “Altından” sözcüğünü dizeden atmış. Oysa Türkçede su köprüden akmaz, köprünün altından akar. Örneğin “köprülerin altından çok sular aktı” denir, “köprülerden çok sular aktı” denmez. Köprüden akış, köprünün üstündeki kalabalık için kullanılır…
Saraç’ta da uyak düzenini sağlamak ve öz Türkçe sözcükler kullanmak için (aşk=sevi) zorlama var. Müzik tamamen yok olmuş. İkilikler kakafoniye dönüşmüş…
Ahmet Necdet’in çevirisi
İlk dörtlüğün ikinci dizesindeki “bizim” sözcüğü fazlalık.
Onda da köprünün şaire anımsatması yok…
Ancak çeviriler içinde en başarılısı, en rahat okunanı onunkisi…
Esin Aydın’ın çevirisi
Esin Aydın, ilk dörtlüğün ilk dizesini değiştirmiş. Bu dizeye şiirin özgün biçiminde olmayan “bir” sözcüğünü eklemiş. Türkçe kulağa hoş geliyor; ama, burada anlam bozulmasına yol açıyor. “Bir nehir akar, Seine derler adına” gibi bir dize kursaydı, olabilirdi; ama, “Bir Seine akar” denince, sanki başka Seine’ler de varmış çağrışımı yapıyor. Burada özne belli olduğu için “bir” fazlalık.
Esin Aydın’ın çevirisinin geri kalanı Cemal Süreya’nın çevirisi ile hemen hemen aynı. Dizelerde yapılan değişiklikler yer yer anlam bozulmasına ve kakafoniye neden olmuş:
Olur mu durasın şimdi anımsamadan = Olur mu anımsamadan
Sevincin geldiğini ancak acının ardından = Sevincin geldiğini acının ardından
Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın = Yüz yüze duralım ellerin ellerimde olsun
Ve aksın dursun = Aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın = Sonsuz bakışlar dalgalar onca yorgun
Köprüsü altında kollarımızın = Köprüsü altında kollarımızın
Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi = Aşklar akıp gidiyor bu akan su gibi
Akıp gidiyor aşklar = Geçip gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki = Hayat öylesine ağır öylesine yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli = Ve umut da bir o kadar depdeli
A. Kadir Paksoy’un çevirisi
Paksoy’un çevirisi de Ahmet Necdet’in çevirisine yakın. Zaten kendisi de söylüyor, Ahmet Necdet’in çevirisini iyi bulduğunu. Herkesi eleştirirken ona fazla toz kondurmamış. Madem ki bu kadar tutmuş A. Necdet’in çevirisini, neden yeni bir çeviri denemesine girişmiş, anlamak zor. “Bakın işte, ben de Fransızca biliyorum, ben de varım bu işte” demek istiyor galiba…
Ama kendisini tanıdığım kadarıyla eleştiriye açık biri, kendisine eleştirinizi gönderebilirsiniz. E posta adresi: a.kadir.paksoy@gmail.com
Sonuç
Şiir çevirisi işi, netameli bir iştir. Çevirenin hem kendi şiirini yazması, hem de başkası olması demektir. Bu yüzden tuzaklarla doludur. Çeviren, özgün bir metin ortaya çıkarmak isterken özgün metne yabancılaşabilir, özgün metne bağlı kalmak isterken de yapaylaşıp yavanlaşabilir.
Kısaca, çeviri şiir, iki dil arasında bir köprü kurmak demektir. Ancak, köprü kurayım derken, İstanbul Boğazı’nda olduğu gibi, çevreyi mahvedebilirsiniz...
Yeni Turunç Kültür-Sanat Dergisi, Haziran-Eylül 2012, Sayı: 5-6
YORUMLAR