Son Dakika



Şair Seçkin Zengin’in hazırladığı ve Şiiri Özlüyorum Kitaplığı’nda yayınlanan Eleştiriye Bakış kitabı eleştirinin eksikliğinin çekildiği tam bu zaman diliminde vahada su bulmak gibi. Türkiye’de az çok eli eleştiriye bulaşmış dergilerde kitap eklerinde yazmış hemen hemen herkesten eleştiri üzerine düşüncelerini istemiş; ancak 33 kişi yanıt göndermiş. Bu da azımsanacak bir sayı değil. Eleştiri üzerine bu denli meraklı olma, önemseme ve akıl yürütme az şey değil.

Yanıtların hemen hemen tümü eleştiriyi bütün yönleriyle irdeleyebilen, eksikliğinin nelere yol açacağını bilen, tahminin üzerinde bir yetkinlikte; belli bir düzeyin üstünde yanıtlar.


Seçkin Zengin belki bir önsöz yazmamış ama yazdığı “Sonsöz”de bu değerli kitabı nasıl bir bilinçle hazırladığını açıklıyor:

“Bu çalışmanın temel amacı, gelecek kuşaklara belge bırakmaktır. Edebiyatta eleştiri her zaman için güncelliğini koruyan bir konudur. (...) Çalışmanın başlangıcında 100 kişiden görüşlerini alma düşüncesinde olmamıza karşın 33 kişi yorum gönderdi. Bu kitabın gelecekte bu alanda çalışma yapmak isteyen insanlara katkısı olacağını umut ediyorum.”

Seçkin Zengin, sanal ortamda belirlediği kişilere yalnızca “Eleştiri nedir?” sorusunu yöneltmişti.

Soruşturmada eleştirmen kabul edilip eleştirinin ne olduğunu anlamamış kişilerin olması da ilginç. Kitapta, eleştirinin bir eser hakkında “yargı” bildiren, “iyi” ya da “kötü” olduğunu söylemesini tu kaka ve ayıp sayan kişilerin yanıtları da var.

Eleştiri önceden yazarın değerli bir eser ortaya koyduğunu kabul etmeli,  ancak ondan sonra eserin edebiyat “ontolojisi” içindeki yerini belirlemeye, “eseri anlamaya” çalışmalıymış. Eleştiriyi yazarın eserle hedeflediğini ne derece başarıp başarmadığını “belirlemeye çalışma” işine indirgeyip eleştirmene yazarın bir tanıtıcısı bir uşağı olmayı layık gören böyle çarpık görüşlerin de olması, belki de son yirmi yılda edebiyatımızın hangi anlayışların elinde kaldığını anlamada itiraf niyetine yararlı oluyor.

Bu anlayış, Türkiye’de son “yirmi yıl”da eleştiri yazanların “eski” eleştirmen anlayışından kurtulup “edebiyatçıları hizaya getirmek, belli kuramları dikte etmek” yerine “yapıtlarını anlamaya” yönelmiş olmasını, bir anlamda “eleştirel” bilincin yok sayılmasını sevinçle karşılamış!

Sevgili Seçkin Zengin’e benim gönderdiğim bu postmodern bulaşık kafa karışıklığına modernist bakışla yanıt niteliğindeki görüşlerimin tamamını kendisinden izin alarak aşağıda yayınlıyorum:

 

ELEŞTİRİ ÜSTÜNE

Ahmet Yıldız (Yazar)

(www.gercekedebiyat.com yayın yönetmeni)

 

Eleştiri çağdaş bir kavramdır. Modern hayatın bir ürünüdür. Feodal dönemde yazıya dökülmüş bir eleştiri bulmak zordur. Sözlü eleştirinin bile bedeli kelle götürmek olabilmektedir sıklıkla; beyin, padişahın, kralın iki dudağı arasındadır karar. Nef'i'nin akıbetini anımsayalım… Ancak bizim burada söz ettiğimiz, başı sonu belli çağdaş eleştiri üzerinedir.

Eleştiri çağdaş bir kavramdır derken sanatın ve edebiyatın ilerleyişi için olmazsa olmaz bir iştir. Bir sanat yapıtı için iyidir ya da kötüdür denmediği bir sanat ortamı, bir uygarlık düşünebiliyor musunuz? Olumlu ya da olumsuz nasıl eleştiri olursa olsun dikkate almayanlar, katlanmayı bilmeyenler ya da eleştirmene gereken değeri vermeyenler büyük yanlış yaparlar. Toplumlar da öyledir. Çağdaş demokratik toplumlar muhalefetin (eleştirinin) yapılabildiği toplumlardır dikkat ederseniz.

Sanat ve edebiyat eleştirisi belalı bir iştir. Eleştirmen yalnız insandır, öyle olmak zorundadır. Tek başına yaşamaya mahkum eleştiri yazarken de ikinci bir kişiden rahatsız olan insandır. Sonuçta fasit bir dairenin içinde dünyanın en pahalı işini yapar, ömrünü harcar…

Gerçek eleştirmen kendine gönderilmiş kitapları ele almaz çoğunlukla, kendisinin okuyup yazı yazmasını gerektirecek kitabı kendisi bulur, kendi parasıyla satın alır. Gönderilmiş kitapla eleştirmenin satın aldığı kitap arasında büyük tercih farkı vardır.  Zaten kitap ve edebiyat ortamındaki son tartışmaların güncelliği ona hangi kitabı ele alması gerektiğini söyler.

Eleştiri belalı iş eleştirmenlik zor iştir dedik. Yazarın şairin kitabını alırsın, bir de onunla ilgili yazılmış kitap yazı vs. arar bulursun. Günlerce üzerine yazı yazma sancısı yaşarsın, günlerini verip iyi bir yazı çıkarırsın! İçinde yazarın ya da yayıncının ya da edebiyat bürokrasisinin beğenmediği bir şey varsa bunca emeğinin karşılığı değil maddi kazanç değil bir (manevi) alkış, nefret eden bakışlar, dışlanma, kitaplarının yayınlanmasında çıkarılan zorluklar, arkandan konuşma olarak sana geri döner.

Ama ünlü eleştirmen Raymond Williams’ın dediği gibi, “Çoğu eleştirmen doğal bir şövalyedir” sözünü, yine şimdi adını anımsayamadığım bir düşünürün “Eleştirmenler aylak, işsiz, boşta gezer, ama söyledi mi tam söyleyen insanlardır...” sözünü anımsatmak isterim. Fazla samimiyette bulunmaması eleştirmenin özgürlüğüdür bir anlamda ama yalnızlığıdır da. Edebiyat tarihi ve etiği açısından baş tacı edilmesi gereken insandır eleştirmen ama gerçekte edebiyat “sektörü”nün içinde yaşaması cehennem azabıdır.  Bütün bu zorluklara karşın gerçek eleştirmen yayınevlerinin peşinden değil önünden giden insan olmalıdır. Bu anlamda edebiyatta eleştiri türü, roman, şiir, denemenin tersine en zor, en vefasız edebiyat türüdür.

Eleştiri, postmodern yıllarda (90'ların başından 2010'a kadar olan dönem diyebiliriz)  kendini akademisyenlerin sıcak kucağına bıraktı. Ama eleştirmenler dünyada olduğu gibi Türk edebiyatında da başarılı olmadılar. İoanna Kuçuradi'nin belirttiği gibi "eleştiride etik" yan akademisyenlerin elinde yok oldu.  Eleştiriyi kendi yarattıkları bir takım kavramlarla eleştiriyi akademik hiyerarşide yükselmek için bir araç olarak kullandılar.

Terry Eagleton, “Eleştiri akademik çevrelerin kucağına kendisini bıraktığında belki kendi güvenliğini sağladı” diye yazmıştı. Ama sonuç, etik olanın teknik olana yenilmesidir. Bu da eleştirinin toplumsal olarak sahip olduğu saygınlığından ve etkinliğinden feragat etmesine neden olmuştur. İlk elde eleştiri ve eleştirmen açısından acı bir durum; ama sanatçı ve sanat yapıtı açısından daha da vahim! Akademisyenlerin Samir Amin'in işaret ettiği "entelektüel modalar"a göre yazar/şair seçtiklerini söylemek isterim. Ayrıca tez hazırlar gibi yazdıkları eleştiri yazıları okurda zihin ölümünden başka bir şeye yaramadı.

Oysa eleştiri bir cerrahın ameliyat masasında hastası hakkındaki dikkati ve duyarlılığı kadar önemli bir hayatiyettedir edebiyat için ve toplumlar için. İnsanlığın ilerleyişi eleştiriyle mümkündür. Yalnızca eleştiren kafa yaratıcıdır. Eleştirmen tanrılaştırılmış bir yazar/şair ondan palazlanan edebiyat "sektör"ü ve eleştirel bilincini yitirmiş taraftar okur karşısında yapayalnızdır. 

Eleştiride etik'ten söz ettim yukarda. Bu çok önemli bir kavramdır. Bir eleştirmen hangi kıstaslara göre kalemini oynatacaktır? Aristo, Kant, Schopenhauer, Nietzsche bu konuda hayli kafa yormuşlardır.

Akademisyenlerin ve postmodern dönemin edebiyat bürokrasisinin dayattığı "eleştirmen tarafsız olmalıdır" sözü büyük bir yalandır. Modern eleştirinin kurucusu saydığım Baudelaire eleştirmenlerin “Taraflı, tutkulu ve siyasi” olmaları gerektiğini iddia etmektedir. Çünkü bir tavır olmadan eleştiri de ol(a)maz. Övme ve yerme isteği taşımayan birisi niçin eleştiri yapmalıdır? Ya da yapar?

Taraflı olmalı, çünkü eleştiri nesnesini ancak böyle karşısına alabilir. Bir şeyi karşısına almadan hiçbir eleştirmen görevini yerine getiremez. Bir başka deyişle bugün Türk edebiyat eleştirisine musallat olmuş virüs gibi, eleştirdiği metnin bir parçası olmaktan kurtulamaz; kitap tanıtıcısına dönüşür!

Gürsel Aytaç'dan okumuştum; Walter Benjamin'in eleştirmenlere verdiği öğüt şöyledir: “Taraf tutmayan açmasın ağzın!” Bu da Benjamin'in sözüdür: “Ancak mahvetmesini bilen eleştirebilir!”

Baudelaire, eleştirmenlerin “Taraflı, tutkulu ve siyasi” olmaları gerektiğini iddia etmektedir. Çünkü bir tavır olmadan eleştiri de ol(a)maz. Övme ve yerme isteği taşımayan birisi niçin eleştiri yapmalıdır? Ya da yapar?

Taraflı olmalı, çünkü eleştiri nesnesini ancak böyle karşısına alabilir. Bir şeyi karşısına almadan hiçbir eleştirmen görevini yerine getiremez. Bir başka deyişle bugün Türk edebiyat eleştirisine musallat olmuş virüs gibi, eleştirdiği metnin bir parçası olmaktan kurtulamaz; kitap tanıtıcısına dönüşür!

Görüldüğü gibi maalesef hep Batılı yazarlardan alıntı almışım. Aslında her okur doğal bir eleştirmendir. Ama Türk edebiyat eleştirisi Batı'dan etkilenmiştir. Hiçbir zaman kendine özgü bir eleştiri felsefesi oluşmamıştır. Batılı edebiyat akımlarına göre şekillenmiştir diyebiliriz. Batı'da yapısalcılık mı, bizde de yapısalcı eleştiri denemeleri başlar, postmodernizm mi bizde de postmodern eleştiri yani kitap tanıtımı her şeyi siler süpürür.

Bir anlamda eleştiri orta sınıf terbiyeciliğidir, sapmayı cezalandırır, ihlalleri bastırır; bunu da etik yolunda yapar. Aklı başında bir edebiyat kamuoyu oluşturmaya çalışır.

Ben yüz sayı Edebiyat ve Eleştiri adlı dergi çıkarmış, Kertenkeleler ve Edebiyat (Papirüs 2004), Büyük Yapıtlar Küçük Yapıtlar (2014)  adlı iki eleştiri kitabı ve yüzlerce yazı yazmış bir eleştirmen olarak Türk edebiyat eleştirisinin kendine özgülüğünün belirtileri ve "felsefesi"ni şöyle özetleyebilirim: Türk edebiyat eleştirisi eleştirmenin öznel düşüncelerinin ağır bastığı "cevval" bir dile sahip Alman eleştiri geleneğine benzer olması gerek. Bir yapıtın karşısında öznel yani samimi düşüncelerin -olumlu veya olumsuz olması önemli değil- sanat yapıtı ve sanatçı için hem öyledir hem böyledir diyen "tarafsız eleştiri"nin karşısında altın değerindedir çünkü.  

Ahmet Yıldız (Eleştiriye Bakış, s. 11)

GERCEKEDEBİYAT.COM

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM