Son Dakika



İçeriyi dışarıya göre ayarlamak Comte’un dayanmış olduğu ilkelerden biridir. Tam tersine, her zaman dışarıyı içeriye göre ayarlamaya çalışan iddialı bir düşünce tarzı bu görüşe karşı çıkmaktadır.

Bu ise, var olan şeyleri düzeltmek, yeni bir şeyler yaratmak veya icat etmek demektir. Üç dört saatini dünyanın varlığını ispat etmekle geçiren profesörler olduğu herkesçe bilinmektedir; gülünç bir şeydir bu. Dünyanın varlığından daha sağlam hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey bizi bu derece kıskıvrak bağlamaz. Bunun kadar delile ihtiyaç göstermeyen başka hiçbir şey bulunamaz. Esasen burada delilin yeri yoktur; var olan şey ispat değil, olsa olsa tespit edilir. Bu bir yana bırakılacak olursa, geriye sözde problemin altındaki gerçek problemi çözümlemek kalır.

İnsanlar dünyayı rahatça unutabilmektedirler; gözlerini dünyaya çevirmekten hoşlanmamaktadırlar; kendi yarattıkları şeyleri, nutuklarını, yazılarını, devletlerini, kanunlarını tercih etmektedirler.

Hemen hemen bütün yönetim mekanizmasını belirleyen belgelere ve delillere göre hüküm verme alışkanlığının, gerçek durumun tam bir tasvirini yapmamıza engel olduğunu itiraf etmek gerekir. Oysa böyle bir iş için, herhangi bir tercihte bulunmaktan kaçınmak, tenkit etmeyi küçümsemek ve cesaret ister: Eşine az rastlanır yiğitçe davranışlar...

Nesnelerin bir bilançosu yapıldığı zaman, hepsi de hoş olmayan birtakım gerçeklerle karşılaşırız ve bu gerçekler bizi, zekâsı kıt olan kimselerin mutluluğunu teşkil eden delillere başvurma alışkanlığına kapılmaktan alıkoyar: “Beni dinleseydiler!.."

Bence bu cümle bir insan hakkında kötü bir hüküm vermeye yeter. Artık var olmayan bir şeyin, herhangi bir faaliyet için gerçek bir hareket noktası olamayacağı apaçıktır. Faaliyet ise her zaman için akla uygundur ve sağlam bir temele dayanmalıdır. Kurallara ihtiyaç duyan düşüncedir; objelere ihtiyaç duyan da düşüncedir. Böyle olunca, artık var olmayan şey, düşünce için ne hareket noktası ne de dayanak olabilir. Bu, yalnızca, artık var olmayan şeyi düşünmenin hiçbir faydası olmamasından değil, fakat onu düşünmenin mümkün olamamasından da ileri gelmektedir. Aksi takdirde, abuk sabuk konuşmaya başlarız. Bence, ancak hâlen var olan bir şey hakkında hüküm vermek mümkündür ve daha önce bu şeyi olduğu gibi kabul etmek gerekir.

Delilerin saçma sapan muhakemeleri beni hiç de şaşırtmamaktadır. Hatta onların abuk sabuk konuşmalarında geçer olarak kabul edilebilecek bir mantık belirtisi bulmak da güç değildir ve bu mantık pekâlâ herhangi bir tartışmacınınkinden daha iyi olabilir.

Deliyi deli yapan şey, var olan şeylerle teması  kaybetmiş olmasıdır; var olan şeyleri artık görmemekte, görmek istememektedir. Tam tersine, kendi kendine yürüttüğü muhakemelere göre olgular icat etmektedir. Kendisine eziyet edildiğini zannetmektedir; çok iyi hazırlanmış bir entrikaya kurban gittiğini ispat etmeye çalışmaktadır; fakat bütün bunlar, insanlar ve karakterler hakkında önceden edinmiş olduğu bir fikre göre tasavvur edilmiştir. Herhangi bir karşılaşmanın yerini ve saatini size söyleyebilmektedir; böyle bir karşılaşma gerçekten olmuştur diye düşünmektedir, çünkü olması için akla uygun ve açık sebepler vardır. Bütün düşüncelerimizin hasta noktası işte buradadır. Bu, daima var olan şeyi gidip görecek ve ona dokunacak yerde, varlığını muhakeme ile ispat etmek istemekten ileri gelen bir hatadır. Kendini herhangi bir tutkuya kaptırmış olan bir kimse, bu derece basit bir fikri bir an için göz önünde tutacak olsa, kendisinin de deliler safında yer aldığını görecektir. Bunun hiç de hoş bir şey madığını itiraf etmek isterim.

Bununla beraber, insan bu duruma nasıl geldiğini anlayabilirse, kendisini deli olarak görmesinde pek sakınılacak bir taraf yoktur. Oysa çocukça bir düşüncenin aşırı bulanıklığı, böyle bir düşüncenin her zamanki tavrı olan acelecilik ve duyularımızın etrafında dönüp duran toz bulutu, bütün bunlar, toplamış olduğumuz bilgilerin büyük bir ihtimalle yanlış olduğunu yeterince açıklamaktadır.

İnsanın çılgınca inançlarının en büyük kısmı çocukluğundan gelmektedir. Bu yanlış inançları bize dadılarımız aşılamaktadır. Gökkuşağının, güneş veya ay tutulmasının, kuyruklu yıldızın karşısına bu şekilde silâhlanmış olarak çıkarız. Tarih bize bir şeyler öğretir, ama asıl öğretmek istediği şeyler bunlar değildir. Çünkü tarih, insanın inanabildiği saçmalıkları bir araya toplamaktadır ve bu eninde sonunda son derece avutucu bir şey olarak görünmektedir. Mademki her insan elinden geldiği kadar düşünceyi kurtarmak zorundadır, o hâlde bu büyük görevin hemen ulaşacağımız bir şey olduğunu düşünebiliriz. Tarihi şu ya da bu şekilde hor gördüğümüz zaman, hüküm veriyoruz demektir. Tarihin düşüncemize şekil verdiğini ileri sürenlerin onu bu şekilde anladıklarını sanıyorum. Aslında yanılıyoruz.

Felâketlerimizi o derece arttıran böyle bir cüretli muhakemeyi geliştiren bütün yolları tıkamaya gayret ederken, herkesin faydalanabileceği şu ilkeyi pratik bir kural olarak aldım: “Yapmış olduğumuz bir muhakeme ile var olduğunu kabul ettiğimiz şey, hiçbir zaman gerçek değildir.” Gizli bir toplantıda konuşulmuş olan şeyleri keşfedebilirsiniz; parlak bir şekilde fikir yürütebilirsiniz; bu durumda benim size karşı söyleyebileceğim şey, yalnızca, Montaigne’in pek sevdiği şu küçücük cümledir: “Hiç de öyle değil!”

Bu kısa cümle bize epeyce meydan okumaktadır. “Peki, bu konuda siz ne biliyorsunuz?” diyebilirsiniz. Benim bildiğim şey şudur: Bir muhakeme, hiçbir zaman çeşitli unsurlardan meydana gelmiş bir gerçekle çakışamaz ve onunla uzlaşamaz. Dünya o derece çeşitli şeylerle dolu ve en küçük bir vakada bile işe karışan birçok faktörden hangisinin daha fazla rol oynadığını ölçmekten o kadar uzağız ki!

Ey tutkularına göre hareket eden adam! Seninle bu konuda ve hiç tereddüt etmeksizin bahse girebilirim. Şuna eminim ki, olup biten şeyler, senin “böyle olması gerekir” diye ispatlamaya çalıştığın şekilde olmamıştır ve olamaz. Mümkünse gidip bakalım. Her seferinde ben kazanacağım!

Fakat şuna dikkat etmek zorundayız: Eğer sevgi veya hırs yüzünden o şeyle ilgileniyorsam, o takdirde ben de tespit edecek yerde hüküm vermeye kalkacağım demektir. Hüküm vereceğim, böyle olunca da her seferinde ben kaybedeceğim. Bu duyum, yukarıda söz konusu etmiş olduğum ilkenin, bir uyarıcı olarak burada da işe yaramasına engel değildir. Birçok kere, beklediğim hâlde gelmeyen bir mektubun niçin gelmediğini keşfetmeye çalışırken bu ilkeyi denemek fırsatını buldum. Çok iyi bir şekilde muhakeme ediyordum ve kendi kendimi ikna edebiliyordum. Buna rağmen, şu sözleri söylemek de bana iyi geliyordu: “Gerçek değil ki bu! Gerçekten var olan şey ispat değil tespit edilir.”

Minerva veya Bilgelik, Alain, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2018, s.31. Çev. Ayda Yörükan)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM