Son Dakika



DARISI HÜZÜN

Bildiğiniz gibi hafta başında, Suriye ile Türkiye arasındaki en önemli geçiş noktalarından biri olan Cilvegözü Sınır Kapısı’ndaki tampon bölgenin Türkiye bölümünde patlama olmuştu. 14 kişi hayatını kaybetmiş, 25 kişi yaralanmıştı. Hayatını kaybedenlerden 15 yaşındaki İbrahim Yalçınkaya’nın hikâyesi, ölüme, yok oluşa direnen bir hikâye. Başkası için kayda değer olan, bizim için pek olmuyor, yine olmayacak ama, elimden yazmaktan başka bir şey gelmiyor.

Seyyar satıcılık yaparak ailesinin geçimini sağlayan Hüseyin Yalçınkaya'nın, ilköğretim okulu 8. sınıf öğrencisi oğlu İbrahim, sömestr tatilinde ailesinden izin alarak çalışmaya başlamıştı. Reyhanlı ilçe merkezinden 12 kilometre uzaklıkta bulunan olay yerine, siparişleri bisikletiyle ulaştırmaya çalışıyordu. Aslında o gün okulların açıldığı ilk gündü. Okulunda olması gereken İbrahim, ''ilk gün ders olmaz'' düşüncesiyle okula gitmedi. 7 lira yevmiye karşılığında çalıştığı dönercinin siparişleri için sınır kapısındaydı. İkinci dönemin ilk zil sesi yerine, patlama sesini duydu.

Okuduğum haberlerden birinde şu cümlelere rastladım: Yaşadığı acıyı, ''Anlatamıyorum!'', diye nitelendiren baba, ''Dün sabah okula gitme konusunda tartıştık. Bana bugün okuldaki derslerinin boş olacağını söylemişti. Dün sabah oğlumu çalışırken gördüm. Hatta okula gitmesi için tokat bile attım. Ama bana, 'Bugün son baba!' dedi.''

“Savaş olunca ilk ölen gerçektir.”diyor, İngiliz romancı Rudyard Kipling. Gerçek ölürse kader başlar. İnsanın kaderi de hep ekmek parasında. Bir ölünün hayatını sondan başa doğru takip edin, ucu mutlaka bir ekmek parası hikâyesine dayanır. Sınırdaki paket servis de bu yüzden ölümle noktalandı. İnsan kaderini cebinde taşır. Tıpkı İbrahim gibi.

Ne diyeceğimi bilmez halde yazıyorum. Ne desem gürültü, uğultu... Savaş önce sınırlara sıçrıyor. Hatta kapıdan giriyor diyebiliriz. Bu patlamada, aslında okulda olması gereken bir çocuk da öldü. Kim hesaplayabilirdi? Hem de babası “Sabah iki tokat çekmeme rağmen beni dinlememiş, işe gitmiş!”, diyor. Dürüm servisi yaparken bomba patlıyor ve hem kendisi hem dürümü götürdüğü kişi hayatını kaybediyor. Savaşın hikâyesi tek tek insanların hikâyesidir aslında. Belki tek tek bireylerin hikâyeleri bir araya geldiğinde, savaşların da iki yakası bir araya gelir diye yazıyorum. Bu hayale inanmak istiyorum.

Üç kişi bir aracı park edip çekip gidiyor, ardından hayatlar kararıyor. Haberin görüntülerinde, yerde kan gövdeyi götürüyor, havada ise simsiyah dumanlar. Acının o anda aldığı şekil bu. Gazetecilerin “yürek burkan olay” dedikleri bu. Adamlar mantar tabancası patlatır gibi bomba patlatıyorlar. Biz de kimin yaptığının peşine düşüyoruz. Ben bu yazıyı yazarken, aracın Suriye tarafından gelip gelmediğini tartışıyorlardı, hangi örgütün yaptığını araştırıyorlardı. “El Muhaberat da olabilir, başka örgüt de...” deniyordu. Bu haberleri izlerken aklımdan hep şu soruyu geçiriyordum: “İbrahim’in bisikletine ne oldu acaba!?”

Yine güçlü bir patlama daha, insanlar ölüyor, yaralanıyor, ayakları, bacakları, kolları kopuyor... Patlamanın hemen ardından çekilen görüntülere bakamıyorsunuz. Ortalık yangın yeri... Eğer sen kendi ülkende komşundaki savaştan dolayı ölüyorsan, o savaşa dâhilsin demektir. Dâhil değilsen bu insanlar niye ölüyor?.. İbrahim 15 yaşında koparılıp gitti bu dünyadan. Ne yüzünden?.. Ne savaşın ne de terörün (adına ne derseniz deyin) tarafındaydı.

“Bu dünyada iki trajedi var, biri istediğin şeye sahip olmak, diğeri olamamak.”, diyordu “Savaş Tanrısı” filmindeki kahraman. İbrahim sahip olamayanlardandı. Kimse de ona sahip çıkamadı. Bu kadar yoğun bir bölgenin, bu kadar korunmasız olmasının kurbanı oldu. Hedef ne olursa olsun, olan hep masum insanlara oluyordu.

Cilvegözü, ismi ile ironik ölümlere sahne oldu. 

Bize ölümü neden bu kadar sık hatırlatıyorlar? İnsan kendiyle yaşıt savaşlar tarihini görmezden geliyor, belki de ondandır. Savaşlarda hep yoksullar ölür, belki de ondandır. Ölü muamelesi yapıyorlar bize daha yaşıyorken, belki de bundandır alışkanlığımız.

Seni savaşmadan, gündelik hayatının içinde, yok ediveriyorlar. “İkinci el” muamelesi yapıyorlar. Sen de sesini çıkarmıyorsun be kardeşim. “İkinci el” bir hayata bu kadar razı yaşamak da ne demek? Biz de bunun cevabını bulamıyoruz!?

Bu dünyada kiracıyız, ama ölünce bizi yine toprağa gömüyorlar. Yani dünyanın koynuna. Bir de böyle bakın, bu toprakların altı hep savaş cesetleriyle dolu. Leş dolu. Savaşın aletleri değişti, gerisi benzer... Hiçbir ölüm biçimi yabancı değil bize, belki bundan şaşırmıyoruz. Belki bundan ses çıkarmıyoruz.

Eskiden savaşta ölenlere ağıtlar yakılırdı. Şimdi onlar bile bizi avutmuyor. İbrahim’in ailesi yas tutuyor, eyvallah. Biz niye tutmuyoruz? Savaş daha bize dokunmadı diye mi? Bana dokunmayan savaş kaç yıl yaşasın? Merak etmeyin, böyle giderse çok beklemeyiz.

12 Şubat’13/ Ankara

Tarhan Gürhan
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM