Son Dakika



119- Türkiye’nin, şehirlerarası bir yolun kenarına dikilmiş bir tabelayla yeri en hassas biçimde belirlenmiş kütüphanesi, çok büyük olasılıkla Kırşehir’in Akpınar ilçesinin kütüphanesidir. Ankara’dan yola çıktığınızda bindiğiniz araç Akpınar ilçesine doğru yaklaştığında, sağda, baktığınızda sol yönü gösteren bir tabela göreceksiniz. Üzerinde şöyle yazıyor: Kütüphane, 892 metre!

 

Bu kütüphaneyi ziyaret ettim. Bir evin salonu büyüklüğündeki alanda çoğu eski kitaplarla dolu raflar bulunuyor. Nazik bir de görevlisi var. Kütüphanenin yerini belirlerken inanılmaz hassasiyet gösteren yetkililer kütüphanedeki kitapları güncellemekte çok hassasiyet göstermemişler. Genel olarak kütüphanelerimizi çekici hale getirmek konusunda çekingeniz.

 

120- Erdoğan Aydın’ın  Osmanlı Gerçeği, Nizam-ı Alem’in Gayrı Resmi Tarihi, Osmanlı’nın Son Savaşı,  Turan Hayalinden Sevr’e, Öteki Tarih, Nasıl Müslüman Olduk  ve Kimlik Mücadelesinde Alevilik adlı kitaplarının yeni baskısı,  Literatür Yayıncılık’tan çıktı. Bu kitaplardan daha önce Kırmızı Yayınları’ndan çıkan Osmanlı Gerçeği’ni daha yeni bitirmiştim. Özellikle emperyalizmin Otoman Empire of Amerika  projesinin bir ürünü olan Yeni Osmanlıcılık akımının yaygınlaştığı, bir Osmanlı güzellemesinin ve buna bağlı olarak Osmanlı tarihinin yüzsüzce, sorumsuzca ve herkesi de aptal yerine koyarak saptırılmasının banal ürünlerinin piyasaya boca edildiği günümüzde gerçek tarihe düşkün olanlar için Erdoğan Aydın’ın bu kitaplarının okunmasının elzem olduğunu belirtmem gerekiyor. Osmanlı Gerçeği, özellikle Osmanlı kuruluş dönemi ile ilgili çok doyurucu açıklamalar içeriyor. Günümüzde basit bir Osmanlı güzellemesi ile “Altıyüzyıllık muhteşem İmparatorluk” ya da  “Üç kıtada at koşturan şanlı atalarımız” söylemeleri ile bilimsel olmayan yaklaşımlar öne çıkmış durumda. Tarih, siyasetin bir alanı, bir aracı haline geldiği için bu böyle. Bu yüzden aşağılık kompleksimizi saklamak için geçmişe güzelleme yerine gerçeğin peşinde koşmak gibi bir amacımız varsa Erdoğan Aydın’ın bu kitaplarının, tartışmanın bir köşesinde bulunması zorunlu.

 

121- 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve yeni Türkiye’nin kurulduğu süreci başlatan TBMM’nin açılışının 93. yılı idi. Şimdilerde egemenliğin millete ait olduğu düşüncesi tamamen yanlış anlaşılarak ve anlatılarak Türkiye dönüştürülmeye çalışılıyor. Aslında bir aileye, bir zümreye, dış güçlere değil, halkın öz çıkarlarını her şeyin önüne koyan bir anlayışın ülkede söz sahibi olması biçimindeki yaklaşım olarak anlaşılması gereken egemenliğin ulusa ait olduğu düşüncesi de ortadan kalkıyor bu dönemde. Doğal olarak Ulusal Egemenlik vurgusu da geri planda kaldı. Mustafa Kemal’in hayat boyu attığı her adımda, aldığı her kararda hiç vazgeçemediği temel iki ilke olan tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik, aslında birbirinden ayrı düşünülemeyecek temel iki yol göstericidir. Tam bağımsızlığın ve ulusun öz çıkarlarının her şeyin, her sınıfın, zümrenin, grubun çıkarlarının önünde olması çerçevesinde ulusal egemenliğin ortadan kalkması temel sorunumuzdur. Ülkemiz tarihi, olup bittilerin bir süre sonra resmileştiği, hukukileştiği, haritalara döküldüğü bir tarihtir de aynı zamanda. Bu bakımdan içinden geçtiğimiz süreç, fiilen biten bu ilkelere dayalı Cumhuriyetin sembollerinin de ortadan kaldırılmaya başlandığı, fiilen olanın resmileşmeye başladığı bir dönemin de başlangıcına işaret ediyor. Önümüzdeki dönemler kavramlar ve haritalar savaşımı şeklinde geçecek gibi görünüyor.

 

122- 23 Nisan, aynı zamanda Dünya Kitap günü idi. Bu günün resmi tatil olmasından yararlanarak daha önce hiç gitme fırsatı bulamadığım Kayseri’ye gittim. Dostum, akademisyen, Türkiye’nin en önemli tasavvuf edebiyatı uzmanlarından biri olan İsmail Kasap da bana hem eşlik hem rehberlik etti. Amacımız Kayseri’yi gezmekten çok bu kentteki sahafları ve kitapçıları ziyaret etmekti. Akşama kadar bir çok kitapçıyı ziyaret ettik ve elimizde poşetlerle Kırşehir’e döndük. Çocuklara aldığım 6 kitabı saymazsak Ankara’da bulamadığım ya da göremediğim 33 adet kitabı çok uygun indirimli fiyatlarla almış oldum. Bu kitaplar şöyle:

   

 YAZARI                                 KİTABIN ADI                                YAYINEVİ ve YILI

 

1- Hans Höller (Thomas Bernhard)   Şule Yayıncılık, Kasım 2012

 

2- Charles Bukowski  (Suda Yan Ateşte Boğul) Parantez Yayıncılık, Ocak 1999

 

3- İain Pears (Kesişme Noktası) Doğan Kitap, Nisan 2000

 

4- Philippe Sollers (Hayran Olunası Casanova) Ayrıntı Yayınları, 2002

 

5- Michel Foucault (Dostluğa Dair Söyleşiler) Hil Yayın, Ağustos 1994

 

6- Sermet Muhtar Alus (Eski Günlerde) İletişim, İstanbul, 2001

 

7- Enis Batur (İki Deniz Arası Siyah Topraklar) Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002

 

8- Serdar Sakin  (Misak-ı Milli Ya Da…) Erciyes Üniv. Yay., Kayseri, 2010

 

9- Anton Çehov  ( Korkulu Gece) Varlık Yayınları, Nisan 1972

 

10- (Derleme-Çev.Gülperi Sert)   Öykü Seçkisi  İlya Yayıncılık, İzmir, 2004

 

11- Cami Baykurt (Hristiyan Türkler) Karma Kitaplar, Temmuz 2007

 

12- Thornton Wilden (Köprüden Düşenler) Tür Yayınları

 

13- Muzaffer Buyrukçu (Hüzünlü Kar Çiçekleri) Boyut Yayınevi, İstanbul 1987

 

14- Steven Kelly (Ayın Yükselişi) Gendaş Yayınları, Mart 1998

 

15-   İşkodra Savunması Hazırlayan-ATASE Bşk., Kültür ve Tur. Bak. Yay. Ankara, 1987

 

16- Richard Dawkins (Cennetten Akan Irmak) Varlık Yayınları, 1999

 

17- E.M. Forster (Cennet Dolmuşu)  İletişim, İstanbul, 2002

 

18- Philippe  Dijan (Betty Blue) Ayrıntı Yayınları, 1999

 

19- Henry de Montherland (Cüzamlı Kadınlar) Alkım Yayınları, 2003

 

20- Patricia Highsmith (Sokakta Bulundu) Can Yayınları, 2002

 

21- Nazlı Eray (Örümceğin Kitabı) Can Yayınları, 1998

 

22- Stephane Lauzanne (Balkan Acıları) Kastaş Yayınları, Ocak 1990

 

23- Mim Kemal Öke (İngiliz Ajanı Binbaşı E.W.C. Noel…) Boğaziçi Yayınları, 1992

 

24- Ömer Lütfi Barkan (Kolonizatör Türk Dervişleri) Hamle Yayınları, …

 

25- Mesut Aydın (Milli Müc. Döneminde TBMM….) Boğaziçi Yayınları, 1992

 

26- Mehmed Memduh (Tanzimattan Meşrutiyete-2) Nehir Yayınları, Aralık 1995

 

27- Mevlanzade Rıfat (31 Mart Bir İhtilalin Hikayesi) Pınar Yayınları, Kasım 1996

 

28- Jostein Gaarder (Hayat Kısa) Pan Yayıncılık, Aralık 1997

 

29- Ola Bauer (Acemi Pezevenk)Ayrıntı Yayınları, 2002

 

30- Katherine Mansfield (Şarkı Söyleme Dersi)  Şule Yayınları, 1998

 

31- Ursula K. Le Guin (Yerdeniz Öyküleri) Metis Yayınları, Ağustos 2001

 

32- (Der. Erden Akbulut) (Milli Azadlık Savaşı) Tüstav Yayınları, Mart 2006

 

33- Mario Vargas Llosa (Don Rigoberto’nun Not Defterleri) Can Yayınları, 1999

 

Bu listede daha önce hiç görmediğim, bilmediğim kitaplar olduğu gibi bildiğim ama bulamadığım ya da uygun fiyatlı  olduğu için kaçırmak istemediğim kitaplar da var. Örneğin Hans Höller’in kitabı bunlardan biri. En sevdiğim yazarlardan biri olan Thomas Bernhard’ın hayat öyküsüne ilişkin bu kitabın Kayseri’de karşıma çıkması bir şanstı.                           

 

123- Thomas Bernhard’ın Yok Etme adlı romanını keyifle okumayı da sürdürüyorum bu arada. Bütün yapıtlarına sinmiş olan Avusturya karşıtlığı ya da eleştirisi, bu eserinde de bir alt doku olarak bütün yapıtına sinmiş durumda. Tam da Fazıl Say’a verilen cezanın ülkemizdeki düşünce özgür(lüksüz)lüğü hakkında gayet güzel (çirkin) bir somut örnek sunduğu bu günlerde, düşünce özgürlüğünün, sanatsal eleştirinin, entelektüel şiddetin hangi düzeylere vardığı ve bizim belki de genel olarak algılamakta zorlanacağımız bir normallik düzlemine denk düştüğü Thomas Bernhard örneği, bir karşıt uç nokta olarak Batı’dan, Batılı değerlerden giderek daha da uzaklaştığımızın en acı kanıtlarından birini oluşturuyor. Sanatçının, insanlık için özgürlük alanlarını genişletmek gibi objektif bir işlevi yüklenmesinin yetkin bir örneği olarak da okunabilir Yok Etme; diğer bütün Thomas Bernhard eserleri gibi.

 

124- Kitap okumayan, okumayı sevmeyen nesiller yetişiyor. Kitap okumayı gösterge olarak ele alıp ilkokuldan başlayarak insanlara kitap okumayı sevdirmek için iyi niyetli girişimler yapılmıyor değil. Bunun için bazı temel eserleri de kapsayan bir program dahilinde öğrenciler kitap okumaya teşvik ediliyor. Ama zorunlu olarak kitap okutmak ve istatistikleri kabartmakla bu işin olmayacağı kesin. Bana göre yetişen nesillerin bilgisiz, dünyadan kopuk, asgari mantık yürütme yeteneğinden uzak, dört işlem bile yapamayan, kendi dilini yazamayan, konuşamayan, anlayamayan, düpedüz cahil insanlar olarak topluma karışmaları büyük bir problem. “Bu insanlar ne işe yarar” diye sorduğumda maalesef kendime verdiğim karşılık şu oluyor: yakın bir zamanda bu insanlarla gayet güzel bir faşizm kurulabilir. Bundan daha büyük bir sorunumuz olduğunu sanmıyorum. Liseden mezun olana kadar insanlarımızın büyük bir bölümüne hiç, ama hiçbir şey veremiyoruz. Ömürlerinin büyük bir bölümünü vermek karşılığında diploma alan nesiller son olarak üniversite diploması almak üzere tabela üniversitelerini dolduruyorlar. Sonra oradan da diplomalarını alıyorlar; yine hiçbir şey kazanamadan. Böyle olunca okul ve üniversite dediğimiz kurumlar da bu genç insanları belli süreler için belli mekanlara kapattığımız hapishanelere dönüşüyor. Öğretmen ya da öğretim görevlisi de doğal olarak bu insanların gardiyanı haline geliyor. İş, aş gibi toplumsal taleplerle yönetim sorunu oluşturacak potansiyel genç insanlar, bu süreçte talep edemez, kendi hayatını eline almaktan aciz, rahatça sömürülebilir, Bukowski’nin bir yapıtında dediği ve benim de üzüntüyle tekrar ettiğim gibi “kullanılabilir sürüyle beden” e dönüşüyorlar. Bu insanlar, bu bitmiş, içi boş, gerçekte yok hükmündeki eğitim sisteminde istatistikleri kabartacak biçimde zorunlu olarak  kitap okusalar ne olur okumasalar ne olur. Sadece içim acıyor ve hatta korkuyorum. Bir taraftan da bu kadar önemli bir sorun varken, hatta bundan daha önemli bence bir başka sorunumuz olmamasına rağmen, bu sorun yerine ne konuşursak konuşalım boş konuşuyoruz. İnsanlarımıza 21.yüzyılın gerektirdiği temel becerileri veremiyoruz, onları eğitemiyoruz, onlara hiçbir şey öğretemiyoruz. Kendimizi kandırıyoruz. Bence kaçınılmaz faşizmin kitle tabanı şimdiden oluşmuş durumda.

 

125- Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, çoğu kimsenin doğru dürüst baştan sona okumadığı büyük eseri Nutuk’un başlangıcında bu konuda söyledikleri, günümüze de ışık tutacak cinsten:

 

“Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son sorun, bunun da bölüştürülmesini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım manasız sözlerden ibaretti. O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi? Bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da milli egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.”

 

Nutuk, bugünlerde herkesin bir kez daha okuması gereken bir başucu kitabı oldu bence. O günler ne kadar çok bu günlere benziyor. İnsan okudukça hayret ediyor gerçekten. Ancak Nutuk’un çok sayıda yayınevinden değişik baskıları çıkmış durumda. Ben İş Bankası Yayınları’ndan çıkan baskıyı öneriyorum. Bunun dışında Atatürk Araştırma Merkezi tarafından çıkartılan ve günümüz Türkçesiyle düzenlenmiş baskı da tercih edilebilir.

 

126- Nisan ayında okuyup bitirdiğim kitaplar arsında bir süredir üzerine eğildiğim Lozan Konferansı ile ilgili yazılmış Sevtap Demirci’nin, Alfa Yayınları arasından çıkan Belgelerle Lozan adlı incelemesi, bu konuda kendisinin de belirttiği gibi önemli bir eksikliği gideren, bütünleyici bir bakışla Lozan Konferansı’nın baştan sona kadar her adımda tartışarak değerlendiren, önemli bir yapıt. 2013 yılı aynı zamanda Lozan Konferansı’nın da 90. yılı. Bu karşı devrim günlerinde Türk Devriminin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel dayanağı olan Lozan Barış Antlaşması’nın da saldırılara uğrayacağı kesin. Emperyalistlerle başı dik, yurtsever anti-emperyalistlerin mücadelesinin çok önemli bir kesitini oluşturan Lozan Konferansı hakkında oldukça doyurucu bir kitap olarak okunmasını öneriyorum bu kitabı. En azından bu konu üzerinde konuşacaksak bu kitabı görmezden gelemeyiz.

 

127- Lozan Konferansı konusunda sanırım en temel kitap ise Seha Meray’ın yayına hazırladığı Lozan Tutanakları adlı önemli eseri olsa gerek. Son olarak yıllar önce Yapı Kredi Yayınları tarafından 8 cilt olarak ve orijinal kutusu içinde satışa çıkmış bu kitap çoktandır piyasada bulunamıyordu. Nihayet bir sahaf dostum sayesinde bu kitabı kütüphaneme kazandırdım. Nisan ayının en önemli (ve en pahalı) kazanımı bu kitap seti oldu. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının 90.yılında bu eserin yeniden yayınlanması, sanırım bu tarihsel olayın anılması ve öneminin kavranması açısından önemli bir katkı olacaktır. Bu kitabın eksikliği, özellikle bu temel esere hiç atıfta bulunmadan Lozan konusunda atıp tutan bir takım ikinci cumhuriyetçi magazin tarihçisine fırsat veriyor.

 

128- Kurgu Dünyada Nisan Ayının Tarihi:

 

* 18.Nisan.1928: Fowles’in Büyücü romanında, Medyum Conchis’in, romanın baş kişisi olan Nicholas’ı misafir ettiği evini kurduğu koyu ilk keşfettiği tarih. Medyum Conchis, Yunan adası Phraxos’a geldikten sonra ilk kez adanın etrafında bir motor gezisi yapar. Yüzmesi için Moutsa’ya yaklaştırır motorcu onu. Tarih 18 Nisan 1928’dir. Hava sıcaktır ve öğleden sonra dört civarıdır. Conchis eski bir kulübeyi öğrenip ona ulaşmak için tırmanır. Hayatı boyunca bir şeyin onu orada beklediğini hisseder ve sonra bu şeyi keşfeder. O şey kendisidir. Hemen o an orada yaşamaya karar verir. Conchis 111. Sayfada (Ayrıntı Yayınları, 2012) Nicholas’a bu olayı hayatının dönüm noktası olarak tanımlamaktadır.

 

*27.Nisan.1975: Bugün, Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi romanının kahramanı Kemal, yakında evleneceği Sibel ile İstanbul’da  Valikonağı Caddesi’nde Şanzelize Butik’in vitrinindeki bir çantayı görür ve beğenir. Ertesi gün tekrar mağazaya gittiğinde sonradan sevgilisi olacak, uzak akrabası Füsun’u görür. (Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 2008)

 

Bir sonraki kitap notlarında görüşmek üzere.

 

Ali Ulvi Özdemir

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)