Emir Yazgan, kendi deyimiyle ‘3 Eylül 1986 AnGara’ doğumlu bir yazar. Babası da memur olduğundan çalışma ve eğitim hayatı Türkiye’nin pek çok ilinde geçmiş. Özellikle de doğu illerinde... Öğretim hayatına Konya’da başlamış. Fen Fakültesi Kimya bölümünü bitirmiş. Özel okul ve dershanelerde kimya öğretmenliği yapmış bir süre, sonra memur olarak atanmış. Birkaç ilde görev yaptıktan sonra Kırıkkale’de mesleğini sürdürüyor.

Öğrenciliğinden beri çeşitli ve özellikle de mitolojik, teolojik kitaplar olmak üzere felsefeye, sosyolojiye, psikolojiye, antropolojiye, arkeolojiye, bilime merak saldığından bu konulardaki kitapları okumuş. Bu alanlarla ilgili romanları da okumaktan zevk alan Emir’in 295 sayfalık Krios adlı ilk romanı Öteki Yayınevi (Şubat 2025) etiketiyle okuruyla buluştu. Yayımlanmadan önce pek çok dosya gibi bana geldiğinde; yayına hazırlamaktan çok atmosferine, diline, kurgusuna ve anlattıklarına odaklandığım dosyalardan oldu, ister istemez.       

Geçek ve kurgunun iç içe geçmiş yapısı okuyucu ile karakterler arasında bağ kurma hızını artırıyor. Özellikle karakterlerin sübjektif algıları, okuru bir gerçeklik karmaşasına sürüklüyor. Krios, bireyin sistem içinde nasıl sıkıştığını, anlam arayışını ve modern insanın yozlaşması ile ahlaki çöküş arasındaki sınırları sorgulayan bir roman. İşsizlik, suç, özgürlük, aidiyet ve kadersel karşılaşmalar gibi temalara sahip.

Krios, iki katmanlı bir anlatıydı. Yazarı, felsefi ve edebi bakışı sentezlemişti. Birden fazla, birbirine yakın felsefi bakışları barındırıyordu. Romanın temelinde, kurguya uygun olması açısından Varoluşçu felsefeyi temsil eden görüşler hâkimdi. Jean Paul Sartre, Friedrich Nietzche, Albert Camus, Martin Heidegger esintileri vardı. Yarattığı kurguyu bunlara göre belirlemişti. Özelindeki pesimist kötü adam yazarınhayranı olduğu Arthur Schopenhauer’dan başkası değildi. Romanın tarzı bu aralar anlamını yitirdiğini düşündüğü, Yeraltı Edebiyatı dediği (UndergroundLitaratür) türüne giriyor; ama o psikolojik gerilim demeyi uygun buluyor.

Romanın başkişileri, Tarık ve Gürbüz askerde karşılaşıp arkadaş olan ve sonrasında belli bir süre kendi anlamlarını bulmaya çalışan, bu arada başlarına gelen kötü olaylardan da ders çıkarıp kötüyle daha kötü arasında kalmış, yozlaşmış insanlardır. Tarık Eylül’e âşıktır. Ama bu aşk bir genellemeyle Eylül’ü çağrıştıran her türlü terime de bir isyandır. Bozkırın gerçeklerini iki karakterde sonuna kadar yaşar ve kader ağlarını örüp bu iki karakteri bir korsan gemisinde ölüme yakınken tekrar buluşturur. Gürbüz ve Tarık’ın kaderi Eylül, Arat’tır çünkü Gürbüz, Eylül’ün ölümüne şahit olmuştur ve gerçekler Tarık’ın doğum gününde yani 3 Eylül günü ortaya çıkar. Tarık’ın daimonu kendisini iyice esir aldıktan sonra yazar Yazgan ile tanışır ve yazarı öldürmeye iştirak eder. Tarık’ın kendisi ve karanlık tarafı yani daimonu arasında savaş başlar. İşlerin iyice çığırından psikiyatri servisinde tanıştığı Başak’ın kendisini öldürmesiyle sonuçlanır. Yapılacak tek şey gerçek Tarık’ın neden olduğu kaosu düzeltmesidir. Ama nasıl entropi, uçan duman ve kırılan vazo gibi eski hâline gelemeyecek durumlar varsa o da yaptıklarını para ile düzeltemeyecek ve bunun ağırlığı ile yaşamına devam edecektir. Bozkır, yazarın Thomas Moore’un Ütopya’sından esinlendiğim bir yerdir. Tarık, stres, baskı ve değersizlik hâli yüzünden bir kaçış olarak ikinci karakteri, daimonu veya karanlık tarafı olan içsel monoloğu yaratmak zorunda kalır.

Roman adının Krios olmasının nedeni daimon kavramıyla birleşik olmasından kaynaklı. Adından başka hiçbir şeyi bilinmeyen, lanetli ama her tanrının güncünden korkan bir titan olan Krios Tarık ve Gürbüz’ün içinin dışa vurumudur. Tarık ve Gürbüz açısından, hiçbir seçim tamamen dayatılmış değil; aksine insanın özgür olmasının sonucudur ama özgürlüğün de bedeli ağırdır. Cehennem başkalarıdır. İnsanlar, başkalarının bakışlarıyla tanımlanır ve toplumun ötekileştirdiği birey, özgürleşme çabasına rağmen damgalanır görüşündedir…

Modern insanın varoluşsal krizlerini, anlam arayışlarını ve toplumsal düzenle olan çatışmasını işleyen bir roman bence. Okuma serüveni boyunca karakterlerin hayatın anlamını sorgulaması, sistemin baskılarıyla mücadele etmesi ve kendi kaderlerini belirleme çabaları, varoluşçuluk felsefesinin temel taşları olan özgürlük, anlamsızlık, saçma (absürdite) ve bireyin kendi varoluşunu yaratması gibi kavramları temel almış yazar. Bu açıdan baktığımda Jean-Paul Sartre’ın, ‘varoluş, özden önce gelir’ sözü başkarakterler Tarık ve Gürbüz için de geçerli.

Farklı romanları okumak isteyenlerin ilginç bulacaklarını düşünüyorum.

 

KRİOS
EMİR YAZGAN
ÖTEKİ YAYINEVİ

Roman

 

Tacim Çiçek
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)