Dünyanın güzelliği insanoğlunun aynayı bulmasıyla bitti. Aynayı bulan insan dış görünüşüne o kadar takıntılı hale geldi ki ne dünyanın, ne çevresinin, ne de kendi ruhunun farkında olabilmeyi başarabildi. O günden sonra kendi yansımasının eseri olarak kaldı. Bencilleşti. Köreldi.
Ayna bir illüzyondur, gerçek görüntünün bir yansıması değildir. Ayna, Platon’un idea’lar dünyasını en iyi tanımlayan metafordur. O yüzden insan sadece yanılsamalarda yaşayan bir varlık konumuna gelebilmiştir. Hayvanlar aynayı hiç sevmez, anlamaz ve anlamlandıramazlar; garipserler.
İnsan doğduğunda yaklaşık 3-6 ay boyunca içgüdülerinde olan bir özelliğinden ötürü bize aynı gibi gelen, ayrıştıramadığımız, tıpatıp benzediğini sandığımız iki farkı objeyi veya hayvanı ayırarak buna tepki verebilirler. Çünkü inanılmaz bir “detayları fark etme” yetenekleri ile dünyaya gelirler. Lakin yaklaşık 6 aydan sonra bu yeteneklerini kaybederler.
Çünkü aynalar dünyasına geçerler!
O yüzden de artık karşımızdaki insanın ne düşündüğüne, ne hissettiğine, ne olduğuna değil, ne giydiğine, ne taktığı saptamalarında bulunur olduk. Referans çerçevemiz bize ait olmayan algılarla bezenmiş bir halde ve biz de bunun bize öğrettiği gibi yaşamaya eğilim gösteriyoruz.
Artık bizi “biz” değil, bizi “sahip olduklarımız” tanımlar hale geldi. Dolayısıyla bize, bizim sahip olduklarımız sahip.
Maalesef aynanın başrol oyuncuları da genellikle kadınlar olmuştur. Bu yüzden de kendini objeleştirmiş ve erkekler tarafından da daima bir obje veya figür olarak algılarına işlenmiştir. Anne figürü, kardeş figürü, öğretmen figürü, cinsellik figürü, eş figürü, sanatta estetik figürü vb. Kutsal kadınlar (anne, kardeş, öğretmen vb.), benim kadınlarım (eşim, sevgilim, kızım) ve öteki kadınlar… Bu yüzden de kadında teşhircilik oluşmuştur. Yani kendini seyirlik bir objeye dönüştürmüşlerdir.
Ünlü tabloları bir inceleyin, kadınlar vücutlarını sergilerken her zaman resmi yapana veya seyredene doğru bakarlar (Ayrıntı için bakınız: John Berger Görme Biçimleri ). Mankenlerin fotoğraflarına bakın mesela aynı şekilde objektife bakarlar yani bizlere, sizlere. Aynaya bakarlar, bir nevi diğer insanları ayna gibi kabul ederler. Güzelliklerine onay beklerler. Dış güzellik o yüzden bir tabu haline gelir.
Narsistlik (özseverlik) insanın yansımasını suda görerek kendisine hayran kalması ile nasıl başladıysa, yabancılaşma ve ötekileştirme süreci de aynaya bakmasıyla başlamıştır. Aynaya bakan insan önce kendini kendine onaylar ve daha sonra onayladığı bu görüntünün başkaları tarafından kabul görmesine çaba harcar. İnsan önce aynada kendini seyreder, ardından bu yansımanın diğer insanlar tarafından da seyredilmesini sağlar yani kendi dışındakileri birer “ayna” olarak konumlandırır, sürekli kendisini yansıtan bir objedir diğer insanlar da.
Başka bir deyişle ayna ile kendini objeleştirir ve daha sonra bu yansıyan görüntüsünün diğer insanlar tarafından da onaylanmasını sağlar. Böylece objeler dünyasında yani “idea”lar dünyasında yaşamaya devam edebilir. Çünkü obje birer yansımadır, gerçek değildir. Gerçek olan ışıktır. Işık olmazsa obje de olmaz. Ayna da bu açıdan değerlendirildiğinde “idea”lar dünyasının en güçlü metaforudur.
“Aynaya da mı bakmayacağız artık, ne saçma bir önerme bu” diye düşünenleriniz olabilir. Aynaya bakmaya devam edeceğiz şüphesiz ama belki ayna bakmakla aynada gördüğümüzü kabul etmek arasındaki farkı anlayabiliriz ya da aynadaki görüntümüzün sadece bir yansıtma olduğunu kavrayabiliriz. Kendimizi bir çikolata paketi gibi süsleyip, paklayıp, aynadan bunun onayını alıp ardından kendimizi vitrine koyup alıcı bekler gibi başkalarının bizi beğenmesine kendimizi odaklamayabiliriz. Ya da dış güzelliğinden etkilendiğimiz insanların bu güzellik için harcadığı çabanın veya özverinin hayatlarının başka yerlerinde de aynen uygulayıp, uygulayamadığını sorgulayabiliriz. Bir çikolata paketini seyreder gibi güzelliğin gerçek anlamını aynalardan öğrenen bir toplum olmaktan belki sıyrılabiliriz.
Aynaya bakmak insanın kendisi ile yüzleşmesi olarak da simgeleştirilir ya da ayna tutmak gerçekleri ortaya çıkarmak, gerçekleri yansıtmak olarak da betimlenir. Aslında temelinde yatan “toplumun kabul ettiği ve onayladığı” kavramlarla yüzleşme ya da bunların yansıtılmasıdır. Gerçeğin yansıtıcısı olarak ayna bir simge durumunda kullanılır.
Ayna bizim toplumsal onay mekanizmamızdır. Aynada bize ters gelen bir şey toplum tarafından da kabul görmez. Bu nedenle ayna ahlak bekçisidir, estetik bilimcidir, onaylama mekanizmasıdır. Ayna bize nasıl giyinmemiz gerektiğini, nasıl görünmemiz gerektiğini, nasıl gülümsememiz gerektiğini, nasıl durmamız gerektiğini gösterir, o bir davranış bilimcidir, o bir hayat terazisidir, bizi hep dengede tutar ve toplumda kabul görmemiz için ilk önce kendimizi ona onaylatmamız gerekir.
Bu yüzdende bizim adımıza ayna karar verir ve kavramlar yaratır. Güzellik kavramını, çirkinlik kavramını bizim adımıza tanımlar ve biz onun yarattığı bu kavramların gerçeğinde hareket ederiz. Sorgulamayız. O yüzden güzellik kavramı da genel kabul görmüş, aynaların onayladığı şekli ile beynimize kazınır, bilinçaltımıza işler. O yüzden güzellik kavramı dolgun kirpiklerle, gür saçlarla, parlak dudaklarla, sürmeli gözlerle, ince bellerle, karın kaslarıyla, bacak uzunluğuyla tanımlanmış birer kavrama dönüşüverir ve insanoğlu da bu kavramları doğru kabul ettiğinden güzellik kavramını buna göre algısına yerleştirir.
Sonunda, doğal olarak bu kavramlara uymayanlar algımızda güzel olamaz, yani o da bu kavramlara uymak zorunda bırakılır. Bu da tek tipleşme dediğimiz olgudur. En basit tanımıyla böyle açıklayabiliriz.
Aynaya bakmakla, aynada kendini seyretmek arasındaki fark da burada yatar. Aynaya bakmayan bir toplum olmamızdan değildir bu halimiz, aynaya fazla bakmamızdan dolayıdır.
Ne kadar çok aynaya bakarsak o kadar çok başkalarına benzemeye çalışırız.
Gördüğümüz oyunculara, şarkıcılara, mankenlere, yıldızlara, imrendiğimiz kadın ve erkeklere dönüşmeye çaba harcarız, kendimiz olmak adına çabamız yerini toplum tarafından kabul görmüş insanlara benzeme çabasına bırakır.
O yüzden, “Hiç aynaya baktın mı sen?”diye soranlara ben şunu sormak istiyorum: “Sen hiç kendine aynasız bakabildin mi?”
Derya Gül
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR