Son Dakika



Uzun veya kısa, ustalıklı veya saf bir kur devresinden sonra, aşk doğmuştur. Fakat aşk ulusunda çocuk ölümlerinin oranı yüksektir; onları yetiştirmek için sürekli bakım ister. Albenilerin (cazibelerin) en güçlüsü olan yenilik, aynı zamanda en çabuk yokoluverenidir. Bir aşkın başlangıcında, her iki taraf, karşısındakinde bin türlü yenilik keşfeder. Herkes gençliğinden anılar, görüntüler, şarkılar, öyküler getirmiştir ki, bunlar okşamalara karışınca, ilk günlerin boş vakitlerini pek tatlı bir şekilde dolduruverir. Fakat ne yazık! Bu kaynaklar çok geçmeden tükenir ve o kadar yepyeni görünen öyküler tekdüze, aşınmış gelmeye başlar. Erkeklerin ve kadınların pek çoğu, eşleri yanlarında olmayınca daha parlayıverirler, çünkü o zaman evvelce pek çok kez tekrarladıklarını sıkılmadan söyleyebilecek durumları vardır. Bir lokantada masalarda oturan çiftlere bir göz atınız. Sessizliklerinin süresi çok zaman ortak yaşam süreleriyle orantılıdır.

Fakat bu, çiftlerin dehâ sahibi olmadıklarının belirtisidir. Çünkü aşkta dehâ, çiftte sürekli bir yeniliği kurtarmaktan ibarettir. Gerçekten seven biri, her gün, tıpkı bir köy papazının her akşam bahçesinin dar yollarında gezinmekten zevk alışı gibi, sevdiğinin düşüncelerinde dolaşmaktan zevk alır. Bazı yaratıklar, ister aşk hakkında kafalarında pek yüksek bir fikir yaratmış olduklarından, isterse utangaç ve evcimen yaradılışta olduklarından, doğuştan sadıktırlar. Bazı mutlu aileler, çatışmadan ve dünyadan duyulan ortak bir ürküntü, kendi evinde, alıştığı kişilerin ve eşyaların ortasında yaşama isteği ve nihayet güvenlik isteği üzerine kurulmuşlardır, Fakat çok seven biri, gerekirse kendini yenilemeyi öğrenir. “Her gün, beğenilmek yöntemleri tüketilir; ama kendini beğendirmek gereklidir ve beğendirilir de.” Bu, bilinçli bir çaba bile değildir. Bir insanda zerafet varsa her zaman vardır ve zerafet asla bıktırmaz. Her davranış, her söz son derece hoşa gider. Yaşlılık bile yaradılışlarda değişiklik yapmaz. Güzel bir yüz, güzel yaşlanır ve ak saçların altında, kumral veya sarı saçların altındaki bakışı ve gülüşü bulmak, ayrı bir zevk verir.

Bir bıktırmamak sanatı var mıdır? Bunun büyük gizemi, sadeliktir. Her türlü zoraki duruşu devam ettirmek güçtür ve zaten böyle bir duruş, her zaman güzel de olmaz. Bunun için, akıllı âşıklar, eşlerinin doğal halde kalmalarını sağlayabilen âşıklardır. Birkaçına yeni bir şekil vermeye kalkışan, ona kendi zevklerini, fikirlerini zorla kabul ettiren erkekler vardır. Ne çılgınlık! Eğer bu kadın, sevebileceğimiz birinden çok başkaysa, sevmeyelim onu. Fakat mademki seçmişiz, o halde bırakalım istediği gibi gelişsin.

Aşkta da dostlukta da, ancak yapmacığa veya yalana kapılmadan olduğumuz gibi görüneceğimiz kişilerle mutlu olabiliriz,

Becerikli âşıklar, buluşmalarının doğal güzelliğe sahip yerlerde olmasına da dikkat ederler, İşte çok doğru bir görenek olan balayına çıkma göreneği de bundan doğmuştur. Fakat ille de uzağa gitmek gerekmez, seven bir kadın, içgüdüsüyle, kendi de kendi yaratmasını bilecektir, Bazı kadınlarda doğanın ve sanatın bütün büyüleyici güzelliklerinden yararlanma sanatı şaşırtıcı bir derecede gelişmiştir. Sevdikleri erkeğin iki kişilik yalnızlığı aradığı veya aksine bir konsere gitme, bir geziye çıkma ihtiyacında olduğu anı sezerler.

Aşkın yöneticisi, toplumsal yaşama iyice dalmış olan erkekten çok kadın olmalıdır. Erkek ise, bunca iyi niyetten ve bu dokunaklı sevecenlikten bıkmamak istiyorsa, bir kadının yaşamında aşkın tuttuğu yerin önemini kavramaya çalışmalıdır. Bir felsefenin veya doktrinin tepesinden, kadınların düşüncelerini küçümseyen bir erkek kadar aptal biri olamaz. Bunlar belki kendi düşüncelerinden başkadır ama, daha somut, daha basit ve daha sağduyulu düşüncelerdir. Sevdiği kadınla bir anlaşmazlığa düştüğü zaman onu asla mantık yürütmekle değil, sevecenlikle, sessizlikle, sabırla kandırabilecektir. Kadının, yaşamının büyük bir süresi içinde, erkekten çok daha fazla, sinirlerinin esiri olduğunu asla unutmamalıdır. Eğer erkek, bu güç anlarda, hasta bir bedenin şikâyeti olan bir şeyi kötü niyet belirtisi olarak kabul ederse, geçici bir durum nedeniyle, güzel bir birleşme olmuş ve hâlâ da olabilecek bir aşkı yıkmak tehlikesi yaratmış demektir. Bir kadının ruhundaki hareketleri bir okyanusun dalgalanışına benzetmek belki çok şöylenmiş ama, oldukça doğru bir görüştür, Aklı başında bir koca, asla gocunmaz, fırtınaya yakalanmış gemicinin yapacağı gibi, yelkenlerini indirir, bekler, umud eder ve fırtınalar onun denizi sevmesine engel olmaz.

Bazı bıktırmamak kuralları hem kadınlarca, hem erkeklerce uyulması gereken kurallardır. Bunların birincisi, aşkın içrekliğinde (mahremiyetinde) ilk karşlaşmada gösterilmiş nezaketi göstermeye devam etmektir. İyi huylu kişiler için nezaket, sadelikle bağdaşmayacak bir şey değildir. Her şeyi nezaketle söylemek mümkündür ve kabalığı tek açık yüreklilik şekli olarak kabul etmek çok tuhaf bir çelişmeye düşmektir.

İkinci kural, her durumda kendi kendisiyle alay etmeyi bilecek bir şakacılıktan ayrılmamak, anlaşmazlıkların çoğunun hiçliğini görebilmek ve her evliliğin vitrinini dolduran o kırgınlık koleksiyonlarına aşırı bir önem vermemektir. Günlük anlaşmazlıkların her birini geçmiş kavgaların anılarıyle büyütmek boşunadır.

Üçüncü kural, akla yakın sınırlar içinde, kıskançlığı sürdürmek, yani her ikisi de kırıcı olabilecek aşırı hoşgörüden de güvensizlikten de kaçınmakdır.

Dördüncü kural, zaman zaman, ayrılıklarla yeni bir kristalleştirmeye imkân sağlamaktır; sevgililerin veya eşlerin ayrı ayrı tatil yapmaları tehlikeli olabilir ama, bu ayrılıklar, kısa olur ve mektuplarla kesilirse, yararlı bir rol oynarlar. Olabilir ki, alışkanlık ve tembellik yüzünden aşk sözleri söylemekten vazgeçmiş bir eş, yazıyla tekrar bunları dile getirir.

Nihayet en son ve en gizli kural da, romantik kalmaktır. “Onu elde ettiğime göre, niçin ona hâlâ kur yapacakmışım? Çünkü bu kadın, benim olmakla beraber, benim değil ve hiçbir zaman da olmayacak...” İşte buna lâyık olan kadınlar için son derece anlamlı ve üzerinde derin derin düşünülecek bir konu. Fakat sevdiği insanı “bıktırmamak” sanatı, eğer ondan bıkılacak olursa, pek boş bir sanat demektir.

FİZİKSEL SADAKATSİZLİK

Şu halde bir bıkmamak sanatı da var mıdır?

Yoksa aksine, iki kadın ve erkek türü bulunduğunu kabullenmek mi gerekir? Sadıklar ve sadakatsizler, durmuş oturmuşlar ve maymun iştahlılar gibi? Ve insan, bu türlerden birine aitse öteki türdenmiş gibi rol oynamasının tamamen gereksiz olduğuna mı inanmalı?

Öyle sanıyorum ki, her şeyde olduğu gibi, burada da doğa, istemimizle düzenleyebileceğimiz bazı ham maddeler sağlamış bulunmaktadır.

Bir erkek veya bir kadın, doğuştan sadakatsiz olamaz; aşk hayatının ilk olayları onları böyle yapmıştır.

Örneğin, ateşli bir yaradılışa sahiptirler de soğuk birine düşmüşlerdir. Bu halde, ahlâk ve toplum kurallarına sıkı sıkıya bağlı iseler, sadık kalacak ve mutsuz olacaklardır; ahlâkdışı iseler, sadık kalmayacak ve hep kuşkulu olacaklardır. Bu da kendilerini tamamlayan “yarılarına” raslayıncaya kadar sürüp gidecek, o zaman ise tamamen değiştikleri görülecektir. Oldukça maceralı bir hayat geçirmiş kişiler vardır ki, kendilerine uygun eşe rasladıklarında tamamiyle duruluverirler.

RUHSAL SADAKATSİZLİK

İşte fizik sadakatsizlik için bunları söyleyebiliriz, fakat bir de ruhsal kararsızlık vardır. Don Juan her zaman çok ateşli biri olmayabilir, dişi Don Juan ise genellikle soğuk bir kadındır. O zaman bunların aşkta kazandıkları zaferler, gururlarını okşadığı veya düşlerini gerçekleştirdiği için zevk verir. Erkek veya kadın, kendisinden kuşkulandığı zaman gururu okşanmak ister, Byron, sevdiği ilk genç kızın: “Şu topal çocukla nasıl ilgilenebilirim ki?” dediğini duyduğundan, bütün ömrünce öç almaya çalışmıştır!

Kadının biri, küçükken kendisine çirkin dedikleri için, aile yuvalarını vahşice parçalamaktan zevk alır, Kendi kendine güven verme ihtiyacını duyduğundan durup dinlenmeden kudretini isbatlamak ister. Doymak bilmez bir imgelem, çok zaman romantik, yani gerçekten uzak bir çocukluktan doğar.

Chateaubriand, kadından kadına koşuyordu, çünkü ilkgençlik çağında hem cinsel isteğin pençesinde kıvrandığından, hem de bu isteğini karşılayabilecek kadınlardan uzak bulunduğundan, kendince, ülküsel bir kadın görünüm (la Sylphide) ünü kendince yaratmış ve bütün yaşamı süresince boşuna bu görünümü aramış durmuştur. Böylece hep düş kırıklığına uğrayarak sevgiliden sevgiliye dolaşmış, ancak yaşı ilerleyip de daha hoşgörü sahibi olunca nihayet ülküsündeki kadını bulduğunu sanmış ve onda karar kılmıştı; bu da Madam Recamier idi.

Bu ruhsal dengesizliğe din adamı ve doktorlar bazen başarıyla karşıkoyabilirler, çünkü bu yaradılışa sahip bir kişi, bunun nedenini ve niteliğini anlamışsa, kurtarılması mümkün olabilir. Fakat eğer tedavisi imkânsız ise, hiç olmazsa mümkün olduğunca az fenalık yapmaya bakmalı ve geçici aşklarına konu olarak, sadakat için yaratılmış kişileri seçmekten dikkatle kaçınmalıdır.

Uçarılık bazen hoş karşılanabilir, tatlı bir tarafı vardır ama, bir hevesini tatmin için uzun süreli bir tutku yaratmak, cinayet demektir.

Andre Maurois
(Yaşama Sanatı, Varlık y. İst. 1969. Çeviren Nihal Önol. s. 57-62)
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM