haydutlarin-hoslandigi-dil-savas-638534.webp


Kısa süre önce başlayan ve hala devam eden, muhtemelen devam edecek GAZZE savaşından bir gün sonra hemen herkes, her yerde bir şeyler söyledi, yürüdü, bağırdı, saflarını seçti…

Kimi, bu savaşla birlikte bütün savaşların gözyaşı, kan, hak gaspı, işgal ve esaret olarak değerlendirirken, kimi de yeni yaşam alanları açmak, pazarlar oluşturmak, savunma ve güvenlik hakkı için savaşların gerekli olduğunu dile getirdi. (Dikkat edin, iki taraf da “hak” sözcüğünü kullanır… Bu durumda haklı-haksız savaşların niteliği üzerine öğrendiklerimizi bir kez daha gözden geçirmemiz gerekmiyor mu?..)

Ama şimdilik, özellikle Ortadoğu gibi herkesin herkesle savaştığı, dost ile düşmanın kestirilemediği haydut bir coğrafyada, haklı-haksız savaş ayrımını anlamlandırmayı bir yana bırakıp, çıkar ve tahtları, hırsları, eğlence ve oburlukları uğruna bizi ateşe atanların haydutluktan beslendiklerini söylemeliyim…

Bunu iddia etmek yanlış olmaz, çünkü savaşları çıkaranlara, yönetenlere, gerekçelere baktığımızda bunu net olarak görebiliyoruz…

Örnek mi?… İşte size yüzlerce örnekten birkaçı:  Scipio bir hayduttu; eğitimli olmasına, etrafında filozof, yazar-çizer olmasına rağmen yine de bir hayduttu ve Kartaca’yı tarihten sildi; sayısız insanı yersiz yurtsuz, aç sefil bıraktı…

Saddam Hüseyin, Cortes ve El Çapo birer hayduttu… Atlantik ötesinden, kuzeyden güneyden, herhangi bir yerden gelip tepemizde dolananlara, kendilerini demokrasinin, hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak tanıtıp, üzerimize bomba yağdıranlara ‘sahtekarlar’ demeyip de  ne diyelim?

Hitler’in haydutvari yönelimlerle donatılmadığını iddia edebilir miyiz? Batı kültürünün övündüğü Büyük İskender, en büyük hayduttu ve bir imparatorluk yönetmesi onu haydutluktan muaf tutmaz.

Siirtli eşkıya Çeto ile arasındaki tek fark yaptıkları işin boyutuydu sadece. Çeto, üç haneli bir mezrada hüküm sürüyordu, İskender ise Makedonya’dan Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada öldüre öldüre ilerledi ve yüceltildi, kutsandı, adına methiyeler yazıldı… “Okyanusun dalgaları arasında yıkandığı zaman, sabah yıldızı gibi parlıyordu. Kutsal yüzünü göğe çevirince, karanlıklar dağılıyordu… -VERGİLİUS-“

Bir parça ekmek fazla yedi diye kardeşini öldürmekle başlayıp, imparatorluğa yükselen Cengiz Han, öyle bir dehşet saldı ki atlarının toynaklarından yükselen toz bulutu gökyüzünü karartıyordu ve ona da  "Tanrı’nın gazabı” ünvanı verildi.

Tesadüf müdür bilemiyorum ama hepsinin birkaç ortak özelliği vardı: Muhalif olanların kellesini alırlardı öncelikle. İkinci ortak özellikleri, asla geniş bir bilgiye, birikime sahip değillerdi…  Sanata, bilime, özgürlüğe düşmandılar… Kitapları, kütüphaneleri, uygarlıklar yaratanları yaktılar, yıktılar, taş taş üstünde bırakmadılar.

Peki bunu neden yaparlar?

Çünkü haydutların psikolojisi genel olarak yok etme ve değersizleştirme üzerinde vücut bulur. Sözgelimi: eşit olmayı hakaret sayarlar… Üreteni, var edeni önemsemezler… Oturdukları yerden bedavadan yemeyi, içmeyi, harcamayı cazip bulurlar…

Çok zaman yazanı çizeni, düşüneni, bilgi ve bilimi boş işlerle uğraşanlar olarak görürler ve bu şekilde bir avuç iyi insanı yarattıkları savaşın havası, çığlık ve gürültüsü içinde teslim alırlar…  Aptallar ise çılgınlık ve fırtınanın etkisiyle, pompalanan boş gururla birbirlerini doğramaya başlarlar…

Kimi zaman hayduttun aşkı, kimi zaman onun oburluğu ve açgözlülüğü, eğlencesi, politik kaygısı, kiminde de Tanrı’nın emri, peygamberin buyruğu uğruna ve daha başka gerekçelerle yüz binler halinde heba olurlar…

KORKUYLA YÜZLEŞİLMELİDİR

Yapılacak şey bellidir, kural gayet basittir. İnsan, kendi aptallığı ve korkularıyla yüzleşmelidir. Sağırlıktan, görme kusurlarından sıyrılmalıdır.

Ne zamana kadar haydutlar tarafından yönetilmeye devam edeceğiz? Ne zamana kadar geriye sadece kan ve gözyaşı bırakan "bir büyük kahramana!..” kurtarıcıydı, erdemli ve adaletliydi,  düşmanına bile merhametliydi; yakışıklıydı ve ışık saçıyordu, diyeceğiz?

Haydar Uzunyayla
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler