bir-edebiyat-arkeolojisi-kitabi-edebiyatimizda-unutulanlar-ve-kaybedenler-203971.webp


O Eylül ayında İstanbul daha yazdan kurtulmamıştı. Sokaklarında kaldırım taşlarını buğulu bir kahverengiye bulayan ve her sabah beliren serin rutubeti, yazdan kalma bir yel silip süpürüyordu.

İşte 14 Eylül 1871 günü böyle bir yelin İstanbulluları yeni bir güne çoktan hazırladığı bir öğlen vakti Taksim’e çıkan Kazancı Yokuşu’ndan, deyim yerindeyse paldır küldür yürüyerek bir an önce sırtlarındaki yükten kurtulmak isteyen Altıncı Daire’ye mensup dört belediye çavuşu ve mezarlık görevlisiyle birlikte onların arkasında, mahalleden merhumun komşusu yorgancı Raşid Ağa, merhumun teyzesinin damadı Şakir, sermürettip Rıza ve biraderi Rifat ve Müftü Efendi ile Hoca Kamil ve Ebüzziya Tevfik telaşla ve hızla ilerliyorlardı.

Üç beş kişilik bu fakir cemaatin tabutta taşıdığı merhum, Modern Türk edebiyatının kurucusu Şinâsî’den başkası değildi. (Babası Türk-Rus savaşında şehid oldu. Yetim mektebinde büyüdü. Fransa’ya gitti. Ernest Renan'la tanıştı, Alphonse de Lamartine'in toplantılarını izledi. Türkiye’de Batılı anlamda ilk tiyatro oyunu Şair Evlenmesi’ni yazdı. Matbaa kurdu, gazete çıkardı vs. vs. Nasıl Rus yazarlar ‘Hepimiz Çehov’dan doğduk’ diyorlarsa biz modern Türk yazarları da Şinâsî’den doğduk…)

Kitap Şinâsî ’nin ölüm haberi, ölüm döşeğindeki hali ve tabut taşıyıcılar ve üç beş kişi tarafından bir an önce gömülsün acelesiyle paldır küldür sokaklarda taşınmasını anlatan müthiş sahnelerle başlıyor.

Taner Ay’ın avukatlığından da kaynaklanan bir titizliği yazar titizliğiyle de birleşince, anlattığı her merhum edebiyatçının adeta ıcığı cıcığı ortaya çıkıyor.

Örneğin Şinâsî ’nin hokkasının renginden, Eski Alman Hastanesi’nin arka bahçesinde 1856’da aldığı evi gerçekten o tarihte alıp almadığına kadar bunların gerçekten ilgisi varmı dedirtecek alıntılar, kitabın yazılış biçimi hakkında bir fikir veriyor:

“(…) Oysa Nazikter Hanım’ın kocasının hokkası için ‘Ben kendisiyle evlenip bu eve gelin geldiğim günden beri yeşil hokkayı tanırım’ ifadesine nazaran Nazikter Hanım Sormagir Mahallesi’ndeki eve gelin gelmiştir. Şinasi zevcesi Nazikter Hanım’la 1277 (1860) yılından önce evlendiğinden Ziyad Ebüzziya’nın ‘Şinasi vefat ettiği evi 1277 yılında satın almıştır’ iddiası şüpheli hale gelmektedir. Aynı eserde annesinin Cihangir semtinde 1247 yılının Recep ayında bir ev satın aldığından da bahsedilmektedir ama bu iddia da belgesizdir…(Taner Ay, Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler, s. 22)

Kitapta Şinâsî gibi (kitaptaki sırasıyla Hakkı Paşazâde Celâl, Andelîb Es’âd, Ali Nusret, Osman Fahri, Şük?fe Nihal, Yaşar Nezihe Bükülmez, Fazlı Necip, Safiye Erol, Kemal Ahmet, Kemal Altınkaya, Kenan Hul?si Koray, İhsan Mahvî, Aka Gündüz, Nurettin Artam, Burhan Cahit Morkaya, Osman Cemal Kaygılı, Hasan Tanrıkut, Nezahat Somar, Fikret Ürgüp, Hikmet Şevki, Mazlum Kenan Köstekçi)  şanssız ve bahtsızlar var.

TANER AY’IN YAPTIĞI

Çok satan burnu havada ve pek mutlu yazara bir imza kuyruğu bitince sormuşlar, nasıl meşhur oldun, diye. O da “Benden önce meşhur olamayıp kaybolup gitmiş yazarların mezarı üzerinden” demiş. Taner Ay’ın Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler adlı kitabını okuduğumda nerede okuduğumu şimdi anımsamadığım bu konuşma geldi hemen aklıma.

Edebiyatımızda hiç kimsenin yapmadığı işlerin müellifi olarak anılacak yazar Taner Ay, akademisyenlerin parayla rütbeyle yapamadığı kadar büyük bir emek harcayarak hem iyi bir kalemşor, hem bir hukukçu kimliğiyle Türk edebiyatının, kalbi (‘kalbî’ mi yazılır acaba :) edebiyat için atmış, ömrünü edebiyat uğruna heba etmiş, örselenmiş, aşağılanmış, horlanmış, kaybettirilmiş sonuçta unutturulmuş “gerçek” yazar şair ve edebiyatçılarını, belleği pek hafif Türk toplumuna anımsatıyor.  

Sıradan okur, “piyasa” ve büyük yayınevlerinin paralı kalemleri tarafından şişirilmiş yazar ve şairlerin peşinden gider. Gerçek okurlarsa bir kitâbhaneye (Benim de dilimi bozdun Taner!) girip kitaptan sayfalar okuyarak ya da internetten iyice araştırıp kitap alır.

Taner Ay’ın ilki 2021 yılında ikincisi 2023 yılında Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanmış altın kıymetinde kitabının ilkine aldığı, Şinasi’den başlayıp Celal Sılay’da biten toplam 48 önemli şahsiyetin (Arapça kökü şaşhiyyet), bir hukukçu soğukkanlılığıyla anlatılmış ama acı, keder, meşakkat, intihar, yalnızlık, yoksulluk, içki, sürgün, akıl bozukluğu, ihanet, aşk… kısaca kan ve ateşle yoğrulu dokunaklı sahnelerden müteşekkil yaşamları, kapkaranlık başka bir evrene savuruyor okuru.

Ben, her biri 10 sayfadan fazla küçük öykülerle örülü bu "gerçek edebiyat"çıların yaşamlarına dikkat çekmek ve açık söyleyeyim okuyanın kitabı almasını sağlamak için cımbızladığım küçük notlar yazacağım.

ŞİNASİ: (d. 1824 veya 1826 – ö. 13 Eylül veya 14 Eylül 1871)

Ölüm nedeni kafatasıyla boynu arasındaki mor bir ur. O gece birden büyümüş. Ölüm odasına ilk giren Ebüzziya Tevfik’in anlattığına göre, “(…) Mosmor bir deriydi. Parmağımı dokundurdum. Lastik toplar gibi sağlam bir yumuşaklık hissi vermesine rağmen akıcı bir maddeyi havî olduğu his olunmayacak kadar sertti. (…) Bazen fevkalade bir sancının hasıl olduğunu ama yarım dakika kadar devam eden bu ıstıraptan sonra sükunet avdet eylediği…  Dün öğleye kadar bir yumurta iriliğinde olan bu şiş akşam süzeri yumruk kadar büyümüş…” Şinâsî o gecenin sabahı altıda cinnet geçiren kişiler gibi birden yatağından doğrulmuş. Hokkayla kalemi bulmuş. “Saatinin kapağından yarım mecidiye büyüklüğünde açık yeşil bir kâğıt parçası çıkararak ona manâsız bir kelime yazmış. Ardından da sırtı üstü düşmüş ve bir daha uyanmamış. Kağıtta Fiskmuni kelimesi yazıyormuş…”

Şinâsî’nin Eşi Nazikter Hanım, ”…kocasının hastalık derecesinde evhâmlı ve asabî bir kişiliğinin ve de kibrinin kurbânı olduğunu îmâ eder.”

Kadın nasıl îmâ” etmesin. Şinâsî, yazma öncesi ve sırasında evde barut gibidir, kim bilir hatununa neler çektirmiştir.

Taner Ay, Şinâsî’nin “Ailesi” bölümünde anne babası çocukları eşi hakkında ne zaman öldüler nerede oturduklarına varana kadar etûd ediyor. Sıkıcı olması gerekirken bir hafiye romanı cümleleri gibi okunan bu bölümlerden bana en çok dokunan bölüm “Terekesi” bölümü oldu. Ölen bir kimseden kalan her şey anlamındaki bu başlıktan anlaşıldığına göre Şinâsî’den geriye kalan kitaptan başka değerli bir şey yok. Taner Ay’ın cümlesiyle, “İnsanın ruhunu üşüten bir fakr u sefâlet.” (s. 28) Oğlu küçük Hikmet’e birkaç kuruş kalsın diye kitaplardan Namık Kemal ancak 90 kuruşluk alabilmiş, gerisini Mustafa Fazıl Paşa almış. “Masraflar düştükten” sonra 43 lira 690 kuruş bir tahta sandığı koyulup çocuk büyüyünce açılsın diye mühürlenmiş.

HAKKI PAŞAZADE CELÂL (1867 - 25 Ocak 1912)

Ahmet Rasim’in deyişiyle “Her zaman söylerim, Hakkı Paşazade Celal bu asrın en tabii şairidir”, “Bu asrın en hassas anadan doğma şairi Celal’dir.” Taner Ay’a göre Hakkı Paşazade Celal “gerçek bir deliydi de.”

Muallim Naci’nin “Celâl-i Hayâlperver” diye takıldığı Celâl’in, âşık olduğu Ermeni kızı Anna bir başkasıyla evlenince, “32 yaşında saçları ağarır”. Birkaç kez evlenmesine karşın bu karşılıksız aşk onun akıl sağlığını yitirmesine neden olmuştur. Belki de içinde 261 madde olan Sevda Lügati’ni bunun için yazmıştır. 14 yaşındaki son eşi de ansızın ölünce son yıllarında aşırı alkole gömülen bu harâbâtî adam, gerçek bir şair gibi “çekmiş” ve bu dünyadan kırkına varamadan genç yaşında göçmüştür.

ANDELîB ES’AD (1873 – 1902)

Taner Ay’ın “Bu dünyadan bir elinde kadeh bir elinde kalem öyle geçti” alt başlığıyla tanıttığı Andelîb Es’ad yine Ay’a göre, “Hakkı Paşazade Celal ve Nuri Şeyda’yla birlikte Cumhuriyet öncesi Şehr-i İstanbul’unun en önemli harâbâtîlerindendir." Saray aleyhine olur olmaz konuştuğu için Abdülhamit tarafından kaynaklara göre Malatya’ya "tahrirat müdürü” olarak sürülür ve orada ölür. Ancak bu gerçek midir? Taner Ay hafiye gibi belgeler arasında iz sürüyor…

 

ALİ NUSRET (1872 – 1913)

Cenap Şahabettin’in iki yaş küçük kardeşi olan Ali Nusret’in babası, Plevne şehitlerinden bir subaydır. Edebiyat eleştirisi ve dilde sadeleştirme üzerine yazan edebiyatımızın ilk kalemşörlerinden olduğu anlaşılıyor. Daha sonraları birçok şair ve yazarın can attığı ölüm şekli olan “verem-i dimağî illet-i müdhişesi”ne yakalanarak ölür.

OSMAN FAHRİ (1890 – 1920)

Taner Ay’ın Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler kitabında sayfalar ilerledikçe bu sefer söner diye beklediğim ilgim giderek arttı. Bir sonraki “kaybeden”in hikâyesi bir öncekinden daha çekici hal aldı. Cenap Şahabettin ve Ali Nusret’in anneden bir babadan ayrı olma kardeşi Osman Fahri de öyle. Fahri, öğretmenken özel ders verdiği Şukufe Nihal’e aşkı yüzünden, bir kurşunla intihar ederek ölüyor. Aralarındaki ilişki ve başka bir zenginle evlenmiş Şukufe Nihal’in aşkı ortaya serilen belgelerle 14 sayfa su gibi anlatılıyor.

ŞUKUFE NİHAL (1896 – 1973)

Taner Ay, “Şukufe Nihal’in vefat haberi Milliyet gazetesinin 25 Eylül 1973 günlü nüshasında tek sütuna 11 satır olarak verilmişti. Aynı gazetenin ertesi günkü nüshasındaysa 12 satırdan ibaret vefat ilanı bulunuyordu. Sanki Şukufe Nihal 11 veya 12 satırlık yaşayıp bu dünyadan ayrılmıştı.” diye anlatmaya başlıyor.

Şukufe Nihal’e aşık olan sadece “zavallı” Osman Fahri değil. Nazım Hikmet, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Kutsi Tecer de vardır. Evleneceği en son kişiyse bütün “reel” aşk oyunlarında olduğu gibi bunlardan hiç biri olmayacaktır.

*

Bu cımbızlama işinde farkında olmadan ileri gittiğimi hissettiğim ve Taner Ay’ın büyük emeğine ve yayınevine haksızlık etmek istemediğim için burada kesiyor ve kitapta yer alan kişilerin –başarabilirsem!- yalnızca adlarını yazmakla yetineceğim.

 

YAŞAR NEZİHE BÜKÜLMEZ (1882 – 1971)

“Hayatım azâb-ı nâr-ı cahim” diyen ve okuyunca anladım ki hakikaten öyle olan, hepimizin “ilk 1 Mayıs şiiri yazan kadın şairimiz” olarak bildiğimiz Yaşar Nezihe Bükülmez'in anlatıldığı bölüm beni en çok etkileyen ve bu nedenle uzun süre kitaptan gözümü kaldırıp uzaklara bakarak donduğum sayfalar oldu. (Sosyalisttir sananlarsa hayal kırıklığına uğrayacak. Yazdığı gazellerin Urfa sıra gecelerinin vaz geçilmez şiirleri haline geldiğiniyse çoğumuz bilmiyoruzdur!)

FAZLI NECİP (1868 – 1932)

“Bu dünyadan külhani bir edip geçmişti.”

Hep yaşamdan parçalar cımbızladım ama Taner Ay esas lokmaları elbette ki kahramanlarının yapıtları üzerine doğruyor. Her kişisinin edebiyat açısından değerini yazdıklarını, yazılanlar tek tek irdeliyor. Örneğin Fazlı Necip'in, “târihî romanları” türünün ilk en önemlitemsilcisi olduğunu vurguluyor. “Nizami Cedid’in kuruluşunun anlatıldığı Dehşedler İçinde" ve Saraylarda Mecnunlar gibi romanlarının bugün de hangi yayınevince yayınlandığını öğrenebilirsiniz.  

SAFİYE EROL  (2 Ocak 1902- 1 Ekim 1964)

“Aşkın ve Kadıköy’ün unutulmaz romancısı”. “Hayvanlardan sevgilim kedi, çiçeklerden papatyadır.”

KEMAL AHMET (1903 - 14 Aralık 1933)

“Bab-ı Ali Yokuşu’ndan mukaddes bir ıstırap şarkısı gibi geçen adam.” “Meyhanelerde ‘içi ve dışı bir olan’ insanlar arasında mutlu olan adam.”

KEMAL ALTINKAYA (1895 – 1956)  

“İstanbul’un unutulmuş romancısı” Rumeli Türkülerinin kaynak kişisi.

 

KENAN HULUSİ KORAY (1906-1943)  

İlk fantastik ve korku hikâyeleri yazarı “Her zaman şık her zaman ketum.”  Öyle ketum ki lösemi olduğu halde karısı ve tanıyanlarının neyin var sorusuna hep “nezle” yanıtı vermiştir.

İHSAN MAHVİ (22 Ağustos 1891-1936)

Unuttuğumuz şair ve edebiyat tarihçisi” 

 AKA GÜNDÜZ (1886 – 1958)

“Tefrikasının ilanlarından da para alan bir muharrir.”

NURETTİN ARTAM (1900-1958)

“Havuzbaşı tekkesinin son şeyhi edebiyat tarihimizin en has rakıcılarından” 

BURHAN CAHİT MORKAYA (1892 – 1949)

“Bir milli romancının asker kaçağı olarak portresi” 

OSMAN CEMAL KAYGILI (1890 – 1945)

“Ne İstanbul’u kaldı ne de mezarı” 

HASAN TANRIKUT (1917 – 17 Ocak 1981)

Attilâ İlhan’ın 1981’de “O Hasan Tanrıkut ki, eğer sade suya tirit şairlerden biri olmadıysam, iktisat, tarih ve felsefe okuduysam, toplumsal ve bireysel bileşimlerin önemi üzerinde duruyorsam, hepsini ondan aldığım hızla yapmışımdır” dediği "Hilmi Ziya Ülken acemi çırağı” solcu yazar… Kitapta en fazla sayfa ayrılan kişilerden. Kıbrıs’ta yaşadığı olaylar tefrika gibi. Türk akademi camiasının dişlileri arasında en çok çiğnenen kişi dersek yeridir. Solcu avında polis ve bürokrasi baskısının prototipi bir hayat için de oldukça etkileyici. Gerçekten Türkiye’de faşizmden söz edilecekse bunu en çok hisseden adam Hasan Tanrıkut’tur, akıl hastanelerine düşürülmesi dâhil! 

NEZAHAT SOMAR (1916 – 1997)

“Unutulmuş veya unutturulmuş değil yok sayılmış bir romancı” 

FİKRET ÜRGÜP (1914 – 8 Mart 1977)

“Sait, Ahmet Hamdi ve bir –güzel kedisi– Keklik gidince” 

HİKMET ŞEVKİ (…-1930)

“Namus cinayetlerinin maktüllerinden biri oldu”. “Hikmet Şevki’nin Aşk Mahkümu isimli romanı öldürülmesinden sekiz yıl sonra 1938 yılında Sühulet Kitabevi’nin Semih Lütfi’nin Ucuz Romanlar Serisi’nin altıncı kitabı olarak yayınlanmıştır.” Taner Ay’ın yazısında, Hikmet Şevki’nin doğum tarihini bulamadım göremedim. Mahkeme kayıtlarında öldüğü zaman için 33 ya da 34 yaşlarındaydı deniyor buradan 1896 veya 1897 yılı çıkarılabilir.

MAZLUM KENAN KÖSTEKÇİ ( 9 Eylül 1910 – 13 Haziran 1936)

“Ciğerlerindeki son nefesiydi şiir.”

EDEBİYATIMIZDA UNUTULANLAR ve KAYBEDENLER – 2

Taner Ay’ın muhteşem eserinin ikinci cildi daha yeni 2023’ün başında yayınlandı. Bu kitap da Abdülhalîm Memdûh’tan başlayıp Celal Sılay’a kadar uzanan her biri birbirinden değerli ve ilginç yapıtlar ve yaşamlara sahip 25 edebiyat kahramanını inceleyen niteliğiyle ayrı bir yazı konusudur.

Kadim dostu Hikmet Temel Akarsu’nun sular seller gibi Türkçesiyle, “Edebiyatın unutulmuş, kadri kıymeti bilinmemiş, talihsizliğe ya da sükût suikastına uğramış son derecede özgün simaları hakkında gerçek bir edebiyat arkeologundan mufassal araştırmaları” olarak değerlendirdiği ikinci kitaptaki değerlerin bu yüzden yalnızca adlarını vereceğim:   

ABDÜLHALİM MEMDÛH, MÜSTECÂBİZÂDE İSMET, AHMED VEFÂ, ŞEHABETTİN SÜLEYMAN, SAFVET NEZİHÎ, SAİD NAUM DUHANÎ, KEMAL RÂGIP ENSON, SELÂHATTİN KARAKAYAN, SUPHİ TAŞHAN, NİYAZİ AKINCIOĞLU, HASAN BASRİ ALP, SEFER AYTEKİN, İHSAN ÜNLÜER, ZÜHTÜ BAYAR, ABİDİN BEPHUR, TAPANER, ENDER SARIYATI, EMİN ERSOY, PEMBE MARMARA, KAYA ÇANCA, SÜLEYMAN, ALİ ULUÇAMGİL, CUŞKUN BÜKTEL, MEHMET LÜTFULLAH ERİŞÇİ, MUZAFFER HACIHASANOĞLU, HİLMİ BÜYÜKŞEKERCİ, CELÂL SILAY.

YAZMAK ACI ÇEKMEK MİDİR?

Yazmak gerçekten acı çekme sanatı mıdır? Eskilerin, iyi bir yazar veya sanatçı veya şair olmak isteyenler için klasik okuyacaksın, çok yazacaksın demelerinin ardından seslerini yükselterek “ama önce çekeceksin evladım” öğüdü bu derece doğru mu olur?

Sait Faik Abasıyanık, Haldun Taner, Yusuf Atılgan, Vüsat O. Bener, Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Attila İlhan, Adalet Ağaoğlu, Ferit Edgü, Rasim Özdenören, Füruzan, Oğuz Atay, Orhan Pamuk…

Taner Ay’ın yazar ve şairlerinin çektiğini okuyunca, onların çektiğinin yüzde birini bile çekmemiş bu topluluğun bir kıymeti harbiyesi kalmıyor. İnsan bir an bu yazarların, 48 yazarın yüzülmüş derisi üzerinde semirerek var olduklarını düşünüyor.

(Haldun Taner’in hakkını yememek gerek. Ahmet Özer’in anlattığına göre Kadıköy’de bir tiyatro oyunu sırasında arka sıralarda oturan Fakir Baykurt’u gören Taner, ayağa kalkarak yanına ön sıraya davet etmiş. Fakir Baykurt aman efendim sizin gibi müelliflerin yanında oturmak bize yakışmaz, deyince Taner bütün salonun duyacağı biçimde yüksek sesle, “Biz babamızın annemizin kucağında sıcak odalarımızda okuyup yazdık, siz soğuk dağlarda, kıraç köylerde petrol lambasında bin bir meşakkatle kendinizi yetiştirdiniz, bize yetiştiniz. Sizinkinin yanında bizimkinin bir değeri mi olur” demiş. Soylu insan olmak başka.)  

En çok sevdiğim yanı da yeni kitaplar ve müellifleri hakkında inanılmaz kaynakçaya sahip olması. Dikkatimi çeken ve sahip olmak istediğim kitapların çıkarabildiğim kadarının listesini yazını sonunda yayınlamaya çalışacağım. Bu liste aynı zamanda Taner Ay’ın ne kadar titiz bir okuma işçisi/kitap kurdu olduğunu da gösteriyor. İstanbul yaşamı, Osmanlı ekonomisi ve siyasi yapısı, matbuatı ve eğitim sistemi hakkında da epey bir malûmat sahibi oluyorsunuz.

Daha da ilginci “Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nin devamı değildir” tezinin ne kadar geçersiz ve çaresiz bir tez olduğunu, böyle bir şeyi aklınıza bile getirmeyerek anlıyorsunuz.

Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler’i okuyunca, yaşarken kitapları çok satan çok para kazanan sistemin tüm konforlarından yararlanan bir yazar olmayı değil kadri bilinmeden unutulmuş ama Taner Ay tarafından on yıllar sonra bulunup hakkında yazı yazılmış bir yazar olmayı yeğliyorum.

Diğer bir duygu da Türk edebiyatının ne kadar derin ve büyük bir kalıta sahip olduğudur. Evet, onca bilgiyle bir duygu olarak okuyanda tortulaşıyor.

Ekonomi politik gerçekleriyle, psikolojik sosyolojik bütünlükleriyle, tarihsel konumlarında diyalektik bir bakışla ele alıyor Taner Ay kahramanlarını. Buna titiz bir belge bilgi velhasıl ayrıntı eklenince akademik yazıların sıkıcı kurallarının dışında, türünü tanımlayamayacağımız müthiş etkili bir yazı yöntemi ortaya çıkıyor.

Hepsi yazarak ölüme meydan okuma refleksi göstermiş bu değerli yetenekli insanların beni en çok ölmeden önceki zamanları, ölüm nedenleri ve ölüm ilanları etkiledi. Bütün hayatları ölüm karşısında insanoğlunun ne kadar dayanabileceğinin ölçüm aleti gibi.

Evet ölüm onları paramparça ederek yedi ve yendi diyelim ama işte Taner Ay diye biri yıllar sonra çıkıp onların nefesinin sıcaklığını bize üflüyor.

Bir diğer soru da “Peki bu değerli edebiyatçıları Türk toplumuna kim unutturdu? Ne unutturdu? Nasıl unuttuk?” sorusudur.

Belki de Nezahat Somar’ın ilk romanı Zilâ Abla Remzi Kitabevi tarafından yayımlandığında 16 Haziran 1948 günlü Demokrat İzmir gazetesinde Somar hakkında yayınlanan imzasız yazı, buna bir yanıt veriyor:

“İstanbul kitâbçılarının Dersaadet dışındaki kıymetlere aldırış etmeyen ve lakaydı gösteren inâdlarını mağlub eden romancı.”!

NOT: Normal ulusal yayıncılık kültüründe (işgal edilmemiş bağımsız yayıncılık!) bu değerli çalışmayı yayımlamaya can atmaları gerekirken, Taner Ay'ın yayınevlerinin tutumundan neler çektiğini anlattığı söyleşisini buradan okuyabilirsiniz.)

Edebiyatımızda Unutulanlar ve Kaybedenler kitabını buradan satın alabilirsiniz.

Ahmet Yıldız
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler