Zombilerin kaosu / Selim Yalçıner
Bu adamlar bu işi yapamıyorlar. Artık beceremiyorlar. ‘İş’, zaten yapılacak gibi değil. Çivileri çıkmış. Yüzlerine makyaj yapıyorlar, her taraflarından akıyor. Makyajın arkasındaki ‘Zombi’ kendini gösteriyor. Zombi bunlar, ölmüşler, yaşam ile ölüm arasındaki lanetli yerdeler. Öldüklerini bildikleri için, yaşayanlara zulmediyorlar. Ellerinde silah, ölmediklerini hem kendilerine, hem de milyarlarca insana, hayvana, doğaya kanıtlamaya çabalıyorlar. İnsanlara saldırıyorlar, hayvanlara saldırıyorlar, doğaya saldırıyorlar. Aralarında kalkıp ‘artık bu gezegen bize yetmez, başka gezegenlere gitmemiz lazım’ diyebilecek olanları bile var. Niye gidecekmişiz buradan demeyin. Böyle bir şey sorarsanız, yanıt alamazsınız. Yanıtını bildiğiniz soruları da sormayın zaten. Kapitalizm denen azgınlık, gezegeni hızla yok ediyor. Bunu biliyorlar, bir de yüzsüzce başka gezegenlerden söz ediyorlar. Siz gidin kardeşim başka gezegene, gidin, bir daha da gelmeyin. Savaş çıkartmayın ama, var olan savaşları durdurun, başka savaş da kışkırtmayın. Bu lafa kulak asmazlar tabii, onlara bunu anlayacakları dilden söylemek lazım. Kafalarına vurarak. Konuya böyle girdik. Başka türlü de girebilirdik. Şatafatlı siyasal, ekonomik, toplumsal sözcüklerle, bu sözcükleri bir de rakamlarla süsleyerek girişimizi yapabilirdik. Yapmadık. Yapanlar, hem de gayet iyi yapanlar var zaten. Gerekirse biz de yaparız. Bugün yapmayalım. Bir dostumuzla nasıl söyleşiyorsak, öyle konuşalım. Aklı başında hangi ekonomiste giderseniz gidin, bu işin böyle gitmeyeceğini söyleyecektir. Politik bilimci de, toplum bilimci de aynı şeyi size yineleyecektir. ‘Aklı başında’ dedim. Bilimsel araştırma kurumlarının başındaki, yaradılış efsanesine inandığını ifade edenlere gidip de bir şey sormayın. Yapmayın bunu. Adamları zor duruma sokmayın. İşlerinden olmasınlar. Aklı başında öğretim üyelerini işten atmaya devam edebilsinler. Dünyayı izleyin ama. Ukrayna’da neler oluyor anlamaya çalışın. Uçaklar ikide birde neden düşürülüyor, kafanızı meşgul etsin. Gazze’de olanlar da. Suriye ve Irak’ta olanları daha iyi biliyorsunuz. Amerika Birleşik Devletleri neden İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi elleriyle kurduğu Almanya’da casuslara para vermek ihtiyacı duyuyor? Nasıl yakalanıyor, Almanlar Amerikalılar’a neden buruk bir şekilde, “Bizden isteseydiniz bu dosyaları size seve seve verirdik” diyorlar, merak edin. Hem ellerindeki teknik olanaklarla tüm gezegenin haberleşmesini kaydediyorlar, hem de gidip bazı Alman vatandaşlarını casusluğa itiyorlar. Dünyayı izleyin, başka bir gezegeni izlermiş gibi değil. Bu sizin gezegeniniz. Burada yaşayacaksınız, çocuklarınız, torunlarınız bu gezegenin havasını soluyup (o zamana kadar parayla satılmaya başlamamışsa) suyunu ( halen olduğu gibi parasını vererek) içecekler. Hayvanlara vergi kesemiyorlar, hayvanseverleri haraca kesiyorlar. Sıcaklarda iyi niyetli insanlar tarafından zavallı hayvanlar için bırakılan su kaplarına sigara izmaritlerini, çöplerini atıyorlar bunlara uyanlar zaten. Bir de, bunlar ‘demokrat’tır ha. Unutmayın. Kimliklere ve inançlara ‘saygılı’dırlar. Böyle söyleyip, kendilerine uymayanları keserler, kesilmesine göz yumarlar. ‘Demokrat’lıkları da buraya kadardır zaten. Emek dedin mi, orada dururlar. Emeğe saygı bunların kitabında yazmaz. Hem çoksatanlarında hem azsatanlarında. Kitaplardan kazara bir şeyler bulup yüzlerine vurursanız küfrederler, size kafir diyerek. Yediklerimizi içtiklerimizi, kullandığımız her şeyi emek üretir oysa. Bunu bilirler, söylemezler. Emeğe asla saygılı olmazlar. Doğan çocuğun kulağına etnik durumunu, inancını fısıldarlar. İşçisin sen işçi kal demezler. Onu Cem Karaca söyler. Yoksul ya da geliri sınırlı aileye doğan çocuğun emekçi olacağını bir o bilir. Etnik kökenin, inancın bu sürece bir etkisinin olmayacağını da. Aile, çocuğun zengin olacağını sandığı için, çocuk ana babasını unutmasın diye etnisitesine, inancına onu bağlamaya çalışır. Bunun için kitaplar var. Filmler var. Adamın işleri batar, yoksullaşır, iş aramaya başlar. Fabrika sahibinin odasına girer. Patronun koltuğunun arkası görünür. Yavaşça döner koltuk, a, işten attığı adam! Hulusi Kentmen değil! O babacandır! Bu, ‘çalışmış, çabalamış, fabrika sahipi olmuş’ da, ekmeğini verecek. Yerin dibine geçer. O patron biz’izdir oysa. Bir anda patronun o sefil gururuna kaptırıveririz kendimizi. Gerçek hayatta bunlar olmaz. Olmazsa olmasın! Benim patron olup eski sınıfıma hava atmamı engelleyemezsin! Sen de, kulağına doğduğun anda fısıldananla yetin! Asla emekçi olma. Aylık ücretle geçin, ama emekçi olma! Ayıptır. Hele kendin gibi emekçi olanlarla bir olup sokağa falan çıkma. ‘Milliyet’ine, ‘Irk’ına, ‘Din’ine, ‘Mezhep’ine sarıl. Sıkı sıkı. Seçimler yaparlar. Birbirlerinin benzerlerini karşınıza çıkarırlar. ‘Al birini seç’ derler. Kafanız karışır. Hepsi aynı cins. Ne yapacağınızı şaşırırsınız. Biri çok kötü, daha az kötü olanını seç örneğin. İstemiyorum kardeşim, o zaman ötekini verelim? Her şey bu kadar kötü değil, sabredin, son bölümde iyi şeylere sıra gelecek. Devam edelim. Yalan söylerler. Devamlı. Doğruyu bir koşulda söylerler. Birbirleri hakkında. Yıllar önce, Avrupa’da kim daha çok silah satıyor tartışması başlamıştı. Ülke televizyonları, diğer ülkelerin silah ihracatları hakkında rakamlar vermeye başladılar. İnanılmaz rakamlar. Doğruları söylemeye başladılar yani. Birkaç gün içinde bu yayınlar kesiliverdi birden. Ayıp. İnsan ne kadar silah ihraç ettiğini açıklar mı hiç? Bir dönem yedikleri içtikleri ayrı gitmeyenler, her türlü melaneti sevinç içinde birlikte yapanlar, bir bakarsınız birbirlerine sövmeye başlamışlar. Hatta, eski dostlarını içeri tıkıyorlar. Başlar bir kavga, döğüş. İşte burada, birbirleri hakkında doğruları söylerler. Bozuk saatin doğruyu gösterdiği anlardan biri. Sonra barışırlar ha, hiç inanmayın bu zevatın yaptıklarına, söylediklerine. Ama birbirleri hakkında doğru söylediklerini de unutmayın. Unutmaya gelmez. O doğrular, bunların gerçeği çünkü. Kinlenmek için değil, kafayı aydınlık tutabilmek için. Bunlar, sadece birbirleri hakkında doğruyu söyleyen canlı türüdür. Başka her durumda yalan söylerler. Her şey bu kadar kötü değil dedik. Neden? Bunların bize dayattığı yaşamdan bir başka, yeni, güzel, özgür, adil, eşit bir yaşam var da, ondan. Nerden biliyorsun? Sadece bana dayatılan bilgi kırıntılarına, bilgi kırıntılarından abartılmış haber bozuntularına bakmıyorum da, ondan. Gençlere bakıyorum örneğin, onları dinliyorum. Gerçekten. Kulak verirmiş gibi yapmıyorum. Dinlerseniz, anlatıyorlar. Dinlemezseniz ya da yarım kulakla dinlermiş gibi yaparsanız, anlarlar, konuşmazlar, sizden zeki olduklarını düşünerek davranın, ona göre! Gençlere kulak verirseniz; özgürlüğü yaşadıklarını, eşitliği ne kadar içselleştirdiklerini, etnik farklılıklara asla önem vermediklerini, inançlara, inanç olarak kaldığı sürece saygıda kusur etmediklerini, bilgiye, beceriye ve başarıya büyük değer verdiklerini, öğrenmekten vazgeçmediklerini, sanata mizaha ilgi duyduklarını, savaşlara, “savaş, neden vardı ki?” diyerek temelden karşı çıktıklarını, çevrelerini, doğayı, hayvanları sevdiklerini, insanların cinsel durum ve tutumlarını, eğilim ve yönelimlerini kesinlikle ayrıştırıcı bir anlamda kullanmayı düşünmediklerini, kadınlara ayrı ve özel konum sunduklarını görürsünüz. Bu bilgi yeter, geleceğin onurlu bir yaşam sunacağına inanmak için. Buna inandıktan sonra da, yapılacak tek bir iş kalıyor geriye: Zombilerin kafasına kafasına vurmak. Nasıl istenirse öyle vurmak. Zombinin, önce zombi olduğunu anlamak, sonra en zayıf yerine, kafasına, nasıl uygun görülürse öyle yönelmek. Afişle de vurulur, pankartla da, gitarla da, şiiirle de, mizahla da, haklı olanın yanında durarak da, başka bir yolla da... Keyfe kalmış. Selim Yalçıner Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR