Otobiyografi ve anı yazımının sıkıntıları üzerine bir not / Mehmet Tanju Akad
KALEMİN UCUNDAKİ ZİNCİRLERİ KIRAMAMAK Mehmet Tanju Akad
Otobiyografi, biyografi ve anı kitaplarının belli özelliklere sahip olanları, bir köşesinden de olsa edebiyatın içinde yer alabilir. Büyük kısmı ise dışındadır. Kötü edebiyat bile sayılmaz. Edebiyatın kapısından adım atabilmesi için sağlam bir anlatım tekniğine, üsluba ve bütünlüğe sahip olması beklenir.
Ama bunlardan daha önemlisi, samimi bir anlatımdır. Tam olarak samimi bir anlatım hemen her zaman edebi değer taşır ama bu nadiren görülür. Samimiyet hem içerikte, hem de biçimde söz konusudur.
Bu ikincisinden kastımız, fikirleri fazla boğmadan ve süslemeye çalışmadan aktarabilmektir. Anlatım doğrudan veya dolaylı olabilir, ama zihnindekini saklamamalıdır.
Anlatım üslubu, kasıp kasmadığını hemen belli eder ve otobiyografik eserlerde kasma her zaman vardır. Sonuçta ortada bir ego vardır.
Giderek artan bir şekilde, yarı-otobiyografik çalışmaların arttığını görüyoruz. Kişi (ego) anlatıyor ve çoğu zaman parayla tutulan profesyonel bir yazar (kişi) de bunları derleyip toplayarak kitap haline getiriyor. Ancak bu makbul bir tür sayılmaz.
Çalışma iki kez (egonun ve kişinin) sansürden geçmiş oluyor. Sahicilikten uzaklaşıyor.
Sonuçta, verilmek istenen bir imaj imal ediliyor, konu olan egonun kusurları azaltılıp, görüntüsü cilalanıyor. Halbuki otobiyografiden beklenen dönemin olaylarına, düşüncelerine, kişilerine daha yakından bakış sağlamasıdır. Tam tersine, çoğu çalışma, dönemi ve insanları olmadıkları şekilde yansıtıyor.
Ne var ki, çarpıtılmış bir biyografi, otobiyografi veya hatırat dahi, dönem hakkında epey bilgi verir. Burada esas mesele çarpıtmaların ve sapmaların yönünü tayin edebilmektir.
Örneğin, bizde 12 Mart ve 12 Eylül mağdurlarının bu türden anlatımlarından oluşan düzinelerce kitap çıktı. Bunların edebi değerleri olmadığı gibi, saptırma doludur.
Okuru ne kadardır bilinmez ama eleştirel bir gözle bakılmadan okunduğu takdirde, geçmişle ilgili çarpık bir izlenim kaçınılmazdır, ancak bu tür, geçmişe bakışa verdiği büyük zarar haricinde, zaten ilgimizin dışındadır.
İnsanlar, birçok nedenle açık olamaz. Aklından geçenlerden utanır, başkalarını kırmaktan hoşlanmaz, gençlik aptallıklarını saklamak ister, zaaflarını sergilemekten kaçınır, başkalarının ayağını kaydırmak için yaptığı numaraların bilinmesini istemez vs. vs.
Bu nedenle biyografi yazarı -bunu bir menfaat veya belli amaç için yapmıyorsa- konu aldığı kişinin özelliklerini daha iyi değinip, ortaya koyabilir. Otobiyografide ise bu son derece zordur. İşte orada kalemin ucu zincirlenmiştir, iş samimiyetsizliğe kayar.
Arada yırtılamayan bir perde vardır. Bunu anlatırken aklıma bir başka benzetme geldi. Kumda bazen bir çubukla güzel şeyler çizeriz ama ömrü sadece ilk büyük dalganın gelmesine kadardır. En kısa ömürlü sanat belki de budur. Ama diyelim ki kumsala ince bir plastik örtü serildi. Bunun üzerinden çizemezsiniz. Ya da sadece bazı silik izler oluşur.
İşte otobiyografide de, zihnin sansürü, üzerinden düzgün yazamadığınız plastik örtü gibidir. Ama her şey muğlak bırakılanlardan ibaret değildir. Kimi şeyler es geçilir, kimileri abartılır, çoğunlukla da çarpıtılır.
Seçim kaybeden politikacı veya muharebe yitiren komutan nasıl engellendiğini, yanıltıldığını, önüne aşılamaz zorluklar çıkarıldığını vs. anlatır. "Durumu kavrayamadık, değerlendirmemiz eksikti, yanlış hamleler yaptık, binlerce kişi boşuna öldü" diyen kaç komutan olmuştur.
Çoğu, kayıpların suçunu basiretsiz siyasetçilere, üst komutanlıklara, yeterli olanak sağlanmamasına bağlar, suçun bir kısmını da kara veya yağmura vs. bağlar. Çoğu zaman yanlış da değildir ve bazen yenilgi kaçınılmazdır ama arada kendi kusurlarını örtmeye çalışır.
Kuşkusuz ki samimiyetsizlik madalyonunun diğer yüzü cesaretsizliktir. Yazan kişi kendisi hakkında olumsuz bir imaj oluşturacak ayrıntılardan kaçar.
Ama bu kimi zaman da başkalarına zarar verme korkusuyla bağlantılıdır. Sevdiği kişileri üzmekten çekinir.
Sevmediği kişilere karşı da haklı veya haksız ithamda bulunmakla suçlanmaktan kaçar. Başkası onu suçlamasa bile, kendisini suçlayabilir. Halbuki şayet söyledikleri gerçekse, bunlar bir dönemin anlaşılması açısından önemli olabilir. Ancak, kızdığımız insanları, hele hayattan ayrılmışsa ne olursa olsun karalamaktan kaçınırız.
Bizde "ölünün arkasından konuşulmaz" anlayışı oldukça yaygındır.
Örneğin, ben kendi adıma, bayağı habis ruhlu, kendi ülkesine ölümüne düşman bir kişiyle defalarca kapışma talihsizliğine uğradım. Ama öldükten sonra teşhir etmeyi bıraktım.
Sustum. Zaten artık ne yararı var. Ama yaşayanlar arasında da olumsuz gördüğüm kişileri isimleriyle zikretmekte zorlanıyorum. Bu nedenle geçmişle ilgili bir kitap hazırlayabileceğimi sanmıyorum. Bunu artık dönemin tarihini yazanlara bırakmalı.
Bunlar umarız ki ölçerek, biçerek kişiler hakkında bizden daha objektif değerlendirmeler yapar. Ya da ummakla kalırız, çünkü, ellerinde doğru ve yeterli malzeme olmayacak. Taraftarlar, karşıtlar, övücüler ve karalayıcılar arasında seçim yapmak zorunda kalabilirler.
Örneğin 1960'ı yapan nesil artık yaşamıyor, 70 ve 80'leri yaşayanlar ise ömürlerinin sonuna yaklaştı. Kime ne soracak da ortaya çıkaracak.
Değerlendirmeler, elbette sadece kişileri değil olayları ve nedenlerini de kapsar. Bunları ele almak daha kolaydır.
Ancak, olayları kişilerden bağımsız ele almak da mümkün değildir. İş gene kişilere gelip dayanınca haksızlık yapma korkusu, geçmişten kalan bir gönül borcu, söz konusu olanları değil de yakınlarını üzmemek, iyi insanların itibarını zedelememek gibi faktörler öne çıkıyor.
Tabii, bunun tam tersini amaçlayarak, kendi hatalarını örtmek veya başkalarının itibarını zedelemek gibi amaçları olanlar da vardır. Özellikle siyasi olan veya savaşla ilgili hatıratta bunlar ister istemez gündeme gelir.
Biyografi ve anı yazımı, kişileri veya dönemleri aklamak veya karalamak için bir araç haline dönüşür. Keza, bir hesaplaşma platformu olarak ele alınmamalıdır. İnsan tabiatını düşünürsek, bu olumsuzluklar kaçınılmazdır.
Yapılacak şey, bunları sıkı bir eleştiriye tabi tutarak saptırılan hususları açığa çıkarmaktan ibarettir.
Her şeye rağmen biyografi ve anı kitapları en sevdiğim okumalar arasındadır. Ülkemizde iyi örnekleri vardır ama genelde henüz emekleme çağındadır. Bu kitapların niteliği, hesapçılıktan uzaklaşarak tarihe karşı duydukları sorumluluk ölçeğinde yükselir.
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR