Ana-baba ocağındayım, Fatsa’nın Kılıçlı Köyü’nde.

Arada bir geliriz memlekete, yaz-kış bir süreliğine.

Doğum yerine dönmek, çocukluğa yolculuktur.

Karadeniz’e, fındık bahçelerine, rüzgarın nemlisine, yağmur yüklü bulutlara ve geniş - uzak sıra dağlara ulaşan ufuk çizgilerine..

Denizi gören kuzey penceremizin önündeki masada bir kitap:

Ömer Seyfettin’den Seçme Hikayeler…

Ömer Seyfettin’in Ant öyküsü, “…ben Gönen’de doğdum…” diye başlar.

Her insanın bir öyküsü var.

Ben de Fatsa Kılıçlı’da doğdum…

Biz de çocukluk öykülerimizi başka yazılara birakıp sözü getirelim Ömer Seyfettin’e…

Türkiye 1908 ikinci meşrutiyetin ilanından sonra değişmeye başlar.

Geleneksel toplumdan batılılaşmaya doğru bir yöneliş…

Yazarın öyküleri bu dönemi anlatan ayna gibidir.

Ulus devlet olma yolunda büyük mücadele vermiştir.

Ulusal kimliğe ulaşma yolunda dil ile, öykü ile, edebiyat ve kalem mücadelesi ile öncülük etmiştir.

Toplumsal sorunlara eğilmiştir, çözümler önermiştir.

Halk ile aydın arasındaki kopukluğun nedenini dilde görmüştür.

Halkın diline, edebiyatına yönelerek öncülük etmiştir.

1884’te Gönen’de doğdu.

Ömer Seyfettin subay çıkar. 1909 17 Nisan’da Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelir.

Birkaç yıl sonra subaylıktan ayrılır. Genç Kalemler Dergisinde edebiyatta ve dilde ulusalcı akımın öncüsü olur.

Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonrasında liselerde öğretmenlik yapar.

1919’da Efruz Bey romanını yazar. Topluma yabancı aydın tipi.

Meşrutiyetten sonra beliren milliyetsiz, idealsiz, her fikre uyan, arada bir batıcı, bazen Türkçü kimlikte birisi…

Cabi Efendi, halkı esas alan bir tiptir. Batılılaşmayla beraber bireyler ve toplum değişim geçirmektedir.

Ar dünyası değil, kar dünyası egemendir.

Efruz Bey’e karşı Cabi Efendi’yi yaratmıştır.

1920’de hastalıktan ölür.

36 yıllık kısacık bir ömür, onlarca öykü, şiir, yazı-makale…

Kaşağı, Ant, Falaka öykülerinde çocukluk izleri bulunmaktadır.

Çok iyi gözlemcidir. Anılarından, arkadaş anlatılarından, küçük olay ve ayrıntılardan çok iyi öyküler çıkarabiliyordu.

Balkan ve Trablusgarp savaşlarında yer alması, esirliği, İstanbul’a dönüşünde zengin bir edebiyat çevresi bulması yazarlığında geniş bir olanak sunmuştur.

Bazı hikayeleri tarihsel olayları konu edinir.

Gericiliği eleştiren, islamı yanlış yorumlamaktan kaynaklanan öyküleri de vardır.

Kurbağa Duası, Büyücü, Perili Köşk gibi.

Batıcı aydın tipinin anlatıldığı roman Efruz Bey’dir.

Sanatını toplum ve halk için üretmiştir.

Ziya Gökalp ile yakın düşünce dostluğu bulunmaktadır.

Osmanlıcayı ve divan edebiyatını eleştirmiştir.

Halkın Türkçesine yönelmiştir.

Bazı öyküleri Türkçülük düşüncesi ve ulusal bilinci uyandırmaya yöneliktir. Primo Türk çocuğu, Aleko… gibi

Osmanlıcılık fikrini konu alan ve eleştiren, Ashab-ı Kehfimiz, Hürriyet Bayrakları gibi öyküleri de bulunmaktadır.

Birinci savaş yıllarında moral vermek amacıyla yazdığı öyküleri de mevcuttur. Pembe İncili Kaftan, Kızılelma Neresi?

Halkın yanlış inançlarını eleştiren öyküler... Perili Köşk, Kurbağa Duası…

Edebiyatı süssüzdür, sadedir ve betimlemelere boğulmaz.

Yalnız sanata değil, içeriğe de önem verir.

Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak, tasvir ve ruh çözümlemesine değil, olaya önem vermiştir.

Sanat anlayışı şudur;

Sanat toplumun sorunlarına tercüman olmalıdır, çözümleri yansıtmalı ve yaymalıdır.

İnandığı fikirleri savunmuştur sürekli. Büyük bir idealisttir.

Baha Tevfik’ten çok etkilenmiştir.

Baha Tevfik 1912 yılında ‘Felsefe’ adında ilk felsefi dergiyi çıkarır

Biyolojik ve evrimci materyalist düşünürdür.

Ömer Seyfettin gerçekçi hikayenin öncülerinden Maupassant’ı okumuştur.

Mason localarını ve etkinliklerini görmüş, onların insancıllık düşüncesi etrafında ulusalcılığa zarar verdiklerini düşünmüştür.

Primo Türk Çocuğu öyküsü buna örnektir.

Felsefeci Rıza Tevfik’i eleştirmiştir. Efruz Bey kişilik ve fiziksel yönden ona benzer.

Rıza Tevfik yeni lisanı kullanmadığı, Ulusçuluk akımının karşısında olduğu için eleştirilir.

Bilgi Bucağında isimli öyküsünde Türk Ocağındaki siyasal çekişmeleri anlatır.

Hamdullah Suphi, Yusuf Akçura, Ahmet Mithat, Abdülhak Hamit gibi yazarlara eleştirileri bulunmaktadır.

Tevfik Fikret’i de çok beğendiği halde dilini eleştirir.

Yahya Kemal’i de hem dili hem düşüncesi bakımından eleştirir.

Ömer Seyfettin ve İsmail Gaspıralı’da turan fikri ırka dayanmaz, dil ve kültüre dönük bir birliktir.

Millet bir ırkı anlatmaktan daha çok ortak bir dili konuşan ve bir kültürü olan kavramı anlatır.

Türklerin gaflet uykusunda olduklarını düşünür, milli bilinçlerinin ayırdında olmadıklarını söyler.

Avrupa’ya gidenlerin bu ulusal kimliklerini unuttuklarını yazmıştır.

Devlet anlayışı da çok ilginçtir yazarın.

Devlet fertler ile vardır bu düşüncede, halktan bağımsız bir devlet olamaz, insan üstü, erişilemez bir varlık değildir.

Din ulusal bir kimliğe bürünebilmekte ve toplumsal yaşama uyum sağlayabilmektedir.

Din, dua ve ibadetlere adanmış değil, devletin ve milletin kurtuluşu ve birlikteliği için etkili olacak toplumsal ve ulusal bir olgudur.

Ömer Seyfettin ümmetçiliği, aruz veznini, Osmanlıcayı savunan, millet ve milliyet düşmanı kişilere mürteci der.

Ömer Seyfettin ikinci meşrutiyetin ilanından sonra Türk Toplumundaki gelişmeleri çok yakından izlemiştir.

Düşüncelerini çeşitli yazılarıyla ortaya koymuş ve öykülerine yansıtmıştır.

O dönemi anlamak için vazgeçilmez kaynaklardan biridir.

Daha çok okunması ve yeniden yorumlanması gerekir.

O, ulus devlet olma yolunda, ümmetçi zihniyetten Ulusçuluk fikrine geçiş mücadelesini verenlerin başında gelmektedir.

Belirli bir milletin çıkarlarını, özellikle egemenliğini ve özyönetimini kazanmayı amaçlar.

Daha sonra bunu sonsuza dek sürdürmeyi hedefler.

Toplumun kurum ve değerlerindeki değişimi görmüştür.

Halk ile aydınlar arasındaki yabancılaşmaya ve ulusal kimlikten uzaklaşmaya vurgu yapmıştır.

Aydın ile halk arasındaki kopukluğun nedenini kullanılan dilde görmüştür. Halka doğru hareketini başlatmış ve öykülerinde bu iletiyi vermiştir.

Yaşadığı dönemde devlet dağılma sürecine girmişti. Hızla toprak kaybetmekteydi.

Türk ulusu fakirlik içindeydi. Ömer Seyfettin bu soruna çare olarak Ulusçuluk düşüncesini öne sürdü.

Ziya Gökalp ile birlikte Ulusçuluğun başlıca kurucuları, teorisyenleriydiler.

Toplumun varolma savaşına ışık tutmuştur eserleri.

Eleştirisi; batılılaşma adına ulusal kimliğin yok edilişi ya da inkar edilişidir.

Ahlaki anlamda bocalama yaşayan, değer yargıları değişen bir topluma yol göstermiştir öyküleriyle.

Başkalarına küçük ve önemsiz gelen şeylerden bile önemli bir hikaye çıkarabiliyordu.

Yaşamı çok zengindi, Trablusgarp ve Balkan savaşlarında subaylığı, esirliği, İstanbul’a dönüşünde büyük yazar ve düşünce insanlarıyla birlikte oluşu yaşam deneyimini derinleştirmişti ve bu zenginlik edebiyatını çok beslemiştir.

Bahar ve Kelebekler öyküsünde alafranga kadın tipini eleştirir.

Ömer Seyfettin’in düşüncelerine elbette eleştirel de yaklaşabilmeliyiz.

Geri kalmışlığı dile, yani Türkçe konuşup yazmamaya bağlaması ilginçtir.

Türk toplumunda sınıf ayrımı görmez. Oysa nesnel gerçeklik böyle değildir.

Bizde batı tipi bir ekonomi olmadığından söz eder.

Ömer Seyfettin, sadece bir öykücü, şair, fikir insanı değil, kısa yaşamında olağanüstü üretken, düşüncelerinden ödün vermeyen, edebiyat da dahil pek çok alanda mücadele veren büyük bir idealisttir.

Günümüzde tüm öykülerinin, yazılarının, çeviri ve diğer eserlerinin yeniden okunması, yeniden yorumlanması gerekir.

Gerçek edebiyatın en değerli hazinelerinden biridir.

Bugün ulusal kimliğe, toplumsal gelişmeye ve tarihsel örneklere çok ihtiyacımız olduğu açıktır.

Dr. Halit Suiçmez
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)