Son Dakika




                                                                                                          
Pozsonyi sokağındaki tek odalı dairesinde sabaha karşı ölen 102 yaşındaki Gyarmati Fanni'nin cansız bedeni, evinden doktorlar eşliğinde alınıp, defin hazırlığı bitene kadar bir hastanenin morguna kaldırıldı...

Karşılaştıklarında ona, ''Fanni Teyze'' diye seslenen yardımsever komşuları, toplandıkları bina kapısından onu saygıyla ve gözyaşlarıyla uğurladılar...

Zorunlu olmadıkça sokağa hiç çıkmayan, kalabalıktan pek hoşlanmayan, arada bir küçük balkonunun korkuluklarına tutunup uzun uzun Tuna'yı izleyen bu yaşlı kadın, bir kitaplığı andıran, 35 metrekarelik dairesinde tam yetmiş yıl tek başına yaşamıştı...

Budapeşte'nin köklü liselerinde yıllarca Rusça ve Fransızca öğretmenliği yapmış, emekli olduktan sonra sessizce, acı tatlı anılarını barındıran bu küçük yuvasına çekilmişti...

Radnoti eşi Fanny'le mutlu günlerinde...

Sevdiği gençle,1935 Ağustos'unda evlendikten sonra taşındıkları bu dairenin kapı zilinde ve posta kutusunun bakır levhasında yaşlı kadının kendi ismi değil, 1944'te faşizme kurban verdiği şair kocasının adı yazmaktaydı hâlâ: ''Dr. Miklós Radnóti ''.
   
1926 yılında, Bayan Hilbert'ten matematik dersi almaya gelen Fanni, Hilbert Ailesinin evinde, ailenin öz oğulları gibi sevdiği bir gençle karşılaşmıştı. Annesi ve babası olmayan bu yakışıklı kumral genç,  dayısının yanında yaşayan 17 yaşındaki Mikloş'tu. O da, Fanni gibi bu eve haftada birkaç kez uğruyor, hem okulda zorlandığı dersler için yardım alıyor, hem de tüccar dayısının onu ticaret okuluna yollamasına rağmen, tecimi değil, edebiyatı çok sevdiğini söyleyip, Bay Hilbert'ten kendisine bir yol göstermesini  rica ediyordu...

İki lise öğrencisi, ders aldıkları bu evde birbirine sevdalandılar. Fakat, o yaşların gelgeç sevdasıdır diye, Hilbert Ailesi dahil  kimse onları ciddiye almadı...  
 
 Nazilerce öldürüldüğünde cebinden çıkan Fanny fotoğrafları

Henüz 14 yaşında olan, fakat yaşından beklenmeyen bir olgunluğa sahip Fanni'yle artık herşeyini paylaşıyordu Mikloş. Fanni, onun hem sevgilisi, hem sırdaşı, hem de en yakın dostuydu artık... Budapeşte'nin izbe sokaklarında gizlice buluşup neşeyle el ele dolaşırken, birden durgunlaşan bu içli gencin bazen gözyaşları içinde anlattıkları, Fanni'yi de derin bir hüzne boğuyordu...

Mikloş, annesi sandığı kadının üvey annesi, peşinden hiç ayrılmayan sevimli kız kardeşinin de üvey kız kardeşi olduğunu, 12 yaşında,  babasını ansızın yitirince öğrenmişti. Üvey annesi, kocasını kaybettikten sonra, kızını yanına alıp Transilvanya'da yaşayan ailesinin yanına dönmüş, Mikloş, yalnız babasını yitirmekle kalmamış, öz annesi bildiği iyi kalpli kadından ve kendisinden beş yaş küçük kız kardeşinden de ayrı düşmüştü...

 
Fanni

Kendisine sahip çıkan akrabaların evinde kalmaya başlayan Mikloş, akrabalarına her gün, ''Annem ne zaman ve nasıl ölmüştü?'' diye ısrarla soruyor, merak dolu bakışlarla onların vereceği yanıtı bekliyordu. Onun bu ısrarlı sorusuna artık dayanamayan yakınlarının verdiği, ''Zavallı annenin zayıf kalbi ancak seni doğurana dek dayanabildi; doğum sırası ikiz kardeşine geldiğinde ikisi de öldüler!'' yanıtı, sıcak ailesinin dağılmasına henüz alışamamış Mikloş'un küçük dünyasını daha da alt üst etmişti...

O günden sonra, annesinin ve ikiz kardeşinin ölümlerinden artık hep kendini sorumlu tutacaktı...

Mikloş'un, beyninden bir türlü söküp atamadığı bu derin travmalar, Fanni'nin narin ellerinin sıcaklığında, sevgi dolu, tertemiz bakışlarında  azar azar kaybolmaktaydı. Yıllar sonra yüzü ilk kez gülmeye başlamıştı. Her buluştuklarında sevdiği kıza şiirler okuyor, onunla mutlaka evleneceğini, onun karısı olmasını çok istediğini, ilk göz ağrısı, utangaç Fanni'sinin kulağına defalarca fısıldıyordu...

Fanni'nin ailesi, bu yakın birlikteliği kızlarından duyduklarında, bu evliliğin olabilmesi için bir tek koşul öne sürdüler: İkisi de, evlenmeden önce mutlaka üniversitede okuyacak, meslek sahibi olacaklardı!.. 
 
Kendisi gibi kumaş tüccarı olması için yeğenine sürekli ricada bulunan dayısının bu isteğine kibarca 'hayır' diyen ve buna rağmen, dayısından maddi destek sözü alan Mikloş, Budapeşte'deki üniversitelerin kayıt başvurusuna geciken yanıtlarından usanıp, Szeget şehrine giderek, Ferencz József  Üniversitesi, Dilbilim Fakültesine kayıt yaptırıp, Macarca ve Fransızca okumaya başlar...

Çok istediği bu dalı hevesle okuyan Mikloş, henüz yirmili yaşlarında, hem Macarca hem de Fransızcada büyük bir yetkinlik kazanmaya başlamıştır. Yazdığı metinleri ve şiirleri okuyan üniversite hocaları ve ünlü edebiyatçılar, bu gençteki derinliği hemen sezmişler, ona büyük destek vermişlerdir. Yirmili yaşlarda şiirleri kitaplaşmış, okunan bir şair olmuştur artık...

Üniversite yıllarında sevgili Fanni'siyle bağları hiç kopmamış, tam tersine çiftin birbirine duydukları sevda daha da artmıştır...

1935 yılında, Macar ve Fransız dili üzerine doktorasını tamamlamış bir akademisyen, Macar dilinin özgün bir şairi olarak dönmüştür Budapeşte'ye Mikloş...

Fanni ise, aynı yıl Fransızca ve Rusça öğretmenliği diplomasını almış bir öğretmen adayıdır artık. Evliliklerinin önünde engel kalmamıştır. Bir zamanlar gelgeç sanılan ve ciddiye alınmayan aşkları, dokuz yıl sonra evliliğe dönüşmüştür. Balaton kıyısındaki kısa balayından sonra, Peşte tarafındaki Pozsonyi sokağı, 1 numaralı adreste kiraladıkları küçük dairelerine taşınırlar...

1940'a girerken Radnóti, ünlü bir şair olmasının yanında, kısa aralıklarla seyahat ettiği ve bir süre karısıyla birlikte yaşadığı Fransa'nın, birçok ünlü şairini ve Fransızcasını okuduğu Afrika şiirlerini, öykülerini Macarcaya çevirmiş usta bir çevirmendir artık...

Alman faşizminin yönetimi altında savaşa giren Macaristan'da, antisemitizmin yükseldiği acımasız yıllar gelip çatmıştır.  Mikloş Radnoti de, yaşamına hiçbir dinin yön vermemesine rağmen, dönemin birçok yahudi aydın ve sanatçısı gibi, adına, ününe bakılmaksızın, sosyalist dünya görüşünden ve hiç tanıyamadığı annesinin, yüzünü zor zor anımsadığı babasının yahudi geçmişinden dolayı, bir sabah, o küçük evlerinden alınıp zorunlu çalışma kamplarına götürülür...

Ona büyük destek veren Macar sanat dünyasının, art arda yayımladığı bildirler, topladıkları imzalar artık hiçbir işe yaramayacaktır. Çocukluğunun ve ilk gençliğinin acı dolu günlerini aratacak çok kötü günler başlamıştır götürüldüğü kamplarda onun için...

1943 yılı... Cebindeki sarı yapraklı not defterlerine günlükler tutarak, şiirler yazarak, Fanni'sinin sararmış fotoğrafına bakarak bir toplama kampından diğerine sürülmekte, aylarca aç susuz yol almaktadır...

Kocasının, savaşın tüm şiddetiyle sürdüğü ülkelerin yahudi imha kamplarından bir yolunu bulup yolladığı, eline aylar sonra ulaşmış adressiz mektuplarındaki umut ve sevda sözleriyle kendini avutmaktadır Fanni. Tuna'ya bakan küçük pencerelerinin önünde, sabırla kocasının döneceği günü beklemektedir...

1944 Kasım'ında, yanında 21 tutsakla, başka bir toplama kampına götürülmek üzere yola çıkarılan sevgili kocası, Avusturya sınırında, Györ yakınlarındaki Abda kasabasında çoktan kurşuna dizilmiştir oysa... Delik deşik edilmiş bedeniyle bir toplu mezarda yatmaktadır. Hem de, bir şair önsezisiyle, ölümünden kısa bir süre önce kaleme aldığı ''Harp Günlükleri'' şiirinde öngördüğü şekilde...


Fanni 100 yaşındayken

1946 yılında, savaşın kara bulutları biraz aralanınca, toplu mezarlıklar açılmaya başlanır. Fakat, çıkarılan yarı çürümüş cesetler tanınmayacak haldedir.

Bir cesedin paltosunun iç cebinden fotoğraflar, not defterleri ve mektuplar çıkar. Fanni'nin sararmış bir fotoğrafı, kocasına yazdığı mektuplar ve  üstüne Bor Notları adı not düşülmüş şiir defteri, şairinin kanına bulanmıştır...

Şairin Budapeşte'deki dostları, karısı Fanni ile birlikte Mikloş'un cesedini teşhis etmek ve cenazesini Budapeşte'ye getirmek için yola çıkarlar. Acı dolu bir yolculuktur bu...

Mikloş Radnoti'nin cesedi toplu mezardan gözyaşlarıyla alınır ve Budapeşte'nin ünlü Kerepeşi Gömütlüğüne törenle defnedilir...
 
 
Müzeye çevrilen evleri...

Umutla yolunu gözlediği kocasının kanına bulanmış son eşyalarını gözyaşlarıyla teslim alan Fanni, güçsüz ve küskün adımlarla evine döner...

İnsanlığa olan güvenini artık yitirmiştir...

Yaşama yeniden tutunmak için öğretmenliğine devam etse de, umut dolu bir gelecek beklentisi,  sevinçli günlerin cıvıltıları, artık yaşamından çok sevdiği kocasıyla birlikte göçüp gitmiştir...

Yetmiş yıl sürecek yalnızlığı seçmiştir...

Gazete ve dergilerden gelen söyleşi isteklerini hep reddecektir...

1962 yılında bir radyo yayıncısının ısrarına dayanamayıp, onunla söyleşi yapmayı kabul eder.

Ve söylediği tek cümle yüreklere işlemiştir: 

''Faşizm, sevdiklerimizi, sevinçlerimizi, yaşamlarımızı, acımasızca yuttu!..''
 

Kocasıyla geçirdiği günlerin güzel anılarını taşıyan Pozsonyi sokağını ve küçük yuvalarını ölene dek terketmeyen yüce ruhlu kadın Gyarmati Fanni, kocasının ölüme yürüdüğü yollarda yazdığı ve karısına ulaştırmayı başardığı, ''Karıma Mektup'' şiirini fazlasıyla hak etmiş sâdık bir eş olarak, 2014 Şubat'ında Kerepeşi mezarlığında, kocasının yanına çiçeklerle uğurlandı...

KARIMA MEKTUP
 
Dilsiz derinliklerin suskunluğunda ortalık,
Ağlar sessizlik, haykırırım olanca gücümle
Kim, ne yanıt verir ki, ölümün kol gezdiği şu
Kanlı, dumanlı Sırp vadilerinde...
Sen şimdi çok uzaklardasın.
Geceleri rüyalarımda çınlayan sesini
Saklarım içimin en kuytu köşesinde,
Eğrelti otlarının serin hışırtıları gibi
Gündüzleri de azıcık işitebileyim diye.
 
Ne zaman göreceğim seni, bilemiyorum,
Sen, sıcak yuvam, öfkelerimi dindiren kutsal duam,
Işık ve gölge kadar güzelsin,
Ah, bulurdum sana götüren yolu kör bile olsam.
Uzak ufuklar saklıyor şimdi seni,
Bazen süzülüp iniyorsun gözlerime birden
Gerçektin, ulaşılmaz rüyası oldun
Ergenlik çeşmemin şırıltılarında yeniden.
 
Kıskançlıkla soruyorum, seviyor musun beni?
Gençliğimin umut dolu doruklarında,
Karım olmanı düşlediğim günlerdeki gibi...
Uyanınca gerçeğin ışığına birden
Biliyorum, yaşam yoldaşımsın, biricik karımsın...
Yalnız ötelerindesin aşılmaz üç vahşi sınırın.
Öpüşmelerimiz taptaze duruyor dudaklarımda.
Unutacak mı yaklaşan bu güz de, beni yine buralarda?..
 
Tansıklara inanırdım, unuttum hangi günlerdi,
Böğürür savaş uçakları üstümde dizi dizi,
Gözlerini anımsatan gökyüzünden,
Azgın bombalar düşmekte şimdi;
Karartır birdenbire o güzelim maviliği...
Senin için okşuyorum derinliklerini ruhumun,
Tutsağım; ve buna rağmen yaşıyorum,
Umutluyum, bulacağım seni, ne olursa olsun!
 
Savaşın kızıl korları saçılmış yollarına ülkelerin,
Gerekirse sıçrayan bir kıvılcım gibi alevlerden,
Zorlu engelleri aşıp, sana geri döneceğim...
Kalın kabuklarıyla direnişi gibi ağaçların,
Zorluklara göğüs gerip, direnmeli...
Yatıştırıcı serin dalgaları sabrın,
Güçlüdür savaşçıların ağır silahlarından.
İki kere ikinin sağduyusudur beni artık kuşatan.
                                                       
Miklós Radnóti ,  (Levél a hitveshez)
Ağustos/ Eylül 1944 - Heidenau Toplama Kampı.
 
Çeviren: Senar – Selçuk Ülger
GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM