Yaşamımda bugüne kadar karşı cinsten birini bir kez takip etmiştim; bu öğlen ise ikinci kez yaptım bu işi. İlk takibimde 15 yaşındaydım. O, okulun üçüncü katındaydı ben dördüncü. Sarı, güneşte yıldız yıldız parıldayan bir sarıydı saçları. Omuzlarına anca düşerdi ince düz telli saçları. Bal rengi gözleri de saçları gibi parıldardı güneş gördü mü... Ona hep biraz öteden baktığımdan bu ışığı ona yakın olanlardan daha çok duyardım belki de. Kendimi ışık bahçelerinde dolaşır sanır, içim ılıklaşır, sessiz, ağaçlı, huzur dolu bir sokağa dönerdim. 

O gün mayısın şirin bir günüydü. Okul dağılıyordu. Kapıya yakın onu gördüm. O, kapıdan çıkıyordu. Biraz şaşırdım. Yalnızdı. Sola dönmüştü üstelik. Hâlbuki hep sağ yolda gözden kaybolurdu arkadaşlarıyla birlikte. Arkadaşlarımla kapıya vardığımızda onlara, siz ilerleyin, ben bakkala uğrayacağım, yetişirim size dedim. İçlerinden en uzunumuz Yavuz: Bana da bir su al, dedi. Tabi tabi, dedim. Almaz mıyım?

Bir vakitler daha çiçekli, daha bahçeli, ağaçlı olan o uzun yola girdi Gözde. Aramızdaki uzaklığı on adıma kadar indirmiştim denize çıktığımızda. Yeniden sağa döndü, belki bir kilometre daha yürüdük. İçimden, yahu konuşamayacaksan niye takip ediyorsun kızı diye kendime kızmaya başlamıştım. Aslında biliyordum ki yüz kilometre de yürüsek ben bir şey diyemeyecektim. Yanına varamayacaktım onun. Ben de erkek miydim be? Bu sıra bizim eski mahallenin sınırlarına gelmiştik. O, karşıya geçti. Ben çocukluğumun geçtiği sokağın üst başında durup ona baktım; o, içinde arkeoloji müzesi bulunan, o zamanlar pek ıssız olan parka girdi. Karşıya geçmeye, takibi sürdürmeye karar verdim ve onun, üstü açık, çevresi çimlik, kapısız iki kapısı olan küremsi yapıya girdiğini görünce eyvah dedim. Çünkü 10-12 yaşlarımız arası bisikletlerimizle bu yapıya dalar, öpüşen, ablaları, abileri kızdırmaya çalışırdık.

Hiçbir şey yokmuş gibi ilgisiz girdim küremsi yapıya. Uzun boylu olduğu belli, kara saçları dalgalı, İtalyan gençlerine benzeyen çok yakışıklı bir adamın kucağına oturmuş, boynuna sarılmıştı Gözde. Adam 18 belki 19 yaşındaydı. Gözde başını da göğsüne dayamıştı onun. Onun göğsünden bakıyordu bana sevgilisiyle birlikte. İlk kez bakıyordu bana ama sanki daha önceleri birçok kez görmüştü beni. Öyle bakıyordu bana. Girdiğim gibi ilgisiz bir havayla elim cebimde çıktım diğer kapısız kapıdan.

Sonrası, ben kendimi o film artistine benzeyen, benden üç-dört yaş büyük adamın karşısında güçsüz hissetmiş olacağım ki, ilgim azaldı Gözde'ye. Gördüklerimi de o güne kadar ona hissettiklerimi anlatmadığım gibi yine kimseye anlatmadım. Gözde ile lise bitene kadar bir daha göz göze gelmedik. Liseden sonra da onu bir daha görmedim. Ta ki bu öğlene kadar. Dedim ya başında, bugün yaşamımda ikinci kez karşı cinsten birini takip ettim. Otobüs bekliyordum sadece. Kafamda hiçbir düşünce yoktu. Başımı çevirdim. Onunla göz göze geldim. Aradan yirmi iki yıl geçmişti. Gözlerinde ışık yoktu Gözde'nin. Köy evleri gibi yorgun bakıyordu. Gülümsedi yine de. Beni tanıdığını, anımsadığını anlayınca mutlu oldum. Ben de gülümsedim. Başımla selam verdim. O, yere baktı. Yavaşça da ardını döndü. Gelen dolmuşa el kaldırdı. Otobüs bekliyordum ama dolmuşun nereye gittiğine bile bakmadan ben de onun ardından atladım dolmuşa. O, şoför arkasına oturdu. Ben paramı uzatıp arkalara geçtim. Şoför, nerde inecektin diye sordu. Son durak dedim. Paranın üstünü al dedi. Kalsın dedim. Yaşamımda ikinci kez karşı cinsten birini takip ediyordum. Nedeni bilmesem de... 

Bu ikinci takibin sonunda hiçbir şey olmadı. Hiçbir şeyin olmaması iyi bir şey miydi kötü bir şey miydi bu, düşünmeye değecek bir konu değildi sanırım. Yıllar sonra bir kadını takip etmiştim. Hepsi buydu. O, dolmuştan inince, şoförün bakışlarını üzerimde hissederek ben de inmiştim. 

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)