Güllük Neden Küllük oldu? / Derya Akdemir
ÖYKÜ
Kaçakaç öykülerinden
Iğdır’ın en güzel köylerinden birinde yaşayan küçük çocuğa bir köyün öyküsünü fısıldar olmuştu rüzgar. Küçük yürekli Aydeniz yaşamın tenhalığında öyküsünün dramatik senaryosuyla, gerçekliğiyle yıllar sonra yüzleşmek ve hakikatin tırnaklarında bulmak istiyordu kendisini.
Sekiz yaşında hiç bir korkusu olmayan küçük, ama kocaman yürekli Aydeniz, apar topar Songül Halasının avlusunda bulmuştu bir anda kendini. Orada çok sevdiği bir de dedesi vardı. Halasının kayınbabasıydı bu dede. Ay yüzlü Ethem Dede… Aydeniz yolda öğrense de oraya gideceğini, kalbindeki kıpırtılara engel olamıyordu bir türlü. Aslına bakılırsa, Aydeniz’le Ethem Dede'nin karşılaşması ilk değil de, ama son hiç değildi. Aydeniz nihayet dedesine kavuşmuştu. Ellerini öpüp sonra da sarılmışlardı uzun uzun. Aydeniz’in nihayet beklediği saat gelmişti. Karanlık bastırmış, herkes yavaş yavaş uyumaya çekilmiş ve Ethem Dede'nin karşısına geçmişti Aydeniz. Hep aklını kurcalayan o soruyu sormuştu:
‘‘Dede, bu köyün adı neden Küllük?’’
Dedenin gözleri dolmuştu bulut bulut.
‘‘Otur, kızım, anlatayım’’ dedi. Derinden iç geçirerek başladı Ethem Dede ağlamaklı bir sesle anlatmaya. Aydeniz hikaye dinlemenin mutluluğuna büründü. Ve hikaye böylece başladı...
“…Kızım bizler çok zor büyüyen bir nesil olduk. Bir gün alacakaranlıkta kaybettim tüm hayatımın anlamını. Ben de o zamanlar senin gibi çocuktum. İçeride kardeşlerimle oyun oynuyordum. Garip sesler duymaya başladık. Daha önce hiç duymaya alışık olmadığımız seslerdi. Meraklanıp dışarı çıktım ve gördüm ki, bizim köy ateşler içinde yanıyor. Tüm köylü koşturuyor, kadın çığlıklarına bebek ve çocuk ağlamaları karışıyordu…’’
Aydeniz’in gözleri kocaman olmuştu ve yüzünde mutluluktan eser yoktu. Hikayenin içinde yaşamaya başladı kaşlarını çatarak, yüreği burkularak. Dinlemeyi sürdürüyordu, ama bir gerçekle yüz yüze olmanın donuk ifadesi nakş olmuştu küçücük bedenine. Kalp atışları farklı ritimlerle çarpıyor olsa bile dinlemeye koyuldu...
‘‘İyice kararmıştı ortalık. Korkuyordum. Çocuk aklı işte, bahçedeki bir kayanın dibine saklandım. Gündüzleri saklambaç oynadığımız kayaydı. Her zaman kendimi bu kayanın dibindeki oyukta hep güvende hissederdim. O akşam da kayanın dibindeki oyukta saklanıp her şeyi izleyecek kadar bahtsızdım. Tüm olaylar gözlerimin önünde gerçekleşmekteydi. Yabancılar vardı köyümüzde. Seslerden ve çığlıklardan çok korkuyor, tir tir titriyordum. Köydeki tüm komşuları evlerinden çıkarmışlardı. Bizim evimizden de çıkardılar herkesi. Bahçeye topladıkları insanları görüyor, ama sesimi çıkaramıyordum. Sadece izliyordum. İzledim ve sus pus dinledim. Yer, gök ve yüreğim buz kesmişti. Köyümüze Ermeniler girmişti o gece. Çoluk, çocuk, kadın demeden öldürüp cesetleri bir araya getiriyorlardı. Büyük bir soykırım gözlerimin önünde yaşanıyordu. Donmuştum, kaskatı kesilmiştim. Gözümü kırpmadan izlemeye devam ettim. Hamile bir kadını canlı canlı ellerinden bir ağaca sararak hedef tahtası yaptılar.’’
Ethem Dede hıçkırarak sustu, devam edemedi bir süre. Aydeniz’se hala dinlediklerinin etkisindeydi. Nasıl bir insan diğer bir insana böyle hunharca davranabilirdi? O, küçücük kalbi yerinden fırlayacak gibi oluyor, beyninde dolaşan soruların yanıtını arıyor ve bu geceyi yaşıyordu sanki.
Anlatılanları birebir…
Sonra…
Ethem Dede’nin sesi:
‘‘Bir kadının karnını kesip bebeğini dışarı çıkarıp başını kör bıçakla bedeninden ayırdılar. Sonra baktım benim ailemi ve yakın komşularımızı bahçenin içindeki ahıra doldurdular. Ahırdaki mandaların üstlerine gazyağı döküp ateşe verdiler. Çığlıklar duyulmuyordu sanki başkalarınca... Sanki sadece ben duyuyordum, öyle sandım bir an. Komsular ve ailemden birçok kişinin ölüm feryatlarını duyuyordum. Delirebilirdim, fakat delirmedim. Sadece izliyordum... Hem yandılar, hem de can havline düşen mandaların altında hepsi can verdi.
Bir hayli zaman sonra artık alevlerin azalmaya başladığını gördüm. Sabah olmuştu. Ermeniler köyü terk etmişlerdi. Ses yoktu, köyde in cin top oynuyordu. Çıkacaktım, ama çok korkuyordum. Biraz daha beklemeye karar verdim. Artık çok aç ve bitkindim. Sabah tüm köyün yağmalandığını ve küle döndüğünü gördüm. Açlıktan ve yaşadıklarından dermanım kalmamış, dizlerimin takati kesilmişti. Otlardan koparıp yemeye başladım. Köylülerden bazıları saklanıp sağ kurtulmayı başarmıştı, onlardan biri de bendim. Ermeniler yüzünden aileler yıkıldı. Meğerse soykırım sadece bizim köyde olmamış, Hakmemet Köyü’nde, Oba Köyü’nde, Aralık’ta, Tuzluca’da, Ardahan’ın, Kars’ın, Iğdır’ın tüm köylerinde yaşanmıştı. Bunları sonradan öğrendik. Gidip baktık, köylerde insanları hep kuyulara atmışlar üst üste, bebekleri kesmişler, öldürüp de bırakmamışlar, bazılarını ise öldürdükten sonra ağzını burnunu kesip orada terk etmişlerdi. Eskiden bu köyün ismi Güllüktü. Her yerinde güller, çiçekler vardı; köy rengarenkti. Ermeniler tüm köyü yakıp yıkınca köyün ismini değiştirip KÜLLÜK koydular. Bu da bizim Küllük Köyü’nün öyküsü işte…’’
Aydeniz yıllar geçecek ve hep Ethem Dede’nin anlattığı öyküyü acıyla hatırlayacaktı. Aynı zamanda Ethem Dede’nin o günleri anlatırken yüz ifadesini de asla unutmayacaktı. Güller alevler içinde yanıp küle dönüşmüştü bu civarda.
Derya Akdemir
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR