Son Dakika



Adli Tıp hocası günün sabahında işine giderken ayaklarını adeta sürükleyerek yürüyor; üstüne musallat olan kötü enerjinin nedenini anlamlandıramıyordu.  Otuz yıllık meslek hayatını tedirgin bir güvercin gibi geçirmiş; tanık olmadığı bir facia kalmamıştı. Görebileceği daha vahim bir durum kalmadığına kanaat getirdiği bir noktada kafasında yeni bir kurgu oluşturmuş ve mesleğinin ruhunda oluşturduğu savrulmayı işyerinde bırakmayı öğrenmişti. Hatta ve hatta işe giderken bile adeta sıradan bir esnafın işine giderken ki tavırları kadar kayıtsızca yürümeyi öğrenmişti. Fakat bu gün o günlerden birisi değildi; anlayamadığı bir şeyler vardı; ya bir şeyler olmuş ya da bir şeyler olacaktı…

Bölümün kapısından girdiğinde yaşadığı gerginliğe inat alışılmadık bir sükûnet hâkimdi.

Hatice Hemşire çayı çoktan demlemiş, koridor mis gibi çay kokuyordu. Asistanı Esma susamlı simidini masasına koymuş ve simit beni ye dercesine bakıyordu. Sekreteri ise nefes dahi almadan bir gün önceden kalma raporları yazıyordu. Yani her şey ve herkes olağanüstü dingindi ve o bu kötü hissi üzerinde taşımak için bir neden bulamıyordu.

Demli çayını içip simidini ısırırken az biraz sakinlemeyi başarmış; beklediği şeye kendini hazırlamıştı. Ne olacaksa biran önce olsun der gibi bir hali vardı.

Derken birden kapısı tıklanıverdi. Hatice her zamanki duygusuz ifadesiyle odaya damladı. Alışılmış konuşmalarından birisini yaptı.

 -Hocam, bir vaka getirdiler.

 -Neymiş?

 -Orta yaşlı bir adam.

 -Kimmiş?

 -Siyasilerden biriymiş, sosyalist bir partinin başkanıymış derler!

 -Allah Allah, sosyalist parti mi kalmış!

 -Ne bileyim hocam, öyle diyorlar.

 - Morgun önü kalabalık mı?

 -Pek sayılmaz, çoğu yaşlı toplasanız on on beş kişi ancak.

 -Ne olmuş, vurulmuş mu?

 -Yok hocam, kalp krizi diyorlar.

 -Nereden biliyorlarmış kalp krizi olduğunu!

 -Ölmeden önce “ah sırtım” diye bağırmış.

 Hocanın bir siyasiye otopsi yapması ilk değildi. Vurulanı da, intihar edeni de, yollarda kaza geçirip parçalananı da çok görmüştü. Ancak çoğu kalp krizinden giderdi bunlar.

Hemen hepsi şişman göbekli adamlardı; iç organları yağla tıka basa dolu olurdu çoğunlukla. Muhtemel ki bugün de onlardan birisi gelmişti. Kalp krizi olduğuna göre birkaç saat içerisinde işi biter belki öğle yemeğine yetişebilirdi. Muhtemel ki üstüne musallat olan kötü enerji bir yanılsamaydı. Belki de yılların birikimin ara ara kendini hatırlatmasıydı ve muhtemel ki akşam bu kötü enerjiyi servisin koridorlarında bırakarak evine dönmeyi başaracaktı…

 Hoca otopsi salonuna ulaştığında cenazeyi masaya henüz yatırmışlardı. Dedikleri gibi orta yaşlıydı. Hayli uzun boylu, dağ gibi bir adamdı. Beklentisinin aksine adamda bir gram yağ yoktu; iri kemikli, kaslı bir bedendi. Muntazam temiz bir yüzü, biçimli bir çehresi vardı. Sakalları bir günlüktü. Açık kalan gözleri daha önce hiçbir ölüde görmediği kadar parlaktı. Sanki birazdan uykudan uyanacak, etrafına şaşkın gözlerle bakarak, bana ne oldu diyecek bir hali vardı. Ölüye benzemiyordu ancak diriye de benzemiyordu.

 Asistanı giyinmiş, hazırdı. Hocasının dalgın dalgın adamı incelemesine bir anlam veremiyor ısrarla ayakta bekliyordu. Nihayet hocası kollarını uzattığında otopsinin başlayacağını anladı; dikkatlice önlüğünü giydirdi; sonra da eldivenlerini. 

 Ölünün bana ne yapacaksınız dercesine bakan açık kalmış gözleri hocayı fena rahatsız etmişti. Asistana adamın gözlerini kapatma talimatı verdi. Ancak asistan birkaç kez denediğini ancak bir türlü kapatmayı başaramadığını söyledi. Bu kez hoca adamın gözünü kapatmayı denedi. Ne yapsa adam diretiyordu. Allah Allah dedi içinden. Adam adeta gözü açık gitmiş! İnatlaşmaya gerek yok, bu işe bir yerden başlamak gerek! 

 Yüzeysel muayenede hiçbir şey bulunamadı; saçlı deriden ayakuçlarına kadar ne bir kesi, ne de bir yara izi vardı. Sadece ve sadece ölü morluğu başlamış, kaslar ise yeni yeni katılaşmıştı. Bu pürüzsüz derinin, bu sağlam kasların altından nasıl bir hastalık çıkacağını ne hoca ne de asistanı kestirebiliyordu.

 Otopsiye göğüsten başladı hoca. Ancak başladığına başlayacağına adeta pişman oldu. Sapasağlam kemikleri kesmek için bütün kesici aletleri sırasıyla kullandı. Göğüs açıldığında ensesinden kuyruk sokumuna kadar adeta kan ter içinde kalmış; kollarının canı kesilmişti. Gördüğü manzara ise ilginçti. Akciğerler adeta bir sanat eseriydi. Her bir akciğer lobu bir körük kadar sağlam ve pürüzsüzdü. Soluk borusu bir bambu kamışı kadar sert, içerisi asfalt bir yol gibi temizdi. Ne bir duman ne de bir kimyasal değmemişçesine pırıl pırıldı. Akciğerlerde sorun olmadığı mutlaktı; zaten sorunun kalpten çıkma ihtimali yüksekti.

 Nihayet sıra kalbe gelmişti. Ustaca kullanılan neşter kalbi çırılçıplak ortaya çıkardığında hocanın ağzı şaşkınlıktan adeta açık kalmıştı; bu ne iştir dercesine asistanıyla bakışmıştı. Evet kalp de sapasağlamdı. Aorta şimşir gibi parlıyor, kalp adaleleri ise yay gibi dizi dizi sıralanıyordu. Damarlarda ise ne bir kireç ne bir tortu ne de bir plak vardı. 

 Hoca saatlerce göğüste oyalanmıştı. Tekrar tekrar bakmış, milim milim taramış, tiftik tiftik dokuları didiklemişti. Adamı “vay sırtım” diye bağırtacak ne bir iz ne bir işaret vardı. Birden sabahki kuruntusu aklına geliverdi. Bir şey olacak diye beklerken hiçbir şey bulamaması daha önce yaşamadığı bir garabetti. Fakat işin içine dalmıştı; öyle her hodri meydana pabuç bırakacak bir adam değildi. Göğüste yoksa sorun karında olmalıydı. Belki de adamın karın damarı patlamıştı. Ağrıyı da sırtında hissetmişti. Birazdan karnı açtığında bir kan gölüyle karşılaşacağına emin gibiydi. 

 Sıra karına gelmiş, karın adaleleri teker teker kontrol edilerek açılmıştı. En sona da karın zarı. Fakat manzara göğüstekinin aynısıydı. Bırakın kan gölü görmeyi,  bir damla dahi kan yoktu. Bağırsaklar süt gibi parlıyor, ciğer ve dalak cilalanmış gibi ışıldıyordu.

Damarlar ise akağacın kuvvetli dalları gibi her bir organa tek tek uzanıyordu. Yok, hiçbir şey yoktu! Bu hodri meydan karşısında delirmemek mümkün değildi. Hoca da yavaş yavaş deliriyordu. Asistanına döndü ve adeta tıslayarak konuştu:

 -Sanki birisi sapasağlam bir adamı ölü diye bize yutturmuş! 

 Saat öğleyi çoktan geçmişti. Ekip tam olarak çakılmıştı. Ancak kafayı da açmak gerekti. Sonunda kafa açılmış, beklenen şey yine bulunamamıştı. Yapacak bir şey kalmamıştı. Bir umut patoloji ve toksikoloji de kalmıştı. İncelemeler için parça almadıkları organ, doku kalmamıştı. 

 Adamın karnı, göğsü, kafası kapatılırken otopsi salonu adeta buz kesmişti. Hocanın nefesinden başka bir ses duyulmuyor, tepkisinden korktuğu için teknisyenler çıtını çıkaramıyorlardı. Hoca ise adeta yıkılmıştı. Otuz senelik bir tecrübeye yapılacak bir şey değildi bu. Sonuçlar çıkıncaya kadar hocanın uyuyamayacağını, günlerce bir barut fıçısı gibi dolaşacağını kestiren asistanı ise haftayı nasıl bitireceğini kara kara düşünüyordu. 

Hafta gerçekten bitmemiş, bitememişti. Basın açıklama bekliyor, gazeteciler her sabah hocaya ulaşamayınca asistanı sıkıştırıyorlardı. Savcılık cevap bekliyor, başsavcı sık sık hocayı arıyordu. Siyasetçinin ölümüne ilişkin sayısız senaryo, iftira, itham almış yürümüştü. Ölü çoktan gömülmüş, ölüm nedenini kimse öğrenememişti.

Olayın üçüncü haftasına gelindiğinde gazeteciler neredeyse unutmuş, savcı umudu kesmiş, ailesi bile matemden çıkmıştı. Ancak hocanın servisinden kimse ama hiç kimse matemden çıkmayı başaramamıştı. Bir ruh gibi dolaşıyorlar, servise gelen her telefonda bir müjde bekliyorlardı. Ancak gelen her telefon umutsuzluğu derinleştiriyordu. Ne patolojik bir bulgu, ne toksik bir etki, hatta ve hatta bir kan anormalliği! Aradan bir ay geçtiğinde ise yenilgi mutlaktı. Ölümü izah edecek bütün gerekçeler iflas etmişti. Adeta sapasağlam bir adam ölmüş, hoca da bir daha bir araya gelemeyecek kadar adamı parçalamıştı. Mezarın tekrar açılması da söz konusu olamazdı. Zaten kimse de bu işe yanaşmazdı. İhale hocanın sırtına kalmıştı. Ne diyecekti, ne açıklama yapacaktı! Bir şeyler yapmalıydı, fakat ne yapmalıydı?

Günler geceler boyunca kukumav kuşu gibi düşünen hoca çaresizdi. Sabaha kadar uyuyamadığı bir gecenin sabahında hocalığın verdiği tecrübeyle başa dönmeye karar verdi. Belli ki bir şeyler atlanmıştı. Aile efradından başlayarak yakınlarıyla ve elbette merhumun partideki yoldaşlarıyla teker teker görüşecekti. İlk davet edilen de doğallıkla karısı oldu.

 Sonunda karısı hocanın önüne oturmuştu. Orta yaşlı, zayıflıktan avurtları çökmüş, dal gibi gibi bir kadındı. Kocasıyla yaşıt olmasına rağmen belki bir on yaş daha yaşlı görünüyordu. Belli ki kocası siyasetini yürütürken ailenin tüm ağırlığı sırtına kalmış, hayatı koca yolu beklemekle geçmişti. Belli ki adliyeler, mahkemeler, hapishaneler derken üstüne bir de kocanın ölümüyle iflahı tam kesilmişti Soran gözlerle hocaya bakıyor; hocadan gelecek açıklamanın yıkıcı tesirini savuşturmak istercesine koltuğunda sımsıkı oturuyordu. Sonunda hoca konuşmaya başladı.

 -Başınız sağolsun hanımefendi.

 -Sizler sağolun.

 -Bizlerden bir cevap beklediğinizin farkındayım, süreci uzattıkça size verdiğimiz ıstırabın da farkındayım, bu nedenledir ki öncelikle sizden özür diliyorum. Açıklama yapmadan önce eşiniz hakkında birkaç şey sorabilir miyim?

 -Elbette, buyurun.

 -Nasıl bir adamdı eşiniz?

 -Ne anlamda soruyorsunuz?

 -Soruya şaşırdığınızı anlıyorum; öncelikle pat diye bu soruyu sorarak sizi şaşırttığım için tekrar özür dilerim. İnsani anlamda soruyorum; bazı şeyleri kafamda oturtabilmek için sorduğuma emin olabilirsiniz

 Kadın az biraz rahatlamıştı. Tetiği çekilmiş bir silah gibi oturduğu koltukta hafifçe gevşedi. Neredeyse bir aydır açık etmediği duyguları içinde patlamak üzereyken birisi ona kocasını soruyordu. Düşüncelerinden taşan sözlerini bir kurşun ağırlığıyla teker teker sıraladı.

 -İyi bir adamdı benim kocam. İnançlı bir mürit, iflah olmaz bir hayalciydi. Dur durak bilmeden çalıştı. Defalarca sıfırladı, başa döndü, sıfırdan başladı. Defalarca yenilmesine rağmen ne inancını ne de dirayetini kaybetti. Etrafındakilerin çoğu siyasi başarısından ziyade inancına duydukları saygıdan dolayı onu çevrelediler. Düşünün bir kez! Böyle bir siyasi ortamda kirlenmeden çıkmayı başaran bir adamdır o. Ayakta yaşadı, ayakta öldü… 

 -Öleceğini tahmin ediyor muydunuz?

 -Elbette! İlk günden beri. Bir gün birisinin bu haberi getireceğini biliyordum. Ne derler, gelecek her habere şerbetliydim. Hapse, kavgaya, mahkemeye ve elbette ölüme…

 Hoca şaşırmıştı. Ölümü ilk kez bu kadar rahatlıkla kabullenen erdemli bir kadınla karşılaşmıştı. Böyle bir kadına kocasının neden öldüğünü sormak bir işgüzarlık olmalıydı.

Erdemli insanların ölümü erdemlileri şaşırtmıyordu besbelli.

 -Üzülerek söyleyebilirim ki eşinizin ölüm nedenini bulamadım. Meslek hayatımda bu bir ilk. Çok şaşkın ve mahcubum. Sizce eşiniz neden öldü?

 Kadının yüz ifadesinde zerre şaşkınlık yoktu. Anlıyorum der gibi kafasını sallarken hüzünlü, bir o kadar da bilge edasıyla konuşmaya başladı.

 -Hiç şaşırmadım! Mahcup olmanıza da gerek yok. Ben neden öldüğünü biliyorum.

 Boş gözlerle bakan hoca adeta bir robot gibi sordu.

 -Neden?

 -Sırtından vuruldu benim kocam! Tam sırtından! Hem de defalarca…

 Şaşırma sırası hocadaydı. Bu kadar sübjektif bir cevap beklemiyordu. Belli ki kadın duygusal olarak iyice diplerdeydi. Daha fazla sorgunun anlamı yoktu. Sırasıyla yoldaşlarına da sormak gerekti. Aklı başında birinin makul bir cevap vermesi lazımdı.

Cevaplardan habersiz yoldaşlar teker teker içeri alındı. Teker teker soruldu.

 -Neden öldü?

 -Neden olacak! Sırtından vuruldu…

 -Sizce neden öldü?

 -Anlayamayacak ne var! Sırtından bıçaklandı!

 -Sizce ölüme ne sebep oldu?

 -Ne olacak! Defalarca sırtından vuruldu…

 Gün bitmişti. Herkes ama herkes gitmişti. Hava yavaş yavaş kararıyor odanın kasvetli ruhu bir bulut gibi hocayı çevreliyordu. Sözün bittiği yerdeydi. Sapasağlam bir adam ölmüş ve o da sağlam bir adamın sapasağlam ölümüne tanıklık etmişti. Adamlar haklıydı muhtemel. İdealleriyle yaşayan, kirlenmemiş bir adamı ne bir kurşun ne de bir bıçak darbesi öldürmüştü. Sırtından vurulan son bir darbe yeterli olmuştu. Öyleyse bu paranormal durumu kayda geçmek gerekliydi. Beyaz bir kağıdı önüne çekti. Ayrıntılı uzun bir raporun sonucuna şöyle yazdı: 

 -Otopsi ölüm nedenini izah etmede yetersiz kalmıştır. Durum izaha ve itiraza açıktır…   

 

Gülümser Heper
Gercekedebiyat.com


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM