Son Dakika



İki yıl sonra, o dönemde dünyanın en büyük ve en önemli kenti İstanbul’u alarak adına Fatih unvanını ekleyecek olan yedinci Osmanlı sultanı II. Mehmet, 1451 yılının 10 Şubat günü tahtına sahip çıkmak için Edirne’ye geldi.

Babası II. Murad’ın ölümünü haber alır almaz Manisa’dan Edirne’ye kadar at koşturmuştu. On dokuz yaşını doldurmasına henüz bir ay vardı ama taht konusunda tecrübeli sayılırdı.

Babası 1444 yılında onun lehine tahttan feragat etmiş, fakat 12 yaşında bir çocuğun padişah olması, hazırlanmakta olan yeni bir Haçlı seferini hızlandırınca, bu tehlikenin savuşturulması için tahtı babasına terk etmişti. Şimdi, bütün hayatı bir savaştan diğerine koşuşturmakla geçmiş olan yorgun II. Murad ölmüş ve aynı hayatı yaşayacak olan oğul iktidarı devralmıştı.

Fetret devrinden yeni çıkmış olan Osmanlı devleti, henüz sağlam bir yapıya kavuşmamıştı. Bu yıllarda devletin ağırlığı Balkanlarda idi. Bu nedenle, Timur fırtınasının Anadolu’da yarattığı tahribat nispeten kısa sürede atlatılabilmişti. Ama aynı nedenle de zayıftı. Çünkü Anadolu toprakları ile Rumeli arasındaki Roma kalıntısını barındıran Konstantiniye, genç devletin boğazına saplanmış bir kılçık gibi, istikrara kavuşmasını engelliyordu. Balkanlarda bir sorun çıkınca Anadolu Beylikleri ayaklanıyor, ya da Karaman Beyi savaşa kalkınca Balkanlarda bir sorun patlak veriyordu. Ordu iki yaka arasında koştururken Ceneviz gemilerine verilen altının haddi hesabı yoktu. Osmanlı devletini bir imparatorluk haline getirecek olan genç padişah bu işi çözmek için zamanın geldiğine inanıyordu. Pekiyi ama nasıl yapmalı?

İSTANBUL’UN ALINMASINDA İKİ ÖNEMLİ SORUN

İstanbul’un alınmasıyla ilgili iki önemli sorun öne çıkmaktaydı. Birinci konu öncelikle Balkanlarda, ama aynı zamanda Anadolu’daki istikrarsızlıkların kuşatmanın nisbeten kısa bir süre içerisinde tamamlanmasını şart kılmasıydı. Yani yıllar süren bir kuşatma ile şehri aç bırakarak teslim alma ümidi yoktu. Haçlı orduları ve donanmalarının yardıma gelmesi muhakkaktı. Nitekim kısa süren kuşatma bile bu etkiler altında yapıldı.

İkinci husus ise kulelerde 17, düz yerlerde 15 metre yüksekliğinde ve zirvede bile 4 metre genişliğe sahip ve içtekilerin öndekilerden daha güçlü olduğu iki sıra halindeki surlardı. Bunların önünde de 9 metre derinlikte ve 18.5 metre genişlikte bir hendek bulunuyordu. Dolayısıyla bu engelin aşılmasını ve surların yıkılmasını sağlayacak olan teçhizatın hazırlanması gerekiyordu. Bu iki husus Fatih’in çizeceği stratejiye yol gösteriyordu:

 

1. Bizans’ın geniş anlamda tecridi

Bizans’ın tecridi iki ayrı planda ele alındı. Geniş anlamda 1451 yılında Macaristan ile barış antlaşması yapılarak buradan yeni bir tehdit gelmesi önlenmeye çalışıldı. Bu ülke coğrafi konumu itibariyle karadan gelen tüm haçlı seferleri için üs rolü oynuyordu. Ne var ki 1444 Varna ve 1448 yılındaki İkinci Kosova Zaferi ile Osmanlılar en azından bir süre için Haçlıların belini kırmışlardı. Yani, tıpkı Filip’in İskender, Teoman’ın da Mete için koşulları oluşturması gibi, Gazi Padişah II. Murat da bir anlamda oğlunun fetihleri için elverişli koşulları yaratmıştı.

II. Mehmet 1451 yılının başlarında kuşatma niyetini belli etmedi ve Bizans ile iyi geçindi. Hatta Bizans’da yaşayan Osmanlı şehzadesi Orhan için ödenen 300.000 akçe yıllık ödenek için belli arazilerin gelirini ayırdığını belirtti. Fakat İmparator Konstantin bu ödeneğin iki katına çıkarılmasını isteyip, aksi halde şehzadenin serbest bırakılacağını söyleyince II. Mehmet’e aradığı fırsatı vermiş oldu. Ödeneği kaldırarak Bizans elçilerini geri yolladı. Bizans’ın II. Mehmet’in amcası Orhan’ı saltanat mücadelesine girecek potansiyel bir koz olarak tutması böylece tam tersi bir işe yaradı. (Ne acıdır ki Fatih’in oğlu Cem Sultan da batılıların elinde koz olarak tutulacak ve esarette ölecekti).

2. Bizans’ın yakın planda tecridi.

II. Mehmet şehire nereden yardım gelebileceğini inceledi. En muhtemel yer imparatorun Mora’da despot olarak hüküm süren kardeşleri Thomas ve Demetrius idi. Bunları baskı altına almak için akıncı beyi Paşa-Yiğitoğlu Turahan Bey’i oğulları Ahmet ve Ömer Beylerle birlikte Mora üzerine gönderdi. Her ne kadar Ahmet Bey ihtiyatsız bir ilerleme sonucunda Demetrius’a esir düştüyse de, Mora’dan İstanbul’a yardım gönderilme olanağı kesildi.

Bu alanda yapılan bir diğer girişim de Trakya’da hala Bizans’ın elinde kalan az sayıda kalenin fethi oldu. 1452-53 kışında Marmara Ereğlisi, Ahyolu, Vize, Kumburgaz, Misivri, Selimpaşa ve Yeşilköy alınırken Silivri de kuşatıldı. Keza esas kuşatmanın başladığı günlerde İstanbul adaları da ele geçirildi.

Üçüncü ve en önemli girişim de Karadeniz’den kente gelecek yardımı kesmek için Anadolu Hisarı’nın karşısına yapılan Rumeli Hisarıdır. 1452 yılının Mart ve Nisan aylarında yapılan bu kale ile İstanbul Boğazı en dar yerinden kesilmiş oluyordu. Anadolu Hisarı da topla donatılmış olduğu  için Boğazdan geçiş kontrole alınmış sayılabilirdi. Geçen her gemiden vergi istenmesi kararlaştırıldı, çünkü bu, gemilerin denetlenmesini kolaylaştıracaktı. 26 Kasım 1452 günü vergi vermeden geçmek isteyen bir Venedik gemisi top ateşiyle batırıldı. Ne var ki Çanakkale Boğazı aynı ölçüde denetlenemiyordu. Nitekim Rumeli Hisarı’nın yapılmasından sonra kentin tüm kapılarını ören Bizanslıların Avrupa’ya yardım çağrıları karşılık bulmuş ve bazı gemiler İstanbul'a ulaşmıştı. 26 Ocak 1453 günü Cenevizli Justiniani (savunma başarılı olursa Limni hakimi olacaktı) 700 askerle geldikten sonra, 300 asker taşıyan bir başka Ceneviz gemisi İstanbul’a ulaşmış; Sakızlılar da gene 700 askeri İstanbul’a ulaştırabilmişlerdi. Keza Papa da 3 gemi dolusu erzak ve 200 asker göndermiş, 30 geminin yolda olduğu haberini iletmişti. Bunlar hem savunmayı çok ciddi şekilde takviye ettiler, hem de şehrin moralini yükselttiler. Yakın tecriti tamamlamak için İstanbul önlerine gelen yaklaşık 150 parçalık Osmanlı donanmanın 20 Nisan’da 4 Ceneviz ve 1 Mora gemisinin limana girmesini önleyememesi ise, çatışmayı tam kıyıdan izleyen padişahı son derece kızdırdı. Ne var ki yüksek İtalyan gemileri çok alçak ve ince kadırgaların arasından süzülüp gittiler.

3. Kuşatmanın emniyete alınması.

II. Mehmet 5 Nisan günü İstanbul önlerine gelerek resmen kuşatmayı başlattı. Ancak bundan önce de Osmanlı birlikleri şehrin etrafında devriye görevi yapmış ve Bizanslıların çıkış yaparak hazırlıkları tehdit etmesini önlemişti. Kuşatmanın başlamasıyla birlikte Zağanos Paşa komutasındaki 15 000 kişilik bir başka birlik de her ihtimale karşı önce Kasımpaşa sonra da Beyoğlu tarafına yerleşerek Galata’daki Ceneviz kolonisini gözetim altına almıştı. İki tarafı birden idare etmeye çalışan Cenevizlilere güvenilemezdi. Zağanos Paşa kuvvetleri, ayrıca top ateşiyle Haliç’teki müttefik donanmasını kuvvetli bir baskı altında tuttu.

4. Gerekli ateş gücünün temini

Sultan Mehmet surlarda gedik açmak için her biri 4’er adet çok büyük toptan oluşan 14 bataryayı kara surlarının karşısına yerleştirdi. Bunların en büyüğü Edirne’den İstanbul’a getirilirken 250 işçi önden giderek yolları tesviye etmiş, top 60 manda tarafından çekilirken 400 asker de sürekli olarak taşımaya yardım etmişti. Bu top günde 8 kere ateşlenebiliyor ve 2 tonluk bir gülle atıyordu. Ayrıca buna yakın büyüklükte 4 top daha vardı. Diğer yandan topçulukta çok yeni bir uygulama da II. Mehmet’in bizzat tasarladığı havan toplarıydı. Bunlar Haliç’teki gemilerin ateş altına alınmasını sağladı.

5. Yıpratma prensibinin uygulanması

Osmanlı ordusu surları sürekli baskı altına alarak ve zaman zaman hücuma girişerek Bizans’ı savunan güçlere kayıp verdirdi ve yıprattı. Bunun için seyyar kuleler ve lağımlar da kullanıldı. Her ne kadar Bizanslılar kuleleri Rum ateşiyle yakıp, lağımları da karşı lağımlarla çökerttilerse de, tüm bu faaliyetler onları sürekli baskı altında tuttu. Her iki taraf da kesin sonucun iki sur arasındaki boş bölgede alınacağını biliyordu. Bu nedenle Fatih’in amacı son muharebede burada bulunacak müdafilerin sayısını azaltmaktı.

6. Yeni cephe açarak düşmanın gücünü dağıtma

Bu konu fetihte çok önemli bir rol oynamıştır. Bizans’ın kara surları kuvvetli, deniz tarafındaki surları ise daha zayıf idi. Bu nedenle savunmacılar güçlerinin büyük kısmını daha kısa olan kara surlarına yığıyorlar ve zayıflayan yerlere derhal kuvvet kaydırarak hücumları püskürtebiliyorlardı. Bunu gören sultan 22 Nisan gecesi 67 adet küçük gemiyi kızaklar üzerinden çektirerek Haliç’e indirdi. Bu iş yaparken Zağanos Paşa ateşini şiddetlendirerek müttefik gemilerinin müdahalesine izin vermedi.

Ertesi gece bine yakın sandal ve duba ile Haliç’e bir yüzen köprü kuruldu. Tehlikeyi sezen imparator bunun derhal yıkılmasını emrettiyse de, 150 Bizans denizcisi Türk ateşi altında can verince bundan vazgeçtiler. Ayrıca en büyük gemileri de batırıldı. Bunun üzerine Bizanslılar kara surlarından çok kritik bir kuvveti çekerek deniz surlarına yaymak zorunda kaldılar. Haliç’in yanı sıra, deniz tarafına da asker çıkartıldı. Bunların merdivenle surlara çıkma girişimleri engellendiyse de, Bizans güçlerinin yayılması daha da seyrekleşmiş oldu. Donanma azapları (deniz piyadeleri) bu girişimlerin son hücumun yapıldığı 28/29 Mayıs gecesi de tekrarlayarak sonuca katkıda bulundular. Bu Fatih’in dehasının bir başka göstergesiydi.

7. Güç tasarrufu

II. Mehmet yıpratma muharebeleri için esas olarak gönüllüleri ve ikinci sınıf birlikleri öne sürdü. O yüzyılda dünyanın en seçkin askeri birliği olan yeniçerileri düşman yıprandıktan sonra son darbeyi vurmak için geride tuttu.

8. Yıldırma ve maneviyat

Kuşatma sırasında gerek Akşemseddin ve Molla Gürani gibi hocaların sürekli propagandaları, gerekse de mehterin çaldığı havalar askerlerin moralini yüksek tutuyordu. Ayrıca teslim olma teklifi ile Bizanslıların iradesini kırmayı amaçlıyordu. Nihayet son hücumdan önceki 28 Mayıs gecesi bütün surların önü, Haliç ve Üsküdar’ı da kapsayan bir mum alayında on binlerce ateş yakıldı, çadırlar aydınlatıldı. Aynı anda yüz bin ağızdan tekbir getirildi. Bu Bizanslıları dehşete düşürdü. Sonra tüm ışıkların ve ateşlerin aynı anda söndürülmesiyle oluşan çok derin sessizlik daha da moral bozucu oldu. Halk kiliselere koşuştu. Şehir sabaha kadar uyumadı. Tüm kiliselerin çanlarının çalınması panik havası yarattı. 29 Mayıs sabahı başlayan son ve büyük taarruz bu koşullar altında başarıya ulaştı.

Mühendislik harikası Şahi topu bugün böyle sergileniyor

SON HÜCUMUN KOŞULLARI ve FETİH

26 Mayıs günü Padişahın otağına gelen bir Macar heyeti, tüm Avrupa kuvvetlerinden oluşan bir Haçlı gücünün Osmanlı sınırına yaklaştığını söyleyerek kuşatmanın kaldırılması yolunda baskı yapmak istediler.

Bu durum gerçekten de bazı paşalar arasında tereddüt yarattı. Ne var ki II. Mehmet bunun doğru olmadığını, en azından acil bir tehdit teşkil etmeyeceğini bildiği için etkilenmedi. (Kuşatmanın kaldırılmasını isteyen Vezir-i Azam Çandarlı Halil Paşa’yı da fetihten iki gün sonra tutuklattıracak ve 19 Temmuz günü idam ettirecekti). Diğer yandan Avrupa güçleriyle takviyeli büyük bir Venedik donanmasının Ege’de olduğu doğru idi. Bunlar Marmara’ya girince Karamanlılar da muhtemelen harekete geçeceklerdi. Ancak, bu tehlikelere, ve tehdidin yaratacağı tereddütlere karşı en iyi çare bir an önce şehre girmekti.

Bu koşullar altında 29 Mayıs günü gerçekleştirilen büyük hücumun örgütlenmesine girişti.

29 Mayıs sabahı güneşin ilk ışıklarıyla başlayan saldırıda her iki taraf da bütün ihtiyatlarını öne sürdüler. Türk hücumları kırılıyor fakat ardından hemen yeni dalgalar gönderiliyor ve savunmacılar yoruluyordu. Bu arada bazı surlara Türk sancağının dikilmesi şehirde panik yarattı. Surları aşan ilk Türk birliği şehrin içine ilerlemek yerine savunmacıları kıstıracak şekilde hareket etti. Aynı zamanda çekilme yollarının da kesildiğini gören Bizanslılar ön surları terk edip bunlarla çatışmaya girdiler. Bu, yeni Türk birliklerinin surları aşmasını sağladı. Aynı dakikalarda başkomutan görevini yapmakta olan Justiniani yaralandı ve İmparatorun ricasına rağmen gemisine çekildi.

Böylece savunmanın ve halkın morali daha da bozuldu. Bizans askerlerinin bir kısmı şehrin iç kısımlarına firar etti. Ancak imparator XI. Konstantin yiğitçe savaşarak öldü. Bu sıralarda Türk askerleri teker teker sur kapılarını açmaya başlamışlardı. Birkaç saat içerisinde tüm direniş temizlenmiş ve Türk birlikleri bugünkü Aksaray taraflarında birleşerek düzen almışlardı. Her tarafta kıpkırmızı Türk bayrakları dalgalanıyordu.

DAHA ÖNCEKİ İSTANBUL KUŞATMALARI

İstanbul daha önce 28 kere kuşatılmıştı. Bu 29. ve son kuşatma oldu. Bizans daha önceki kuşatmalarda ya kendini savunmuş, ya da büyük paralar ödeyerek kuşatmacıları savuşturmuştu. Hunlar, Gotlar, Avarlar, Ruslar, Peçenekler, Bulgarlar, Sırplar, Araplar ve Osmanlıların kuşatmalarını atlatan şehir sadece bir kez, o da Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Latinlere boyun eğmişti. 1204 ile 1261 yıllarında devam eden Latin işgali kentin korkunç şekilde talan edilmesine neden olmuştu. Bu yağma sadece fetih sırasında değil, şehirdeki Latin yönetiminin sıkıştıkça tüm kamu ve kilise servetlerini satması şeklinde sürüp gitmişti. İstanbul bundan sonra, Osmanlıların eline geçinceye kadar eski büyüklüğüne erişemedi.

Şehirdeki yedi Arap kuşatmasının en çetinleri 672 ve 717 yıllarında başlamış ama başarılı olamamıştı. Altı Osmanlı kuşatmasının dördü 1391, 1395, 1397, 1400 yıllarında I. Bayezıt tarafından, diğeri 1411 yılında Musa Çelebi tarafından ve sonuncusu da 1422 yılında II. Murat zamanında yapılmıştı. Tarihçiler, Timur felaketine uğramasa Yıldırım Bayezıt’ın kenti fethetmesinin muhtemel olduğunu ileri sürerler.

Son kuşatmada gerek Bizans’ı savunanlar, gerekse de Osmanlı kuvvetleri konusunda son derece farklı tahminler bulunmaktadır. Ancak, bütün bilgileri tarttıktan sonra en makul rakamın Bizans için 9 000, Osmanlı ordusu için 80 ile 10 0000 arası olduğunu söyleyebiliriz. Bizans savunmacılarının yaklaşık üçte biri Venedik, Ceneviz, Katalan vs. Latinlerden oluşuyordu. Ayrıca şehrin düşmesi üzerine intihar eden Şehzade Orhan’ın maiyetindeki bir grup Türk de savunmaya yardım etmişti. Yine halkın, özellikle surların tamirinde çalıştıkları anlaşılmaktadır. Osmanlı askerlerine gelince yaklaşık olarak bunların yarısının eyaletlerden gelen birlikler, dörtte birinin azaplar, geri kalanının da topçu, cebeci, yeniçeri gibi düzenli birliklerden olduğu kabul edilebilir.

Batılı yazarlar fethi küçümsemek için bir dizi uydurmaya başvurmuşlardır. Bunlar arasında bir tanesi de bazı kapıların unutkanlıkla açık bırakılması hikayesidir. Halbuki Konstantin, kapıları daha Rumelihisarı yapılırken ördürmüştü.

Mehmet Tanju Akad
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM